AMORAL.MLL.FI.

28 Ağustos 2008 Perşembe

Töre cinayetlerine "aile meclisi kararı" kriteri



Töre cinayetlerine "aile meclisi kararı" kriteri

Yargıtay 1. Ceza Dairesi, töre cinayetlerinde "aile meclisi kararı' alınmış olmasını şart koştu. Yargıtay'ın bu kararına göre, "aile meclisi'nin verdiği karar sonrası cinayet işlendiği ispatlanmazsa sanıklar "töre' suçundan hüküm giymeyecek ve daha az ceza alacaklar.

Yargıtay, verdiği kararda, "Kardeşe, çocuğa ve gebe olduğu bilinen maktüleye karşı işlenen öldürme suçunun alınan aile meclisi kararı sonucu gerçekleştirildiğini gösteren kesin ve inandırıcı kanıt bulunmadığı bu nedenle suçun töre saikiyle işlendiğinden söz edilemeyeceği anlaşıldığı halde, 5237 sayılı TCK'nun 82/1-d-e-f maddeleri yerine 82/1-d-k maddeleri uyarınca karar verilmesi bozmayı gerektirmiştir" görüşünü dile getirdi.

Yargıtay'ın verdiği bu kararın ardından töre cinayetlerinde "aile meclisi" kararı alınmış olması kriteri aranacak. Töre cinayetlerine ilişkin yapılacak olan soruşturma sonrasında "aile meclisi' kararı alındığı ispatlanırsa, azmettirenler suçundan mahkum olacak. Bu suçlarda "aile meclisi' kararı alındığı ispatalanamazsa suça azmettirenlerin beraat etmesinin önü açılacak.

"BU KARAR, HAK ETTİĞİ ELEŞTİRİYİ ALACAKTIR"

Yargıtay 1. Ceza Dairesi'nin töre cinayetlerine ilişkin verdiği bu kararı aynı dairenin üyesi olan Salih Zeki İskender eleştirdi. İskender, töre cinayetlerine ilişkin düzenlenen bir sempozyumda bu kararı eleştirerek, "Töre cinayetlerine uygulanan yasa maddesi işlevsiz hale gelecek" dedi.

TÖRE CİNAYETLERİNE AZMETTİRENLERE GÜN DOĞACAK

İskender, bu karar yüzünden töre cinayetlerine azmettirenlerin beraat edebileceğini de belirtti. Yargıtay'ın bu kararının yerleşmeyeceğini ve öğretiden hak ettiği eleştiriyi alacağını umduğunu kaydeden İskender, "Sosyolojik bir kurum olarak "aile meclisi' gibi bir kurum yoktur. Sosyolojik olarak, olmayan bir kurumun varlığından söz edilemezse, vereceği kararın aranması da doğru olmaz" dedi.

"AİLE MECLİSİ KARARI, SUÇUN KANITININ ZORUNLU UNSURU DEĞİL"

İskender, konuşmasında şu görüşleri dile getirdi:

"Töre saikiyle öldürme adı üstünde bir saik suçudur. "Çok failli bir suç' değildir. Çoğunlukla öldürülecek ve öldürecek olan aile meclisi kararlarına konu olduğu bir gerçektir. Ancak kişinin tek başına bu kararı alması olanaklıdır. Yeter ki töre saikiyle öldürme eylemini gerçekleştirmiş olsun. Bu bakımdan, öğretide ve uygulamada ileri sürülen görüşlerin aksine "aile meclisi kararı' töre sakinin bir kanıtı sayılabilirse de suçun zorunlu unsuru değildir. "Aile meclisi kararı' varsa bu karara katılanların hukuksal konumları "suça katılma' kurallarıyla çözülmesi gereken bir sorundur. Failde "töre saikinin' bulunduğunun kabul edilebilmesi için, ölüm kararının "aile meclisi' tarafından alınması, suçun aile mensubu bir kişiye işlettirilmesi, mağdurun çoğunlukla aile bireyi olması ve törelere göre "meşru' sayılan bir davranış nedeniyle gerçekleştirilmesi gibi (evlilik öncesi cinsel ilişki, zorla evlenmeye karşı çıkma gibi) ölçütlerden yararlanılabilirse de, bunun somut olayda tespiti oldukça güç görünmektedir. Özellikle öldürülenlerin yakınları, suça katılmasalar bile törenin kurallarına boyun eğerek bu nedenle yakınlarının öldürülmesine göz yummakta ve davaya katılmadıkları, gerçeğin ortaya çıkarılmasında adli makamlara bilgi vermedikleri genellikle gözlenmektedir."

(ANKA)



http://www.sabah.com.tr/haber,03F74A003F2A4E5FB385FB030F9118BA.html

14 yaşında evlendirip zorla gerdeğe soktular

14 yaşında evlendirip zorla gerdeğe soktular

28 Ağustos 2008

Şefik DİNÇ Esma ÇAKIR İSTANBUL

14 yaşında evlendirip zorla gerdeğe soktular
Annesi babası boşanınca 14 yaşındaki F.K.’nın velayeti annesi Elmas O.’ya verildi. İlköğretimi bitiren F.K., eğitimini sürdürmek istiyordu.

Ancak annesi onu zorla 22 yaşındaki inşaat işçisi Osman B.’yle evlendirdi. İmam nikáhı kıyıldı, düğün yapıldı. Kızını uzun süredir göremeyen Yüksel K.’nın şikáyeti üzerine, anne, damat ve onun babası gözaltına alındı. Polis merkezine getirilen gelin F., "Zorla alıkoydular" dedi.

YÜKSEL K. ile Elmas O., beş yıl önce boşandı. Üç çocuklarının velayeti babanın rızasıyla anneye verildi. Elmas K., büyük kızını 16 yaşında evlendirdi. Bu yıl 8’inci sınıfı bitiren küçük kızı F.’nin de liseye gitmesine gerek görmedi. Ancak eğitime devam etmek isteyen F., babasına kısa mesaj çekerek, "Lütfen beni yanına al. Şu an ağlıyorum. Annem beni evden kovuyor" diye yardım istedi. Yüksel K., ’tatsızlık çıkmasın’ diye eski eşinin evine gitmedi. Kızına, "Seni sonra alırım" diye mesaj gönderdi. F.’nin çabaları işe yaramadı. Elmas O., 22 yaşındaki inşaat işçisi Osman B.’nin babası Mustafa B.’yle anlaştı. Pazar günü, Zeytinburnu’ndaki Yıldız Düğün Salonu’nda düğün yapıldı.

Zorla evlendirildim

Bir fabrikada çalışan Yüksel K., rızası olmadan kızının evlendirildiğini duyunca Bakırköy Cumhuriyet Savcılığı’na suç duyurusunda bulundu. Savcılığın talimatı üzerine başvurudan üç saat sonra Zeytinburnu İlçe Emniyet Müdürlüğü ekipleri, Elmas O., damat Osman B. ve babası Mustafa B.’yi gözaltına aldı. Bilgisine başvurulmak üzere F.K. de emniyet müdürlüğüne getirildi. Polise zorla evlendirildiğini söyleyen F.K., "Aile beni zorla alıkoydu. Tehdit edildim. Zorla ilişkiye girmek zorunda kaldım" diye ifade verdi. Bunun üzerine Elmas O., Osman B. ve Mustafa B. adliyeye sevkedildi.

Anne Elmas O., savcılıktaki ifadesinde kızının yaşının, kimliğinde göründüğü gibi 14 değil 16 olduğunu öne sürdü. Savcılık, tekrar annesinin evine gönderilen F.’nin yaşının tespit edilmesini beklemek için üç şüpheliyi serbest bıraktı.

Kızının pazar günü evlendirildiğini duyduğunu söyleyen Yüksel K., "O gün salona gidip tatsızlık çıkarmak istemedim. Kanuna göre 14 yaşında bir kızın evlendirilmesi yasak. Hemen savcılığa başvurdum ama serbest bırakıldılar" dedi. Amacının kızını alarak eğitimini devam ettirmek olduğunu belirten Yüksel K., eski eşine öfkesini, "Kızım Anadolu Lisesi sınavlarına girmiş. İyi de puan almış. Ama karar veremeden evlendirdiler. Eski eşimin okuma yazması bile yok. Onun verdiği karara nasıl güvenilir?" diyerek dile getirdi. Düğün salonunun yetkilisi ise, "O gün çok telaşlılardı. Zaten düğünü de bir saat erken bitirdiler. Düğünden önce kızın babasının fotoğrafını göstererek, ’Bu adam gelirse içeri almayın’ dediler. Nedenini şimdi anladık" dedi.

Kanuna göre bu evlilik yasak

Türk Medeni Kanunu’nun 124’üncü maddesinde, erkek veya kadının 17 yaşını doldurmadan evlenemeyeceği belirtiliyor. Ancak olağanüstü durumlarda ve çok önemli bir sebep gösterilirse, 16 yaşını doldurduktan sonra hákim evlenmelerine izin verebilir. Karardan önce ebeveynler ya da vasi muhakkak dinlenir. Kanunun 152’nci maddesi ayrıca kimsenin zorla evlendirilemeyeceği şartını koyuyor. Zorla evlendirilirse savcılığa başvurma hakkı doğuyor. Yasanın evlenmesine izin vermediği yaşta evlendirilen kişi, cinsel birleşmeyi reddedebiliyor. F.K.’nin kemik yaşı 14 çıkarsa Osman B., cinsel istismar ve hürriyetten yoksun bırakma suçlarından yargılanabilir.



26 Ağustos 2008 Salı

Okuyun ve töreden nefret edin!

Okuyun ve töreden nefret edin!

YAZDIR YOLLA
24/08/2008

10 yıl önce berdel evliliği yapan kadınlardan biri hastalanınca “Al kızını, ver kızımı” pazarlığı başladı. Evli çift töreden kaçıyor

Neşet KARADAĞ/ADANA

ŞANLIURFA’da 10 yıl önce yapılan berdel evliliği, kadınlardan birinin hastalanması üzerine bozulmak istendi. Taysun ailesi, 4 çocuk annesi gelinleri 35 yaşındaki Aliye Taysun'u, kemik erimesi nedeniyle ameliyat olması üzerine baba evine geri gönderip, berdel karşılığı 10 yıl önce Ahmet Suvarigil'le evlendirdikleri 3 çocuk annesi kızları 26 yaşındaki Melek Suvarıgil'i geri istedi. Taysun ailesi, olaya bir de ‘namus meselesi’ karıştırıp, kızlarının geri gönderilmemesi halinde ‘ölüm tehtidinde’ bulundu. Suvaligil ve Taysun çiftleri bu gelişme üzerine savcılığa başvurup korunmalarını istedi. Töre baskısı altında tehditler aldığını öne süren 31 yaşındaki Mehmet Ali Taysun, hasta olan eşi Aliye Taysun’u kendisinden ayırmak için ‘namus dedikoduları’ çıkarıldığını söylerken, aynı berdel ile evlenen 31 yaşındaki Ahmet Suvarigil de, “Ablam hastalandığı ve tarlada çalışamadığı için berdeli bozmak istiyorlar. Ablam eniştemi, ben de eşimi seviyorum. Ölmek, öldürmek istemiyoruz. Bizi kendi halimize bıraksınlar” dedi. Hilvan İlçesi’ne bağlı Mantarlı Köyü’nde çobanlık yapan Ahmet Suvarigil, başlık parası ödememek için 10 yıl önce köylüsü Sinan Taysun’un oğlu Mehmet Ali Taysun ile kızkardeşlerini berdel yaptı. Ahmet Suvarigil Mehmet Ali Taysun’un kızkardeşi Melek ile, Mepmet Ali Taysun da Suvarigil’in ablası Aliye ile evlendi. Ahmet Suvarigil ve eşinin Mustafa (8), Yahya (3) ve 2 aylık Hüseyin (yanda) ablası Aliye- Mehmet Ali Taysun çiftinin ise Mehmet Şirin (9), Melek (8), Abdurrahman (6) ve Cemal (5) adlı çocukları oldu. Ahmet Suvarigil, geçim sıkıntısı nedeniyle eşi ve çocuklarıyla birlikte Adana’ya göçüp yerleşti.

HASTALIKLA GELEN SORUNLAR

Hilvan’ın Mantarlı Köyü’nde yaşayan Ahmet Suvarigil’in ablası Aliye Taysun, 4 ay önce kemik erimesinden ameliyat oldu, beline platin takıldı. Eşinin ameliyat ve hastane masrafaları için akrabası Ramazan Karakeçili’den bin YTL borç alan ve geçimini çobanlık yaparak sağlayan Mehmet Ali Taysun, borcunun 600 YTL’sini ödeyebildi. Geri kalanını ödeyememesi, eşinin hasta olması ve tarlada çalışamaması nedeniyle iddiaya göre akrabaları ondan eşini boşamasını istedi, aksi taktirde töre gereği öldürüleceği tehdidinde bulundu. “Ben eşimden vazgeçmem” diyen Mehmet Ali ve eşi Aliye Taysun dövüldü. Aliye Taysun babasının evine gönderildi.

KIZLARINI GERİ İSTEDİLER

Taysun Ailesi, berdeli bozmak için bu kez Adana’da kendi hallerinde mutlu bir yaşam süren Ahmet Suvarigil’i tehdit edip kızları Melek’i geri istedi. İddiaya göre Ahmet Suvarigil’i 4 Temmuz’da telefonla arayan Ömer Karakeçili, “Ablanı başka birisi ile beraber baş başa otururken yakaladık. Bu da bize göre namus meselesidir. Ablanı evinize gönderdik. Kızımızı bize geri gönder. Göndermezsen seni öldürürüz. Bacımız da bize geri gelmezse onu da öldürürüz” tehdidinde bulundu.

TAYSUN ÇİFTİ DE ADANA'YA KAÇTI

Suvarigil eşi Melek ile birlikte Cumhuriyet Savcılığı’na giderek eşinin akrabaları Halil, Mehmet Ali, Salih, Mustafa ve Sinan Taysun, Ömer Karakeçili, amca çocuğu Ömer Karakeçili, Hamza, Sinan, Halil, İbrahim, Ramazan ve Mustafa Karakeçili hakkında suç duyurusunda bulunup, koruma istedi. Mehmet Ali ve eşi Aliye Taysun da, Siverek Cumhuriyet Savcılığı’na giderek kendilerini tehdit edip döven akrabaları Ömer, Hamza, Ramazan, Halil, Sino ve Ahmet Karakeçili hakkında suç duyurusunda bulundu. Taysun Ailesi öldürülme korkusuyla Şanlıurfa’dan kaçıp kendileri gibi töre gereği öldürülmekle tehdit edilen Ahmet Suvarigil ile eşi Melek’in yanına sığındı.

‘BİZİ RAHAT BIRAKSINLAR’

Adana’da bir evde 7 çocukla birlikte kalan berdel mağduru Suvarigil ve Taysun çiftleri, hayatlarının tehlikede olduğunu belirterek korunmalarını istedi. Akrabalarının kendisini, eşini ve çocuklarını öldürmesinden korktuğunu belirten Mehmet Ali Taysun şunları anlattı: “Eşim hasta. Ben eşimle mutlu bir hayat sürmekteyim. Bölgemizde akraba ilişkileri çok sıkı olduğu için eşimin hasta olması ve tarlaya işe gitmemesi nedeniyle akrabalarım beni eşimden ayırmaya kalktı. Bana ‘Sen bu kadını terk et, yeniden evlen. Evlilik masraflarını da biz yaparız. Yeter ki sen bunu gönder’ dediler. Ben de kendilerine ’eşimle bir sorunum olmadığını, boşanmayacağımı’ söyledim. Bu defa beni ve eşimi öldürmekle tehdit ettiler. Biz de kaçmak zorunda kaldık. Devletimizin bizi korumasını istiyoruz.” Yanlarına sığınan 4 çocuklu ablası ve eniştesiyle birlikte yaşamaya başlayan Ahmet Suvarigil de, her an akrabalarının kendilerini öldürmeye gelmelerinden korktuklarını söyledi. Suvarigil, “Bizi kendi halimize bıraksınlar. Ölmek, öldürmek istemiyorum. Bizim mutlu bir yaşamımız var. Ben eşimi, ablam da kendi eşini seviyor. Yuvalarımızı yıkmasınlar” dedi. (dha)

http://www.radikal.com.tr/Default.aspx?aType=Detay&ArticleID=895251&CategoryID=77

25 Ağustos 2008 Pazartesi

Berdel evliliğinde 10 yıl sonra hastalık takası

Berdel evliliğinde 10 yıl sonra hastalık takası

25 Ağustos 2008

Neşet KARADAĞ/ADANA, (DHA)

Berdel evliliğinde 10 yıl sonra hastalık takası
Şanlıurfa’da on yıl önce yapılan berdel evliliği, on yıl sonra görülmemiş bir tuhaflığı da beraberinde getirdi.

Dört çocuk annesi Aliye Taysun’un kemik erimesi hastalığına yakalanması üzerine, aile, gelinlerini baba evine gönderdi. Arkasından da, üç çocuk annesi kızları Melek Suvarigil’i geri istedi. İşe bir de ’namus meselesi’ boyutu eklendi ve "Kızımızı göndermezsen öldürürüz" denildi. Birbirlerine sığınan Taysun ve Suvarigil aileleri devletten koruma istedi.

Şanlıurfa’nın Hilvan İlçesi’ne bağlı Mantarlı Köyü’nde çobanlık yapan Ahmet Suvarigil, başlık parası ödememek için 10 yıl önce köylüsü Sinan Taysun’un oğlu Mehmet Ali Taysun ile kızkardeşlerini berdel yaptı. Taysun Ailesi, 35 yaşındaki dört çocuk annesi gelinleri Aliye Taysun’u, kemik erimesi hastalığına yakalanınca baba evine geri gönderdi. Bununla da kalmadı, berdel karşılığı 10 yıl önce Ahmet Suvarigil’le evlendirdikleri 26 yaşındaki üç çocuk annesi kızları Melek Suvarigil’i geri istedi.

İddiaya göre 31 yaşındaki Ahmet Suvarigil’i 4 Temmuz’da telefonla arayan Ömer Karakeçili, "Ablanı başka birisi ile beraber baş başa otururken yakaladık. Bu da bize göre namus meselesidir. Ablanı evinize gönderdik. Kızımızı bize geri gönder. Göndermezsen seni öldürürüz. Bacımız da bize geri gelmezse onu da öldürürüz" tehdidinde bulundu.

Suvarigil eşi Melek ile birlikte Cumhuriyet Savcılığı’na giderek eşinin akrabaları Halil, Mehmet Ali, Salih, Mustafa ve Sinan Taysun, Ömer Karakeçili, amca çocuğu Ömer Karakeçili, Hamza, Sinan, Halil, İbrahim, Ramazan ve Mustafa Karakeçili hakkında suç duyurusunda bulunup, koruma istedi.

Birbirlerine sığındılar

Mehmet Ali ve eşi Aliye Taysun da, Siverek Cumhuriyet Savcılığı’na giderek kendilerini tehdit edip döven akrabaları Ömer, Hamza, Ramazan, Halil, Sino ve Ahmet Karakeçili hakkında suç duyurusunda bulundu. Taysun Ailesi, öldürülme korkusuyla Şanlıurfa’dan kaçıp kendileri gibi töre gereği öldürülmekle tehdit edilen Ahmet Suvarigil ile eşi Melek’in yanına sığındı.

Bir evde yedi çocukla birlikte kalan berdel mağduru Suvarigil ve Taysun çiftleri, hayatlarının tehlikede olduğunu belirterek korunmalarını istedi. Akrabalarının kendisini hasta olan eşi Aliye’den ayırmak için ’namus dedikoduları’ çıkardıklarını söyleyen 31 yaşındaki Mehmet Ali Taysun şunları söyledi: "Eşim hasta. Ben eşimle mutuyum. Bölgemizde akraba ilişkileri çok sıkı olduğu için eşimin hasta olması ve tarlaya işe gitmemesi yüzünden akrabalarım beni eşimden ayırmaya kalktı. Bana, ’Sen bu kadını terk et, yeniden evlen. Evlilik masraflarını da biz yaparız. Yeter ki sen bunu gönder’ dediler. Ben de kendilerine, ’Eşimle bir sorunum olmadığını, boşanmayacağımı’ söyledim. Bu defa beni ve eşimi öldürmekle tehdit ettiler. Biz de kaçmak zorunda kaldık. Devletimizin bizi korumasını istiyoruz."

Bizi rahat bıraksınlar

Yanlarına sığınan dört çocuklu ablası ve eniştesiyle birlikte yaşamaya başlayan Ahmet Suvarigil de, her an akrabalarının kendilerini öldürmeye gelmelerinden korktuklarını söyledi. Suvarigil, "Bizi kendi halimize bıraksınlar. Ölmek, öldürmek istemiyorum. Bizim mutlu bir yaşamımız var. Ben eşimi, ablam da kendi eşini seviyor. Yuvalarımızı yıkmasınlar" dedi.

20 Ağustos 2008 Çarşamba

Töre 4 çocuklu ailenin peşinde

Töre 4 çocuklu ailenin peşinde

Erol ŞENNUR Sabah Gazetesi 20.8.2008
5 yıl önce berdel evliliği yapan iki aileden biri, 3 çocuklu kadını "geri vermek" isteyince, bu süre içinde 4 çocuğu olan diğer aileye töreden kaçmak düştü..
Şanlıurfa Siverek ilçesinin Turna köyünde yaşayan Ahmet Suvarigil, 5 yıl önce aynı köyde yaşayan Melek Taysun ile berdel karşılığı evlendi. Ahmet Suvarigil, Melek Taysun ile evlenirken, erkek kardeşi Mehmet Ali Tuysun da Ahmet'in ablası ile evlendi. Ahmet'in 4, ablasının ise 3 çocuğu oldu. Ahmet Suvarigil (31) eşi Melek (26) ve çocuklarını alıp Adana'ya geldi ve burada yaşamaya başladı. Eşi ve çocuklarıyla birlikte mutlu bir hayat süren Suvarigil'in huzuru, geçtiğimiz ay gelen tehdit telefonları yüzünden bozuldu.

'NAMUS MESELESİ'
Ahmet Suvarigil'i arayan eşinin yakınlarından Ömer Karakeçili, "Ablanı birisiyle başbaşa otururken yakaladık. Bu bize göre namus meselesidir. Ablanı evine gönderdik. Kızımızı geri gönder, göndermezsen biz sana yapacağımızı biliyoruz. Seni de, gelmezse bacımızı da öldürürüz" diyerek tehditte bulundu. Ablasının da tehdit edildiğini öğrenen Ahmet Suvarigil eşi ve çocuklarını yanına alarak jandarmaya ve savcılığa 14 kişi hakkında suç duyurusunda bulunarak koruma istedi.


Berdel nedir?

Daha çok başlık parasını ödememek için yapılan berdel evliliklerinde, dört insanın kaderi aile büyüklerinin kararıyla birbirine bağlanmış oluyor. Berdel ile evlendirilen kadınlardan birinin kocası onu istemezse ya da boşarsa, berdel yapılan diğer kadın da eşiyle mutlu olsa bile boşanmak zorunda kalıyor.

Alman televizyonunda Türkiye nasıl rezil oldu


Cengiz SEMERCİOĞLU

Alman televizyonunda Türkiye nasıl rezil oldu Alman televizyon kanalı RTL’de pazartesi akşamı yayınlanan Ekstra Magazin (Extra-Das RTL-Magazin) adlı program, bir Türk ve bir Alman kadını Türkiye’ye tatile gönderdi ve yaşadıklarını başından sonuna gizli kameraya çekti.

Beş ayrı yere gitti kadınlar ve bakın başlarından neler geçti...

1- Hamburgercide

Herkesin görebildiği yerde asılı olan fiyatları Türk kadına lira, Alman kadına euro olarak söylediler.

Yani Türk kadın hamburgeri 6 liraya, Alman kadın 6 euroya aldı.

Üstelik çok ünlü bir fast food zinciriydi bunu yapan, markayı buzlayarak vermelerine rağmen ne olduğu anlaşılıyordu.

Kameralar geldiğinde bütün satış görevlileri bir yerlere kaçıştı, sonra bir görevli çıktı pişkince "Alman kadına sattığımız fiyatlar pahalı değil" dedi.

2- Takside

Türk kadınla Alman kadın aynı yerden taksiye bindiler aynı mesafeyi gidip aynı yerde indiler.

Türk kadın 20 euro ödedi, Alman kadın 30 euro...

Kameralar Alman’ı taşıyan taksiciyi bulup sordu.

"Anlaşamadık, çok dolaştık yol uzadı" falan dedi.

Sonradan anlaşıldı, gece tarifesi açmış.

3- Mağazada

Alman kadın bir mağazaya girip çanta satın aldı, 70 euro ödedi.

Bunların hepsi gizli kamerayla çekiliyor.

Bir süre sonra Türk kadın aynı mağazaya girip aynı çantayı aldı, 30 euroya...

Sonra kameralar geldi, neden böyle yaptığını sordular bizim uyanığa...

Neyse ki bu satıcı insaflı çıktı, özür dileyip 40 eurosunu iade etti Alman’ın.

4- Kuyumcuda

Alman kadın kuyumcuya girip 170 euroya bir kolye aldı.

Ardından dükkana giden Türk kadın aynı kolyeye 130 euroya ödedi.

Kameralar gelip "Bu fark turist olmasından mı kaynaklanıyor" diye sorunca dükkan sahibi sinirlendi.

Başladı bağırmaya; "Serbest piyasa bu, istediğimi istediğim fiyata satarım size ne oluyor, kimse karışamaz bana" diye...

Almanlar neye uğradıklarını şaşırıp çıktılar dükkandan.

5- Restoranda

Alman kadın bir restorana girip, mezeler, yemekler sipariş etti.

Ardından Türk kadın girdi, aynı yemekleri yiyip aynı şeyleri içti...

Sıkı durun!

İkisi de kuruşu kuruşuna aynı parayı ödedi.

Kameralar mikrofon uzatınca da restoran sahibi; "Bizim için din, dil, ırk fark etmez. Her müşterimiz önemlidir, her müşteriye aynı hizmeti aynı fiyata sunarız" dedi.

Derin bir ohh çektik, nihayet dürüst bir satıcı çıktı diye...

* * *
Bu anlattıklarım aynı sırayla salı akşamı RTL’de yayınlandı.

Her bölümün arasında da Türk bayrakları dalgalandı, sahillerden görüntüler yayınlandı.

Sonunda da toplu bir hesap çıkardılar.

"Bir Almanla bir Türk’ün Türkiye’de yaptıkları günlük harcamalar arasındaki fark 108-110 euro civarında" sonucuna vardılar...

Yani açıkça "Bu Türkler bizi kazıklıyor" dediler.

Şimdi siz Almanya’da istediğiniz kadar turizm reklamı yapın, salı gecesi RTL’yi izleyen milyonlarca Alman’ın kafasındaki "Kazıkçı Türkler" imajını silebilir misiniz?

Hem her şey dahil sistemlerle en ucuz tatil cenneti ol hem de kazıkçı olarak anıl...

Bir de üstüne böyle rezil ol...

Esnafından otelcisine kadar hálá turizmi öğrenemedik ya ona yanıyorum.

Bu yabancı anneler çocuklarını sevmiyor!

İnsan tatilde bolca etrafını gözleme fırsatı buluyor, sonuçta da sinir hastası olarak geri dönüyor.

Geçen hafta sonu şezlong gündemimde Türk anneleri vardı, bolca onları gözledim.

Türk anneleri ile yabancı anneler arasında ciddi davranış farklılıkları var. Bizimkiler sürekli bir uyarı halinde;

Çok açılma çocuğum boğulursun...

Orada durma başına güneş geçecek...

Oynama diyorum sana şunlarla...

Ayağına terliğini giy...

Gözüne kum kaçacak...

Plaj gibi çocukların en rahat edecekleri yerde bile sürekli uyarı, sürekli uyarı...

Hani çocukların akılları biraz daha hızlı gelişse eminim hepsi "Yeteeeer beeee" deyip isyan bayrağını daha o yaşta açacak.

Oysa yabancı anneler çocukların üzerine hiç bu kadar düşmüyor.

Ne yani onlar çocuklarını bizimkilerden daha mı az seviyor, daha mı az düşünüyor.

Onlar "yapma, etme" diye sürekli uyaracaklarına çocuklarıyla birlikte hareket ediyorlar, sürekli uzaktan kontrol ediyorlar.

Sonra bizim o erkek çocukları büyüyor, annesine düşkün adamlar haline dönüşüyorlar...

Ee olan yine bizim kadınlara oluyor, anne sözünden çıkmayan adamlarla uğraşmak zorunda kalıyorlar.

Afgan kadınları kendilerini yakıyor

Afgan kadınının çığlığı



İşte baskılarla dolu yaşamların sonu. Afganistan'da giderek daha çok kadın intiharı seçiyor. Bunun için kendilerini yakıyorlar. Çünkü en ucuz intihar şekli bu... Ama acılarla dolu yaşamların acı sonuna bile dünya hala kayıtsız.

Kendini yakan kadınların dramı

Afganistan'da kadın olmak

ABD'nin 2001'de Afganistan'da Taliban iktidarına karşı başlattığı harekatla Taliban'dan "kurtardığı" ülkede, kadınların gelişimine dair verilen sözler çoktan unutuldu. Taliban gitti ama yerine gelen iktidar, kadınlar için neredeyse hiç bir şey yapmadı. Kadınlar yine eğitimden mahrum, sosyal hayattan dışlanmış, mahalle baskısı altında yaşamaya devam ediyor.

Burkadan, sargılara

Güçlüklerle dolu yaşamlarından kaçabilmek için kendilerini yakarak intihar etmeyi seçen kadınların sayısı giderek artıyor. Bunun için ise kendilerini yakarak öldürmeyi seçiyorlar. Çünkü en ucuz intihar şekli bu. Yapılan araştırmalara göre Afgan kadınları en kolay ateşe ulaşabiliyor. İşte bu yüzden şu sıralar Herat kentindeki hastanenin Yanık Ünitesi, kendini yakarak öldürmeye çalışan kadınlarla dolup taşıyor. Onlar burkadan çıkıp, sargılara giriyor. Çoğu da kurtarılamıyor.
Tecavüz, taciz, mahalle baskısı, zorla evlilik

Alman sivil toplum örgütü 'Medica Mondiale'ye göre, son bir yılda "tek kurtuluşu" kendini yakmakta bulan Afgan kadınlarının sayısı ikiye katlandı. Başkent Kabil'de sadece bu yıl 36 kadın kendini yakarak intihar etti. İntihar olaylarının başlıca sebepleri arasında zorla evlendirilme, tecavüz, cinsel taciz, mahalle baskısı, burka altında geçen ya da geçmek bilmeyen yıllar var.

Cinsel ilişkiye girmeyen kocaya ceza

Cinsel ilişkiye girmeyen kocaya ceza

20 Ağustos 2008

ANKA

Cinsel ilişkiye girmeyen kocaya ceza
Yargıtay 2. Hukuk Dairesi, evlilik süreci içerisinde eşiyle cinsel ilişkide bulunmayan kocayı tazminat ödemeye mahkum etti. Yargıtay, verdiği kararda cinsel ilişkide bulunmamayı da ‘kişilik haklarına saldırı’ olarak yorumladı.

Eşinin kendisiyle birlikte olmadığı gerekçesiyle boşanma ve tazminat talebiyle açılan davada Ankara 3. Aile Mahkemesi’nin verdiği kararı bozan Yargıtay 2. Hukuk Dairesi, cinsel birleşmenin olmaması nedeniyle kocanın tazminata mahkum edilmesi gerektiğine karar verdi.

Yargıtay 2. Hukuk Dairesi, verdiği kararda şu görüşleri dile getirdi:

“Erkek eş tarafından psikolojik nedenlerle de olsa cinsel birleşmenin gerçekleştirilmemesi kadına manevi tazminat verilmesi için yeterlidir. Ruhsal nedenlerle de olsa cinsel birleşmenin gerçekleştirilmemesi kusur oluşturur. Davacı kadının kişilik haklarına saldırının varlığı sabittir. Türk Medeni Kanunu’nun 174/2. maddesi, boşanmaya sebebiyet vermiş olan olaylar yüzünden kişilik hakları saldırıya uğrayan tarafın, kusurlu olandan manevi tazminat isteyebileceğini öngörmüştür. Toplanan delillerden evlilik birliğinin temelinden sarsılmasına sebep olan olaylarda tazminat isteyen kadının ağır ya da eşit kusurlu olmadığı, bu olayların kişilik haklarına saldırı teşkil ettiği anlaşılmaktadır. O halde mahkemece, tarafların sosyal ve ekonomik durumları, tazminata esas olan fiilin ağırlığı ile hakkaniyet kuralları dikkate alınarak kadın yararına uygun miktarda manevi tazminata hükmedilmesi gerekir. Bu yönün dikkate alınmaması doğru görülmemiştir.”

Hurriyet Gazetesi

Bir aylık gelinin cinneti

Bir aylık gelinin cinneti

20 Ağustos 2008

Arda AKIN / ANKARA

Bir aylık gelinin cinneti
18 yaşındaki bir aylık gelin, kavgalı olduğu kayınvalidesini eve getiren eşini kalbinden bıçaklayarak öldürdü.

YAKLAŞIK iki yıl önce tanışan Kübra (18) ile Yakup Yaşar (24), geçen ay evlilik hazırlıkları yapmaya başladı. Yakup Yaşar, yalnız yaşayan annesi Elife Yaşar’ın da kendileriyle yaşamasını istediğini söyledi. Bunu kabul etmeyen Kübra Yaşar, müstakbel kayınvalidesiyle de tartıştı. Genç çift 17 Temmuz’da evlenerek, kayınvalidenin Sincan’daki evinin bulunduğu mahallede bir ev tuttu. Yakup Yaşar, eşini tartıştığı annesiyle barıştırmak istedi. Annesini önceki akşam eve getiren Yakup Yaşar, eşinin hakaretlerine maruz kaldı.

İddiaya göre Elife Yaşar, gelinini sakinleştirmeye çalışırken, genç kadın, "Sen karı koca arasındaki tartışmaya karışma" diyerek bağırdı. Bunun üzerine Yakup Yaşar, eşine, "Elini öp ve barışın" dedi. Ancak Kübra Yaşar, bıçağı eşinin kalbine sapladı. Genç damat hastaneye kaldırıldı, kurtarılamadı. Gözaltına alınan ve ifadesinde kayınvalidesinin eve gelmesine kızdığını belirten Kübra Yaşar, "Eşimin, kayınvalidemi bizde kalması için getirdiğini düşündüm. Bıçağı elime aldım ve gözümü kararttım. Daha sonrasını hatırlamıyorum. Eşimi çok seviyordum, ölmesini kesinlikle istemedim" dedi. Genç kadın tutuklandı.

Hurriyet Gazetesi

19 Ağustos 2008 Salı

Aslolan kutsallıksa ölmek ve öldürmek teferruattır!

Aslolan kutsallıksa ölmek ve öldürmek teferruattır!

16/08/2008
ATALAY GİRGİN (Arşivi)

Birileri aynı kutsal adına öldürürken ve ölürken, geride kalanlar da aynı kutsal adına öldürdüğünü ve öldüğünü düşünürler onun. Ölmek ve öldürmek kutsallıkla kuşanır. Nasılsa, öldürdükçe ‘kahraman’, öldükçe ‘şehit’ olunacaktır. Yaralı kalırsan da ‘gazi’lik garanti zaten!

İnsan için ölmek ve öldürmek, bireysel ve toplumsal anlamda, varlığını armağan etme anlayışının ve kültürünün bilinç kılınmasının ifadesidir. Varlığını armağan ederek ya da ötekinin varlığını ortadan kaldırarak, kendisine ya da kendisi gibi olanlara yaşam alanı yaratmanın, var olan yaşam alanını korumanın ifadesi...

İnsan, diğer canlılardan farklı olarak, doğayı yer altı ve yer üstü varlıklarıyla birlikte, kendi üretim, tüketim ve bölüşüm zincirine eklemleme ve bunun sürekliliğini sağlama eylemliliği ile birikimsel bir zenginlik yaratma başarısını gösterebilmiştir. Ki günümüzde, bilim ve teknolojinin sağladığı olanakları da kullanarak, bu üretim zincirine, evrendeki başka gezegenleri de eklemlemenin arifesindedir.

Yeryüzünde çoğalan insan nüfusunun, şu ya da bu oranda yaşamda kalma süreci bu sayede olanaklı kılınmıştır. Eğer ki doğa, insanın üretim zincirine eklemlenmeksizin on binlerce yıl önceki ekosistemiyle kalsaydı, yeryüzünde insan sayısı asla bugünkü düzeyine ulaşamazdı. Maddi ve manevi boyutuyla kültür (bilim, sanat, teknoloji, ahlak, hukuk, din, eğitim, ulaşım, v.b gibi) bu denli gelişemezdi.

Ne var ki yukarıdaki sözler, insanın, insanlığın tarihsel toplumsal gerçekliğine ilişkin, çizilebilecek bir tablonun ilk eskizlerine vurulan genel çizgilerden öte, doğru ya da yanlış, olumlu ya da olumsuz herhangi bir değer taşımıyor. Çünkü bu tablonun genel çizgileri, bugün olduğu gibi, dün de aynı insan toplumları içinde bile elbirliğiyle, eşitlik ve adalet içinde gerçekleşmemiştir.

Aynı toplum içinde bile yapılan iş, herkes için aynı anlama ve aynı değere sahip olmamıştır, tıpkı bugünkü gibi. Keza var olan ya da biriken zenginlik de... Tarihsel toplumsal gerçekliğin bu boyutunu da dikkate almaya başladığımızda, olumluluk ya da olumsuzluk atfedilen değerlerle, anlamlandırmalarla karşılaşırız. Gerçekliğe bağlı ya da gerçekliğe aşkın düşsel, düşünsel temelli amaçlar ve amaçsızlıklarla... Dahası bu doğrultudaki eylemlilik ve eylemsizliklerle de...

Dünya hiçbir çağda, her insan için aynı büyüklüğe, aynı değere, aynı anlama sahip değildir. Bu tarihsel ve güncel anlamda, onun üzerinde var olan zenginlikler için de geçerlidir.

Değişen doğal ve toplumsal koşullarda varlığını koruma ve sürekliliğini sağlama eylemliliğine girişen insan toplumlarının, kendilerine yeni yaşam alanları arayışı ya da yaşadıkları alanların ötesinde üretim zincirine eklemleyebilecekleri yer üstü ve yer altı kaynaklarına ulaşma isteği, başka insan toplumlarının varlıklarına bir tehdit olmuş ya da tehdit olarak algılanmıştır. Bu tehdit ya da tehdit algılaması karşısında insanların varlıklarını korumak için yapacağı en önemli şey, bedenlerini ortaya koymaktır ki bunun adı ölmek ya da öldürmektir. Gelenler için de geçerlidir aynı davranış...

İşte bu noktada, ölüm, kendinde bir şey olarak, bir canlı varlığın yaşamdan gitmesiyken; bir anda, ölümün, neden, nasıl, niçin gerçekleştiğine, insanın neden, niçin, nasıl öldüğüne, öldürdüğüne ya da öldürüldüğüne bağlı bir biçimde ekonomik, sosyal, siyasal bir nitelik kazanır. Yani toplumsal bir varlık olan insan için ölüm, ölmek ve öldürmek, bir soyutlama düzleminde, siyasaldır.

Bireysel anlamda, ölen insanın yakınları nedenli üzülse, acı çekse, ağıt yaksa da var olanı korumak ya da onun egemenliğini sürdürmek için eylemden ya da eylemsizlikten kaynaklanan ölümün siyasallığı gerçekliğini ve hakikatini değiştirmez bu...

Tarihsel ve güncel anlamıyla, eşitsizliğin ve adaletsizliğin veri olduğu koşullarda, var olma ve varlıkta kalma tercihi, ölmek ve öldürmekle, ölmeye ve öldürmeye hazır olmakla hayat bulur. Ki bu veri olan eşitsizliği ve adaletsizliği sürdürmenin de, onu değiştirme isteği ve eyleminin de gerekli koşuludur. Kendisi için ölmeye öldürmeye hazır, seferber edebileceği güçleri olmaksızın hiçbir egemen güç, ne varlığını ve birikimsel zenginliğini koruyabilir ne de onlara yenilerini ekleyebilir. Keza bunu değiştirmek isteyenler, bundan muzdarip olanlar için de geçerlidir bu...

Ne var ki, ölmeye öldürmeye gönderilenlerin büyük bir bölümü, bu gidişlerinin var olan eşitsizliği, adaletsizliği korumak ve var olanın egemenliğini sürdürmek için olduğunu bilmez ya da düşünmez. Onlar için bu gidiş bu görev kutsal kılınmıştır. Ölmek de öldürmek de bu kutsal adına meşrudur artık.

İnsanı, aklını ve bilincini paranteze almaya yönelten kutsal ve onun meşruluğu olmasa zaten, ölüme göndermek mümkün olmaz kimseyi... Ki burada ölümün siyasallığının üzeri örtülür, bilince çıkması engellenir kutsalla...

Oysa kendinde bir şey olarak, insandan bağımsız hiçbir kutsal varlık yoktur. Kutsalı yaratan da kutsallık atfedilen bir varlığın var olma haline son veren de insandır. Kutsal; birey olarak insanın ve kitlelerin bilinci üzerine çekilen kapkaranlık ideolojik bir örtüdür; bireyin düşünüşünü, söyleyişini, eyleyişini biçimlendiren ve yönlendiren... Kitleleri tahakküm altına alan, sormaya, sorgulamaya girişeni “günah keçisi”ne dönüştürüveren…

İlkel denilenler de dahil, var olan tüm dinler ve milliyetçilik başta olmak üzere, tüm ideolojiler kutsallar yaratır. Bu kutsal ya da kutsallık atfedilmiş varlık ekseninde de eylemeye, düşünmeye; ölmeye öldürmeye yöneltirler insanları.

Sonuçta birileri aynı kutsal adına öldürürken ve ölürken, geride kalanlar da aynı kutsal adına öldürdüğünü ve öldüğünü düşünürler onun... Siyasallıktan küçücük bir eser, küçücük bir kuşku bile yoktur ortada… Ölüm, ölmek ve öldürmek kutsallığın kundağına belenmiştir insanların bilincinde. Bir bebek kadar masum, bir bebek kadar güzel, büyütülebilir artık... Nasılsa, öldürdükçe ‘kahraman’, öldükçe ‘şehit’ olunacaktır. Ehh… Ölmeyip yaralı kalırsan da ‘gazi’lik garantidir zaten…

Şimdi sormak gerek işte: Ölüm müdür kalleş olan? Yoksa onun kundağına belendiği kutsal mı?..

A. Girgin: Felsefe öğretmeni

Kadın çağdaşlık ve uygarlığın anahtarıdır (Fetvaya dayalı yaşam kadını toplum dışına iter)

Güngör UrasOlayların içinden

Kadın çağdaşlık ve uygarlığın anahtarıdır (Fetvaya dayalı yaşam kadını toplum dışına iter)

Çağdaş bir yaşam özlemi içinde olan ülkemiz insanının (özellikle kadınlarımızın ve kızlarımızın) yaşamını “şeriat hukuku”ndan esintilerle “sınırlamaya yönelik çabalar” giderek artıyor.
Şeriat hukukunun uygulanması fetvalarla oluşur. Günümüzde Türk kadınlarının yaşam biçimini şeriata göre biçimlendirme çabalarının büyük bölümü de Osmanlı dönemindeki fetvalara dayanıyor. Osmanlı dönemindeki fetvaların Osmanlı’da günlük yaşamı ne hale getirdiğini, kadınları yaşam dışına nasıl ittiğini öğrenebilmek için, fetvaları okumak öğrenmek gerekir.
Cahit Kayra, fetvalara dayalı bir yaşamın nasıl bir yaşam olduğunu anlatabilmek için 1872 yılında İstanbul’da basılan “Behçet-ül Fetâvi” adlı eserden seçmeler yaptı. (”Osmanlı’da Fetvalar ve Günlük Yaşam”, Boyut Kitapları, Haziran 2008, 136 sayfa).
Fetvalar, Müslümanların, yaşamlarıyla ilgili konularda, müftülerin, kadıların ve din adamlarının “İslam hukuku”nu kendilerine göre değerlendirerek” yaptıkları yorumlar, verdikleri kararlar ve getirdikleri kısıtlamalardır.

Fetvalarda kadın horlanmıştır
Fetvalar genelde soru/cevap şeklinde olmakta, benzer olaylarda farklı kişilerce verilen fetvalar birbirine benzememektedir. Çünkü fetvaların dayanağı yazılı bir İslam hukukunun sistematiği yoktur.
Fetvaların bir bölümü Arapçadan çevrilmiştir. Osmanlı fetva kaynakları Arap kültüründen kaynaklanmıştır. Din konusunda çalışan ilmiye sınıfının halkın bilmediği bir dili kullanarak
bir yanda kendilerini farklı konuma oturtmaları, öte yanda, söylediklerinin ve yazdıklarının eleştirisinin önünü kapatmaları yaygın bir uygulamadır. Osmanlı müftülerinin ise fetvalarıyla Arap yaşam biçimini Osmanlı yaşamında hâkim kılma, Arap örf ve âdetlerini Osmanlı'ya yansıtma çabaları dikkat çekmektedir.
Cahit Kayra’nın kitabında yer alan örnek fetvalardan da anlaşılacağı gibi, fetvaların çoğu kadın ve cariye üzerinedir. Osmanlı’da esir ticareti (cariyelik) 1856 yılında çıkarılmış bir fermanla yasaklanmış ise de 1800’lü yılların sonuna kadar cariyeler Osmanlı yaşamının bir parçası olmuştur.

Fetvalarda erkek egemendir
Cahit Kayra diyor ki, ”Fetvalarda dikkati çeken, günlük hayatı kısıtlayan yasakların bolluğudur. Hurafelere açık olan zihniyet, inanç konusunda tartışmayı, insanların akıllarını kullanmasını kabul etmez. Bunlara uymayanlara derhal ölüm cezası verilir. Fetvalara göre kadın bir maldır. Şeriata göre, kadın aklen ve dinen eksik yaratılmıştır. Alınır, satılır, dövülür, boşanır, sokağa atılır, hatta öldürülür. Fakat garip bir çelişki olarak, cariyeler bir yanda alınıp satılırken, rahat ve açık giyinmek, sokağa çıkmak gibi konularda kadınlardan daha özgürdür... Güçlünün güçsüzü sömürmesi fetvalarda açıklıkla görülmektedir. Güçlü erkektir. Güçsüz ise hür veya cariye kadındır.”
Sayın okuyucularım, Atatürk devrimlerinden bu yana cumhuriyet Türkiye’sinde kadın, çağdaşlık ve uygarlık anahtarıdır. Kadın-erkek eşitliği esastır. Kızlarımızın daha iyi yetişmesini, kadınlarımızın her bakımdan güçlü olmasını istiyoruz. Dine saygı tartışılamaz. Fakat yanlış veya hatalı yorumlarla kızlarımızın kadınlarımızın cahil kalmasını, toplum dışına itilmesini, ezilmesini kabul etmemiz imkânsızdır.
Cahit Kayra’nın kitabını okuyunuz. Bugün tekrar yaşama geçirilmesine çalışılan yanlış veya hatalı fetvalardan kaynaklanan yorumların genelde toplumu, özelde kadınlarımızı nasıl kötü duruma ittiğini görünüz.

18 Ağustos 2008 Pazartesi

Töre kaçaklarının göz nuru eserleri

Töre kaçaklarının göz nuru eserleri
Töre kaçaklarının göz nuru eserleri

Çalışmalar, Çifte Minareli Medrese’de halkın beğenisine sunuldu.


Radikal Gazetesi 18/08/2008

Töre ve şiddetten kaçan kadınların el emeğiyle yaptığı eserler Çifte Minareli Medrese'de sergilendi. Kadınlardan bazıları sergiye gelmedi bazıları çarşafla kimliğini gizledi

TURGAY İPEK

ERZURUM - Erzurum merkez Yakutiye Belediyesi’ne ait Şükrü Azak Şefkatevi'nde barınan töre ve şiddet mağduru kadınların el emeği, göz nuru dökerek ortaya koydukları eserler, tarihi Çifte Minareli Medrese’de sergilendi. ‘Tanınma’ korkusuyla sergiye katılamayan 15 kadının boyama ve elişleri büyük beğeni topladı.

Kimi töre cinayetinden, kimisi eşinden gördüğü şiddet nedeniyle kaçarak Yakutiye Belediyesi’nin Şefkatevi'ne sığınan kadınlar, tüketen değil, üreten birey olmak için burada açılan biçki- dikiş ve boyama kursuna katıldı. Kursiyerlerin 4 ayda yaptıkları birbirinden güzel malzemeler, kent merkezindeki tarihi Çifte Minareli Medrese’de halkın beğenisine sunuldu. ‘Tanınma’ korkusu yaşayan kadınların çoğu sergiye katılmazken, bazıları kara çarşaf giyerek mutlu güne ortak oldu.

OKUMA YAZMA ÖĞRENDİLER

Yakutiye Belediyesi Şükrü Azak Şefkatevi Müdürü Nesibe Turan, töre ve şiddetten kaçan 15 kadın ile 11 çocuk olmak üzere toplam 26 kişiyi barındırdıklarını belirterek şunları söyledi:

“Hayatla kopuk yaşayan bu kadınlara önce okuma- yazma bilmiyorlarsa bu eksikliklerini gideriyoruz. Düzenlediğimiz çeşitli aktivitelerle yaşadıkları kötü ortamdan uzaklaştırıyoruz. Çocukları ile birlikte özlemini çektikleri mutlu günleri burada yaşıyorlar. Üretken olmalarını sağlamak için açtığımız kurslara alıyoruz. Elde edilen gelirin tümünü onlara veriyoruz. Bazıları sergiye katılmadı. Gelenler ise tanınmamak için önlem aldı. isterdik ki onlar da bu sergide bulunsunlar ama, çok haklı gerekçeleri var.”

‘SALINCAKTA SALLANMAK İSTİYORUM’

Yaşadığı kötü günlerden kurtulmak için kaçıp polise sığındığını ve savcılık tarafından şefkatevine yerleştirildiğini söyleyen kadınlardan A. C., “İsimlerimiz farklı, ama kaderlerimiz aynı olan kadınlarla hayatın tadını almaya başladık. Burada kendimizi geldik. Artık ölmeyi değil, yaşamak için neler yapmamız gerektiğini düşünüyoruz. Belki de küçük bir işyeri açıp çocuklarımızla birlikte hayatta kalmayı başarırız. Açtığımız sergiye korkudan katılamadık. Benim hayatta en büyük hayalim, salıncakta sallanmak. Umarım bir gün çocuklar gibi o salıncakta sallanırım” diye konuştu.

Şefkatevinde barınan kadınların yaptığı 200 parçadan oluşan sergide satışı yapılan çalışmalar hakkında görüş belirten bir kişi, “Sergideki eserlerin gerçeken el emeği, göz nuru dökülerek yapıldığı belli. Ülkemizin kanayan yaralarından biri olan töre cinayeti ve şiddetin kurbanı olan bu kadınlarımıza üzülmemek elde değil” dedi. (dha)

15 Ağustos 2008 Cuma

Töre Cinayetleri Çözülür(!)

Töre Cinayetleri Çözülür(!)


Töre cinayetleri. Bir batılı için �ne kadar da acı� ibaresi ile düşünülen, Batılı olmam itibarı ile benim de bazen böyle düşünmekten kendimi alıkoyamadığım bir durumdur. Kaldı ki batı insanı doğu insanının bu uygulamasına daha da ileri giderek müthiş bir �insan dışılık� olarak bakmaktadır. Ceza�nın bir sözü var �hep çeken bilir demişler çekense susmuş
hep konuşmuş çekmeyen kim varsa� Hani bu söz konumuzu birebir ihtiva etmese de olaya baktığımız perspektif hep batının ve aydınının konuşması.
Bazı durumları ortaklaşa(genel) yöntemlere göre çözemezsiniz. Çözüm dedikleriniz çözümsüzlük getirebilir. Hal böyle olunca da sanki bir halt etmişiz gibi verileri beklemeden �olayın önüne böyle geçilir� diye kasılırız/kasılırlar. Başbakanlığın dün yayımladığı töre cinayetleri raporuna bakarsak durum hiç de kasılmayı gerektirir bir hal getirmemekte. Rapor 5 yılda 1000 kişinin yaşamını yitirdiğini belirtiyor. Raporda alınan önlemlere rağmen( bu önlemler batının görmediği doğu üzerine aldığı önlemler ne yazık ki) cinayetler artarak devam ediyor gibi ibareler dikkat çekmekte. 2003�te 150, 2004�te 175, 2005�te 175, 2006�da 216 ve 2007�de 220 cinayet işlendiğini belirten rapora baktığımızda alınan önlemler önlemden çok teşvik etmiş gibi gözükmekte. Bu elbette sadece bir paradoks deyimi. Rapor çok önemli bir noktaya ayak basıyor: Mevzuatta ilerleme var. Lakin ekonomik ve sosyal olgular bozulamayan çok katmanlı yapısallığın ihtivasında hiç de iç açıcı olmayan bu tabloları karşımıza getiriyor. Sonunda çözüme bir anlam kazandırıyorlar ve çözümün sistematik ve kapsamlı bir uzun yıllar içi çabalarla mümkün olabileceği sonucuna varıveriyorlar.
Sonuca varmadan raporun sosyolojik boyutlarını biraz daha irdeleyelim. En çok cinayeti kadının kendinden beklenen cinsel role uygun davranmaması sonucuyla bütünleşen �namus� kavramı oluşturuyor. Toplam cinayetlerin %30�u kadarlık büyük bir kısmını oluşturuyor ne yazık ki bu cinayetler. Yasak ilişki, cinsel taciz ve tecavüz de bu kapsamda değerlendirilmeye kalktığında cinayet oranı yarıya ulaşıyor ve oranı %50�lerin üzerine taşıyor. İllere göre baktığımızda doğunun en çok göç ettiği İstanbul, İzmir ve Ankara ilk üçte geliyor. Veriler veriler� sonu gelmez veriler. Eğer rapor bu bilinçli sonuca ulaşmasaydı buna sadece öylesine yapılmış bir rapor derdim.
Mevzuattaki önleme girişimlerini ağlayan çocuğun ağzına meme vermeye benzetiyorum. Oysa çocuğun günlerdir altı ıslaktır ve susturma metodu genel ve geçerdir. Ver memeyi, sussun. Bizim başbakanlığımız da aldığı önlemlerle memeyi verip susturmaya çalışıyor. Burası bir hukuk devleti de olsa almış olduğunuz önlemlerin özellikle hukuki boyutundaki bağlayıcılığını göz önüne alacakken toplumun ilgili yönünün kültürünü, örfünü, geleneğini hesaba katmalısınız. Özellikle yıllardır süre gelmiş bir olgunun bir anda mevzuattaki genel hükümlerle değiştirilebileceğini düşünmek büyük bir yanlıştır, nitekim yanlışın boyutları raporda yansımaktadır.
Naçizane bir yazar olarak çok bilmişlik havasında kimseye bu sorunun nasıl çözüleceği hakkında fikir verecek değilim, lakin devletin başbakanlık makamının sanırım �velevki�lerle uğraşmaktan daha kapsamlı sorunları durmakta!..

Töre cinayetleri konusunda dinimizin (Islam) hükmü nedir? Namus için adam öldürmek günah mı?


Sorularlaislamiyet.com © 2003 - 2008
Soru

Kullanıcı Adı zarok-
Sorulma Zamanı 04-Ağustos-2007 - 18:48:22

Soru
Töre cinayetleri konusunda dinimizin hükmü nedir?

Değerli Kardeşimiz;



Selam ve dua ile...
Sorularla İslamiyet Editör
http://www.sorularlaislamiyet.com/subpage.php?id=24777&s=show_qna

Cevap için

Cevabımız

Değerli Kardeşimiz;

Dört büyük mezheb imamı, öldürmenin mübah olduğu halleri şu şekilde sıralarlar: Bir kimse yabancı birisinin evine girdiğini; yabancı bir erkeği karısı veya yakın akrabası ile zina ederken görse onu öldürmesi helâldir. Katile kısas gerekmez. Zina, erkekle kadının rızası sonucu oluşmuşsa Hanefi ve Hanbelîlere göre kadının kocası onları suçüstü yakalaması halinde her ikisini de öldürebilir. Eğer erkek, kadını zinaya zorlamışsa kadının bu erkeği öldürmesi mübah görülmüştür.

Ancak sonradan zina ettiğini öğrenirse o takdirde öldüremez. Buna devlet yetkilileri ceza verir. Aksi halde mesul olur. Bu durumda erkek karısını boşayabilir.


Selam ve dua ile...
Sorularla İslamiyet Editör


Geniş bilgi için

Meşru müdafaa nedir? Meşru müdafaa halinde adam öldürmenin hükmü nedir?


Bir insanı öldürmek ve onun hayat hakkına son vermek yargının işidir.

Herhangi bir ferd, şahsi ölçü ve yargısıyla kimseyi öldüremez, ölüme layık olduğunu iddia ederek kişinin hayatına son veremez. Verirse, katil olur, cinayet cezasına müstehak olur. Dünyada ve ahirette katil kimse muamelesi görür. Öldürdüğü insanın hakkını, günahını yüklenir, ayrıca azabını da çekerek öder.

Ancak, bazı mecburi durumlar var ki, o durumlarda, karşılaşılan mecburiyet, gösterilen mukavemeti meşrulaştırıp, mübah hale getirir. Katili de cinayet suçundan muaf kılabilir.

Bu istisnai durumlardan bazılarını sıralayalım:

1- Bir kimseyi öldürmek üzere faaliyete geçilse, o da nefsini kurtarmak için bütün çarelere başvurduğu halde kurtulamasa da, mütecavizi öldürmek zorunda kalsa, ne kısas (öldürme suçuna karşı ölüm cezası), ne de diyet (kan bedeli) lazım gelir.

Zira maktul, onu öldürmek üzere harekete geçmiş, onu fiilinden vazgeçirmek için başka çare kalmamış, nefsi müdafaa zarureti doğmuştur. Ancak, bağırmak gibi herhangi bir çare ile etraftan insanları çağırıp da mütecavizi kaçırıp caydırmak mümkün ise, onu yapmadan öldürme fiiline başvurulmuşsa, olay nefis müdafaasından çıkar, cinayete girer.

2- Bir adam, dükkanına, evine, yahut malını muhafaza ettiği herhangi bir meskene girip de malını zorla gasbetmek isteyenle münakaşa ederken silahlı çatışma çıksa ve mal sahibi baskını yapan ve malını almak isteyen gasıbı öldürse, bu da malı müdafaa hakkıdır. Öldüren mal sahibi katil durumuna girmez, meşru mal müdafaasını yapmış olur. Ne kısas, ne de diyet gerekir. Ölen gasıbın kanı heder olmuş (boşa akmış) olur.

3- Bir kimse, evinde yahut herhangi bir yerde hıfzettiği namusuna tecavüz etme fiilinde olan birine karşı koysa, namusunu o mütecavizin elinden kurtarmak isterken, mütecavizi öldürmüş bulunsa, namus müdafaası meşru bir müdafaa olduğundan, katile kısas lazım gelmez, diyet de icabetmez.
Çünkü namusunu müdafaa etmek için o mütecaviz kişiyi öldürmekten başka bir çaresi kalmamıştır.

Demek ki, canını, malını, namusunu muhafaza etmek her insanın hiçbir suretle elinden alınmaz bir hakkıdır. Bunları müdafaa ederken mütecaviz kişiyi öldürmek zorunda kalsa, katil olmayacağı gibi, öldürülse şehid olur.

Okunma Sayısı : 1925

Töre Cinayetleri - İntiharlar

Ruh Sağlığı - 24.05.2008 - 22:38
Töre cinayetleri, taraflardan suç zanlısı yoksa kendi kendine töre baskısı ile idama karar veren genç insanların dramı, çoğunlukla fazla dikkat çekmemektedir. Bu blog da ki intihar konusu töre cinayetleri bağlamında, konu ile ilişkili intiharlar söz konusudur.

Bu tür can'a kastetmeler mahalli dedikoduyla, duyulmasıyla olduğu gibi; olabilir kaygısı ile de sır durumdayken de gönülsüz tecavüzlerin sonucunda görülebilmektedir.

Önemli bir ayrıntı da sadece gönül ilişkisi durumundayken, ailelerin ret baskısı sonucu intihar eylemleri olmaktadır.

Diğer bir neden, istenmeyen evlilikleri ret girişimi olarak bu davranışlar görülmektedir. Bu durumlar yaşlı erkeklere bedel karşılığı fakir aile kızlarınca yada berdel'e (değişim evlilikleri-takas) itirazdan kaynaklanan intiharlardır.

Önemli bir sosyolojik sonuç, çevrenin acılı aileye saygıyla örf adet gereği bu tür intihar ölümlerinin kamuoyuna basına yansımamasıdır. Bu girişimler diğer taraftan namus kirlenmesi olarak telakki edilmektedir. Bu nedenle de duyulması normal karşılanmamaktadır. Zaten intiharların bir çoğu aile baskısıyla namussun kirlendiği iddiası ve bunun temizlenmesinin tek çıkar yolu olarak kabul edilmesiyledir. Bu yanlış gelenek kız vaya kadın tarafından kendiliğinden yapılmaz ise, aile fertleri kendi içinde karar alarak bir şekilde (töre cinayetleri yöntemi ile) infaz yerine getirilmektedir.

Bu sonucun olabileceği korku psikolojisi içinde bulunan kadın, bunun kaosu ile bunalımdan (depresyon) biran önce kurtulmanın yolu olarak intiharı seçmektedir.

Bu intihar duyumları bazan, kol kırılır yen içinde kalır deyimi ile cinayet durumlarında da dışa yansıyan haberlerde intihar şekli veya haberi yayılmaktadır. Bu durumda ailenin diğer fertleri mağdur durumda olaydan zarar görmeyecektir düşüncesi hakim olabilmektedir. Ancak son yıllarda ki adli ve tıpbi gelişme bu gibi durumları tespit etmeleri kolaylaşmıştır.

Ancak gönüllü cinsel ilişkilerin mahalle - yöre baskısının kalktığı durumlar da ve metropol veya kentsel kültürün karışıklığında, bu defa engel olanlara şiddetin yöneldiği ortaya çıkmaktadır. Kırsal kesimde içe kapanıklık nedeniye kendine yaptığı intiharla kurtuluş çaresini bu kez ters yöne çevirerek Yakınların anne, babaların itirazı nedeniyele hayatlarından oldukları medya manşetlerine çıkmaktadır.

Yeni suç türleri katagorisinde, yeniden ismlendirilecek suçlar içinde de olabilen bu konuların sonucunda işlenen cinayetlerin bazan aile fertlerine bireysel olduğu gibi, toplu katliam şeklinde, cinayet işleme ve yakınlıkdercesi bakımından akla gelemeyecek şekilde olayların haberlerine tanık olunmaktadır.

Bu yön değiştiren töre intiharları ve töre cinayetlerinin sosya psikolojik ve sosyo ekonomik nedenleri de kültürel ortam ve çağdaş iletişim ve yayınlarla kütür değişiminin sindirilerek yeni ortama entegre olamamaktan kaynaklandığı da muhakkaktır.



Not:Töre cinayetleri blog: http://blog.milliyet.com.tr/Blog.aspx?BlogNo=80571



Nariçi; 25.05.08

Not: DİYARBAKIR Bağlar Belediyesi Kadın Kooperatifi Derneği, Namus Cinayetleri ve Kadın İntiharları Raporu'nda, geçen yıl 25 kadının yaşamını yitirdiğini açıkladı. Kadınlardan, 20'sinin intihar ettiği, 5'inin ise eşleri veya kardeşleri tarafından öldürüldükleri belirtildi. Raporda, intihar eden ve öldürülen 25 kadından 14'ünün bekár, 3'ünün nişanlı, 5'inin imam nikáhlı, 1'inin resmi nikáhlı, 2'sinin de dul oldukları belirtildi. Yaşamını yitiren kadınların 16'sının ilkokul mezunu ve ilkokul terk, diğerlerinin ise lise, üniversite terk veya okuma-yazma bilmedikleri kaydedildi. 05.07.2008 haberler.com

Korunması Gerekli En Önemli Nedir-2 (Töre Cinayetleri)

Gelenekler - 13.12.2007 - 21:29

( Bu blogdan önce, önceki blog okununca daha iyi anlam kazanacaktır.)

Töre cinayetleri, feodalite yaşam ve kültür yapısının bir sosyolojik bir yansımasıdır. Bu sosyo-ekonomik yaşam biçiminin kendine has egemenlik ağları vardır. Bu yapının devamının sağlanması için toplumsal düzen işleyişi için organları, yaptırımları , kültürel gelenek, topluma yerleşmiş ananevi değer yargıları vardır.

Bu binlerce yıllık yerleşik sosyo-kültürel ön yargılı değerler manzumesini modern hukuksal önlem ve ceza müeyyideleri ile önlemek kolaycılığı sosyal olaylarda mümkün değildir. Bu olaya sosyo-ekonomik altyapı desteği vermek birinci şarttır. Daha sonra ekonomik modern yaşamın görsel etkileşimini yöresel tutucu geleneklerine yansımasında ara eğitim ve çok yönlü sanatsal el işlerinden toplum-aile eğitimine kadar geniş yelpazede yapmak gerekmektedir.

Ama maalesef bu güne kadar yapılan bütün düzeltme ve önlem önerileri hukuk ve cezayi müeyyideler bağlamında olmuştur. Aslında bu hukuki ve yasal düzenlemeler elbette boşluk bırakmadan gerekli düzenleme ve yasama faaliyetleri kendine düşen işlevleri yerine getirecektir. Ancak diğer sosyo ekonomik ve psikolojik çalışmalar bu husustan daha önde ele alınması gerekli konulardır. Fakat hukuk düzenlemelerinde cinsler eşitliği sağlanmalıdır. Hukuksal düzenlemenin eksik tarafı budur.

Genel halk yığınlarında tecavüze ilişkin bir vaka da, zımni olarak erkeklerde bu olaylardan sorumlu tutulup, zımni olarak lanetlenmektedir. Ancak yaptırım adaletsizliği ve bir tarafa (kadınlara ) hem adaletsiz hem de altyapı olumsuzlukları ve eşitsizliği dezavantajı üstüne, maddi ve yaşam hakkına mal olan insanlık dışı bir müeyyide uygulanmaktadır. Bir konu veya eylem suçsa herkes için suçtur ölçüsü cinslere göre değişmez. Ölçü ve müeyyide kadın erkek herkes için eşit olmalıdır. Biri aşağılanıp diğeri nasıl onurlandırılır veya iltifata layık insan olabilir. Bu konuda herkesin cinsiyet egosuna esir olmadan objektif düşünmesi zorunludur.

Aksi halde mevcut yapıya zaman vermek değil, katliamlara izin vermektir. "Töre cinayetleri"ni lanetlemek, hukuken daha da ağırlaştırılmış cezalar talep etmek sorunun çözümüne çok az katkı sağlar gibi gözüküyor. Çünkü bunlar zaten 90'lı yılların sonundan beri yapılıyor. Kaldı ki hukuki bedeli en aza indirmek için cinayetler daha çok on sekiz yaşından küçük erkeklere havale ediliyor. Lanetleme, töre cinayetlerinin işlendiği sosyal iklimde muhtemelen "bir başka dünyaya ait, anlaşılması güç bir tutum olarak" değerlendiriliyordur. Hatta "namus" kavramına karşı duyarsızlığın bir ifadesi olarak görülüp, sessiz bir öfkeyle karşılanıyor olması muhtemeldir. Feminist okumayla oradaki iktidar ilişkilerini çözümleyip, kadının edilgen rolüne dayalı toplumsal ilişkiler sistemi üzerinden cinayetleri temellendirme yaklaşımı bazı haklı tespitlere sahip."

"Tanım yerindeyse tam bir kadın katliamı yaşanıyor. Kadınlar vahşice katlediliyor. Öfkelenmemek mümkün değil. Kadını şiddetten korumayı vaad edip uluslararası sözleşmeler imzalanıyor. Kadınlar hala vahşice katlediliyor. Kolluğa sığınan kadın sığınak olmadığından bir imama teslim ediliyor yeddiemin niyetine . Yeniden ,yeniden öldürülüyor. Gündüz saatinde,üstelik hastanede." Bu durum kimin sorumlu olduğu polemikleri ile geçiyor olan ölene canı korunamayana oluyor.

Bu konularda elbette yasal meslek örgütleri yasal yollardan mümkün olanı yapıp önerileri ile kamu oyu oluşturup yasamaya yol gösterecektir. Bu konuda dile gelen mağdura yönelik savunma önerileri ; "Baroların ve kadın örgütlenmelerinin açılacak ceza davalarında müdahale talebi olacak. Uygulamada azmettirenler aileden olduğu için çoğu kez müdahale talebi olmuyor. Sessizce yargılama devam ediyor.Bunun yolu açılabilirse çok yararlı olacak. Baroların müdahilliği konusundaki Avukatlık Kanunundaki düzenleme şöyle: Av. Kanunu Md./6" hukukun üstünlüğünü, insan haklarını savunmak ve korumak" Av. Kanunu Md.95/21 : hukukun üstünlüğünü,insan haklarını savunmak ve korumak ve bu kavramlara işlerlik kazandırmak" olarak bu görev yasada belirtilmiştir"

BM Genel Kurulu'nda 20 Aralık 1993 tarihinde kabul edilen
KADINLARA KARŞI ŞİDDETİN TASFİYE EDİLMESİNE DAİR BİLDİRİ.den

Madde 4
Devletler kadınlara karşı şiddeti yasaklar ve kadınlara karşı şiddetin tasfiye edilmesi konusundaki yükümlülüklerinden kaçınmak üzere herhangi bir ORF ve ADETI, GELENEGI veya DINSEL düşünceyi ileri süremez. Devletler her
türlü uygun araçla ve hiç gecikmesizin kadınlara karşı şiddeti tasfiye politikasını yürütür. Bu amaçla:

h) Kadınlara karşı şiddetin tasfiye edilmesi ile ilgili faaliyetler için
Hükümet bütçesine yeterli ODENEK koyar;

"Türk Ceza Kanunu'nun (TCK) namus cinayetlerine indirim öngören 51. maddesinin halen yürürlükte olduğunu vurgulayan kadınlar, TCK'da kadını ailenin ve erkeğin malı gibi gören hükümlerin kaldırılmasını, namus cinayetlerinin ağırlaştırıcı suç kapsamına alınmasını istediler.

Kadınlar ayrıca, uluslar arası sözleşmelerin gereklerinin yerine getirilmesini; kadınlara psikolojik ve hukuksal destek verecek danışma merkezleriyle sığınma evleri açılmasını, bağımsız kadın kuruluşlarının açtığı merkezlerle ve sığınma evlerine destek olunmasını istediler. (BB) "Devlet, kararlılığını göstermeli"

Türkiye Büyük Millet Meclisi (TBMM) Adalet Komisyonu Türk Ceza Kanunu (TCK) Alt Komisyonu'nda görüşülmekte olan TCK Tasarası'nda yapılan olumlu değişikliklerin önemli ancak yetersiz olduğunu vurgulayan kadınlar, taleplerini şöyle sıraladılar:

"TCK reformunun amacına ulaşması için, tasarıda, TCK Kadın Platformu'nun hazırladığı "Kadın Bakış Açısından TCK" başlıklı raporda da dile getirilen talepler doğrultusunda pek çok değişiklik yapılması gerekiyor.

"Haksız Tahrik" maddesinde yapılan olumlu değişikliğin hayata geçirilebilmesi için, maddenin gerekçesinde açıkça, namus cinayetlerine indirim uygulanmayacağını belirtmenizi ve böylece namus cinayetlerinin yasa eliyle meşrulaştırılmasına son vermenizi istiyoruz.

"Nitelikli İnsan Öldürme" maddesinde belirtilen ağırlaştırıcı sebeplere, "namus saikiyle" işlenen cinayetleri de eklemenizi bekliyoruz.

Bu taleplerimizin hayata geçirilmesiyle devlet, bazı Ortadoğu ülkelerinde olduğu gibi, Türkiye'de de kadınların insan haklarının belli başlı ihlallerinden olan namus cinayetlerine hiçbir şekilde müsamaha göstermeyeceğini açıkça ifade etmiş olacaktır.

Şahsınızda devletin göstereceği bu kararlılık, her biri toplumsal bir yara olan bu cinayetlerin önlenmesi açısından son derece önemlidir."

"uyum yasaları adı altında TCK'de yapılan düzenlemelerin, sorunu çözmekten uzak olduğu… "Namus cinayetlerinin nitelikli adam öldürme fiili olarak değerlendirilmemiş olması, aksine ceza yasasında yer alan çok sayıdaki madde ile adeta özendiriliyor oluşu, cinayetlerin içinde bulunduğumuz çağa rağmen giderek tırmanmasına neden olmaktadır" Yaşanılan acı deneyler dikkate alınarak konunun yeni TCK'nin görüşüldüğü TBMM Adalet Komisyonu ve Alt Komisyonda namus cinayetlerinin açıkça tanımlanması ve ağır yaptırımlara bağlanması istendi. ""Haksız Tahrik" maddesinin gerekçesinde "namus cinayeti failleri haksız fiil hükmünden yararlanamaz" şeklinde bir ifadeye açıkça yer verilmesi ve "Nitelikli İnsan Öldürme" maddesinde sayılan ağırlaştırıcı haller arasına "namus saikiyle" ifadesinin eklenmesi gerekmektedir.

"TCK Tasarısı'nda istediğimiz değişiklikler yapılmadığı takdirde, Türkiye Devleti vatandaşlarının en temel insan hakkı olan yaşam hakkını gerektiği gibi korumamaya ve kadınların "namus" adına öldürülmesini yasa eliyle meşrulaştırmaya devam edecektir.

Gerek yürürlükteki yasada, gerekse halen Meclis Adalet Alt Komisyonu'nda görüşülmekte olan TCK Yasa Tasarısı'nda, kan gütme amacıyla işlenen cinayetlere en ağır cezalar öngörülürken, konu namus cinayetleri olunca, yetkililerin sergilediği çekimser tavrı anlamak mümkün değildir. Yetkilileri, gerekli yasal düzenlemeleri yapmaya ikna etmek için daha kaç kadının öldürülmesi gerekmektedir?"

Hukukçularımız böyle feveran ederken bu düzenlemeleri yapmayı engelleyen hangi gaileler olabilir ki. Toplumu ikna edemiyorsanız o zaman hukuktan önce davranıp bu konuda düzenlemeler yapılırken, devlet diğer görevlerini tespit etmelidir. Bunun içinde yukarıda değindiğimiz sosyolojik tedbirlerin öne çıkması gerekmektedir.

"Türkiye'de en çok Güneydoğu'da töre cinayetleri işlendiği, büyük şehirlerde işlenen töre cinayetlerinin de yine bu bölgeden giden aileler tarafından gerçekleştirildiği. ''Bölgede namus bedende, beden de kadınla temsil ediliyor.'' Güneydoğu'da kabile anlayışı hakim olması nedeniyle aile ve akrabalık ilişkilerinin çok güçlü olduğunu ve ailenin çok kutsallaştırılması sonucu, bir kişinin işlediği bir suç veya hareketin aileye mal olmuş sayılmaktadır. Büyük kentlere yerleşen ailelerin de kentleşemediği, kendi gelenek ve göreneklerini yaşattığı.
Hukukun uyguladığı yaptırımlar vatandaşları tatmin etmediği için, bu ailelerin hukuku kendilerinin uygulamak istedikleri" ortadadır.

''Bu nedenle aile meclisleri oluşturuluyor ve bu mecliste alınan kararlar uygulanıyor. Bölgede birey, toplumda kendi başına bir varlık veya kişilik sahibi değildir. İçinde yaşadığı toplumla kendini var ediyor. dolayısıyla kendine göre değil, topluma göre kendini sınırlandırıyor ya da hareket ediyor. Bunlardan dolayı bireyin yaptığı bir şey, tüm aile veya akrabalara mal oluyor. Genç kız ve kadın gayri meşru bir ilişki yaşadığı zaman
da sanki bu ailenin alnına sürülen bir kara leke gibi görülüyor.''

"Terör yollarıyla birlikte kırsaldan kent merkezlerine göçen yurttaşlar kentlerin sosyal yaşamına uyum sağlamakta büyük güçlük çektiler. Burada uygar yaşamın araç ve gereçler, aşiret içinde büyüyen genç kızları kendine çekti. Kadın-erkek ilişkisini keşfeden aşiret kızları bir süre sonra törenin çizdiği çemberin dışına çıkınca aile meclislerinin aldığı infaz kararlarının kurbanı olmaya başladılar. Devlet açısından Güneydoğu'da önemli bir sorun var. Kızların okula gönderilmesi sağlanamadı. Oryantalist dönüşüm, prakmatik yaklaşım realiteyi bekide görmüyor ama toplumun;

"Aşiret, tarikat, cemaat??? Ne demek tüm bunlar? İnsan bir ulusun bireyidir, bir ulusa aittir ama, bir aşiret'e, bir tarikat'a ya da bir cemaat'e nasıl ait olabilir? Yarım yamalak, ya da hiç verilmeyen eğitim; sonuçta ancak böyle bir insan tipi çıkartıyor karşımıza. Düğünde bayramda, maç sonrasında silaha sarılan, erkek çocuğuna sünnetinde silah hediye eden insanlar sürüsü... Buna sürüden başka ne ad verilir? Okumuşumuz da, cahilimiz de hâlâ ve ısrarla aynı kafa yapısına sahip olduğu sürece de bu, ne acıdır ki devam edecektir" dedirte biliyor

"Madem ki sosyo-ekonomik yapıyla "töre cinayetleri" arasında yakın bir ilişki var, öyleyse bunları sona erdirmek için yapının değişmesini beklemek gerekir', şeklindeki zamana bırakılmış bir politikaya meşruluk kazandırmamalı. Bir başka dikkat çekici husus, töre cinayetlerinde gelenekle kutsallığın iç içe geçtiği, cinayetleri destekleyen değerlerin ve maddi otoritelerin bu iç içe geçmiş karma kültür üzerinde hayatiyet kazandığıdır. O zaman "töre cinayetleri"ne karşı mücadele edecek kamu otoritesinin ve sivil toplum kuruluşlarının bağlantı kuracağı öncelikli kesimler, bu toplumsal yapıda itibarlı konumlara sahip olan şeyh, ağa, aşiret önderleri, nihayet birkaç ailenin otoritesi durumundaki kişilerdir. Ancak burada da temel paradoks şu: Bu kişilerin otoriteleriyle, karşı çıkmaları istenilen değer ve tutumlar arasında canlı bir illiyet bağı var; bu insanlar otoritelerini önemli ölçüde zikredilen değer ve tutumlara ilişkin "olumlu" tavırlarından üretmekteler. Herhalde bu ilişkiler kuranlar, bu kişilerin otoritelerinin bir temel direğini ilga ederlerken, onun yerine bir başka direği sunmayı ihmal etmeyeceklerdir. Bütünüyle "modern bir toplum" oluşturmanın öncüsü gibi davranmak, oradaki rayiç değerleri ve ilişkileri aşağılamak, kamu otoritesine de yaslanarak bir moral çatışmaya girmek herhalde misyonerliğin zarif yöntemlerinden dahi yoksun ve tepki doğurucu bir yaklaşım olacaktır."

Bu yaklaşımlardan sonra yöresel eğitim ve çok yönlü sosyo-kültürel ve sosyo-ekonomik reform ve yapıcı ve yatırım destekli çalışmalara önem verilmelidir. Toplumun maddi ve manevi değerlerini ve inançlarını dışlayıp aşağılamadan bilinçlendirme eğitimleri yoğunlaşmalıdır.

" töre cinayetlerinin sona ermesi için ''bireyin kendi yaşamından ve yaptıklarından sorumlu olduğu'' bilincinin oluşması ve insanların, ''hukukun,mağduriyeti telafi ettiğine'' inanmaları gerektiğini" anlamalılardır.

Mevcut sosyolojik karmaşım içindeki popülasyonun her kademesine de ters düşmeden hatta onlara muhalefet dahi etmeden insanlık ve insanın değerini yaşamanın kıymet ve önemini öne çıkaran değer yargılarına hitap eden yoğun eğitim ve seminerler belli bir program ve planlanarak uzun vade de uygulanmalıdır. Suçun azmettiricinin tek Taraflı olamayacağı cinsel tahrik ve arzunun neticeci oluşan suç sayılan davranışların objektif değerlendirilmesi için iki tarafında cesaret ve haklarını kullanmada eşit olmalı gerektiği realitesi şuur altlarına işlenmeli yaşamın her şeyden çok daha önemli olduğunu öne çıkarmaları sağlanmalıdır.



nariçi .13.12.2007

http://blog.milliyet.com.tr/Blog.aspx?BlogNo=80571

İntiharlar: http://blog.milliyet.com.tr/Blog.aspx?BlogNo=81133

alıntılar:türkhukuksitesi.com
nedir.antoloji.com
form.seslisözlük.com

Korunması Gerekli En Önemli Nedir-1(Töre Cinayetleri) 1

Gelenekler - 13.12.2007 - 16:46

Bu kadar kemikleşmiş gelenek neden ? İnsan, kendinden doğan canlıya bu kadar mı acımasız olur. Kadınlarımıza yapılan bu vahşetten hepimiz suçluyuz. Yol ve yöntemlerin sonuç vermediğini biliyor ve görüyoruz zaten bu konuda sürdürülen bir yoğun eğitim çalışması da yok. Yinede hep susuyor ve tepki vermiyoruz suçladığımız hedefte belirsiz.

Kadınlarımız kızlarımız yıllarca ihmal edildi, eğitimlerini ciddiye almadık, namuslarını ırzlarını erkeklerden koruyamazlar diye, erkekler egoist davranıp kendileri her türlü eğitimi almaya talip olurken, onlar evlatlarını bu vatan korumasına gönderdiler, şehit olunca Vatan sağ olsun dediler. Fakat bu ülke sosyal gelişiminden tecrit edildiler. Her türlü sosyo-ekonomik alanda hep ihmal edildiler. Anamız, bacımız (kız kardeş), sevgilimiz, eşimiz (hanımımız-hayat arkadaşımız- iyi günde kötü günde bir yastığa baş koyduğumuz veya koyacağımız, çucuklarımızın yuvasını oluşturacak evlatlarımızı- gelinlerimizi-kızlarımızı) erkeklerden geride kalmalarını reva gördük. Öğretmenimiz, uğruna şiirler, ağıtlar, türküler, kitaplar yazdığımız . Gerektiğinde de uğruna ölümü seçtiğimiz kadınlarımızı, kızlarımızı nüfusumuzun yarısından çoğunu teşkil eden kadınlarımızı ihmal ede, ede bugünlere geldik. Arpa boyu ilerleyemedik.

Bugün şikayet ettiğimiz, yarın da şikayete devam edeceğimiz bir çok sorunumuzun altında, bu ihmalin yattığını bilmemiz gerekir. Buna rağmen bu önemli insanlık sorunu karşısında hala duyarsısız ve şikayetçi olmaya devam ediyoruz. Erkekler olarak suç işlendiğine karar verilmiş eylemlerin suç ortağının yine erkekler olduğunu hiç aklımıza getirmeyip fatura devamlı kadınlara kızlara kesilmektedir. Halbuki onların korkularını yaratan ihmallerin neticeleri ne kadar acıdır. Reva gördüğümüz ceza infazları neticesine yine aile bireyleri ağlamaktadır.

Erkeklerin ortak olduğu istemediğimiz eylemlerin oluş safhasına kadar gelmesine onlara verilen korku psikolojisidir. Oysa onların bu gönül ilgilerinde aile ile barışık olsalar gönüllü ve gönülsüz her ilişkilerini aile fertlerine başlangıçta açarlar. Oysa bu iletişimsizliğin sonucu ve daha da bağnaz kapalı, baskıcı aile iç yaşam biçimi neticesi ; “kadın intiharları; töre-namus cinayetleri; kız çocukların okutulmaması; çok eşli evlilik; oluru alınmadan tüplerin bağlanabilmesi; erken ve zorla evlendirilme; 20-30 yaş büyük erkeklerle 2. Veya 3. eş olarak evlendirilme çok çocuk doğurmaya zorlanma; kız çocuk doğurma veya çocuksuzluğun sorumluluğunu tek başına üstlenmek zorunda kalma; maaşına banka kartına ve takılara el konması; gözaltında çıplak bırakılmak; ailesi tarafından bekaret kontrolünden geçirilme; işyerinde cinsel taciz;”

Bu fiili ahlaksızlığın ve tecavüzün ilk müeyyidesi psikolojik ve tehdit baskısı. “Kadının kimseye anlatmaması için ölümle tehdit edilmesi; ailesi tarafından bir yere kapatılarak yemeksiz ve/veya bağlı tutularak cezalandırılma; burun kesme ile cezalandırılma; kayınbaba ve evdeki diğer erkeklerle konuşamama; kadın ticareti; pornografi, yoksulluk; işsizlik; sakat kadınlara yönelik hizmet ve destek oluşturmama; ekonomik göçle yerlerinden olan kadınlara yönelik destek oluşturulmaması; doğal afetlerden sonra ortaya çıkan şartlar vb. bu örnekler şunu göstermektedir”: Bu sorun çok boyutludur ve yöre örf ve adet geleneklerini de direk karşıya alınarak bu sorun çözülmez.

Bu sorunun çözümü elbette eğitimle doğru orantılıdır ancak bu sosyolojik ve felsefi boyutla özel seminer eğitimleri ve yöresel öğretim müfredatları gerektirmektedir. Öncelikle sorun analizinin de doğru yapılması gerekmektedir.

“B. Töre ve Namus Cinayeti: Konu ile ilgili uzmanlar, araştırmacılar, yasa koyucular veya faillerle mağdurların birbirlerinden çok farklı değerlendirme ve tanımlamalarda bulundukları töre veya namus gerekçesiyle kadınların öldürülmesi olayını tüm bu değerlendirmelerden hareketle;

Bazı ailelerin veya erkeklerin, duygu ve bedenleri üzerinde belirleyici hakka sahip olduklarına inandıkları aile üyesi kadın, kız, kardeş, eş ve hatta yakın akrabalarından birini, kendi iradesi veya iradesi dışında karşı cinsle yaşadığı bir olay veya ilişkiyi, ailenin veya bulunduğu toplumsal çevrenin egemen gelenek veya törel değerlerine aykırı sayarak, namus ve şereflerine leke sürüldüğü, gerekçesiyle aile meclisi kararı veya aile büyüklerinden birinin ya da bunlardan bağımsız olarak erkeğin (istisna durumlarda kadın akrabanın) karar vererek öldürmesi şeklinde tanımlayabiliriz”

“Söz konusu eylemlerdeki ortak unsurlara baktığımızda;
- Ailenin veya erkeğin, kadının duygu ve bedeni üzerinde kendini hak sahibi görmesi,
- Kadının isteyerek veya istemeyerek karşı cinsle yaşadığı bir ilişkiyi
- Aile veya erkeğin kendini kanun koyucu, kanun ve yargı yerine koyup kadını yargılaması
- Namus veya törel değerleri
- Çevre, toplum baskısı
- Kadının bir mal, köle gibi veya kirlenmiş bir eşya gibi görülmesi
- Bilinçli bir cinayetle namus ve şerefin temizleneceği inancı
- Kadının öldürülmesi ile failin toplum ve çevrede saygınlık kazanacağı inancını, görebiliriz.
Karşımıza çıkan bu cinayetlerin çeşitlerini, ana başlıklarıyla aşağıdaki gibi sıralamak mümkündür.”

"Töresel:
-Aile meclisi kararıyla işlenen cinayetler.
-Toplum baskısı yüzünden işlenmiş bireysel cinayetler,
-Toplum baskısı yüzünden kimi zaman bireysel kararla, kimi zamanda aile meclisi
kararıyla yeni doğan çocuğun öldürülmesi

Tepkisel:
-Namusu lekeleyen erkeğe karşı işlenen cinayetler (fail kadın veya erkek olabilir)
-Kıskançlık ve tutku cinayetleri (ani öfke ve kıskançlık)"

İletişim ve medya-görsel yayınların farklı kültürlerin yüzleştiği sanal da olsa oluşan etki tepki neticesi oluşan değişim karmaşıklığı sorunu acil kılmakta, batıda da meyda gelse böyle vukuatlar, çoğunlukla belli bölgelerde başlangıcı vardır. Modernleşmeye daha yakın konumda olmanın analizi :

“Töre cinayetlerinin yaygınlaşmasında bir başka neden, oradaki sosyo-ekonomik yapıya dışarıdan bir etki olarak, kitle iletişim araçları marifetiyle dolaşıma sokulan “yeni” değerler ve öne çıkartılan, onaylanan ilişki biçimleridir. Modern hayatın en merkezi temalarından birisini “aşk” oluşturmakta ve adeta bu kavram etrafında bir endüstri örgütlenmiş bulunmaktadır. Bunun kitle iletişim araçlarına yansıması, neredeyse her türden programda aşk ve erotizmin belli düzeylerde temsil edilmesi biçimindedir. Reklamlardan haberlere, nihayet dizilere ve yarışma programlarına kadar hemen hemen hepsinde kadın-erkek arasındaki gerilimli ilişki derinleştirilmekte, mistikleştirilmekte, neredeyse varoluşun en temel unsuru haline getirilmektedir. Unutmayalım ki namus cinayetleri bir aşk ilişkisinin ürünüdür. Zor şartlarda tabiatla mücadele ederek, ya da şehirlerin kıyısında tüm günlerini geçim mücadelesine harcayarak hayatlarını kazanan bu insanların, gerçek hayat şartlarının acımasız ve kaba hakikati karşısında, özellikle değerler çelişkisiyle baştan çıkartılmış bir aşk ilişkisine yelken açmaları şaşırtıcı değildir. "

"Kitle iletişim araçları ekonomik varoluşlarını köye değil şehre borçlu oldukları için, “Aman buradaki hassasiyetleri dikkate alın.” ifadesi beyhudedir. Ancak mevcut şartlarda şu söylenebilir: Televizyon kanallarında son yıllarda “kadın programları” çoğaldı. Bunlara yönelik kimi eleştiriler dile getirilse dahi, yaşanmış hayat hikayeleri üzerinden gitmeleri, doğrudan sorunun taraflarının kendilerini anlatmalarına aracılık etmeleri son derece olumlu. Her ne kadar televizyon dizilerinin hayali dünyasıyla bu programlarının gerçekliği acı -ve ironik- bir tezat teşkil etse de, mezrada yaşayan insanlar da dahil olmak üzere herkes bu kadın programlarından hayatın gerçek yüzüne, pırıltılı kavramların reel dünyadaki karşılığına dair sonuçlar çıkartabilir. “Töre cinayetleri”nin arka planındaki “kurtarıcı aşkın zehirli ışıltısı” muhtemelen bu türden programlarla çekiciliğini bir ölçüde de olsa yitirebilir ve insanların kendi gerçek hayatlarıyla yüzleşmelerine bir zemin hazırlayabilir."

Töre cinayetleri beslenme sosyo-kültürel yapıyı kendi özel yığılımı içinde analiz edip çözümü çok yönlü formüle edip uygulamayınca sonuç almak mümkün değildir.

Değeryargılarında kemikleşmiş, adeta düşünce genlerine yerleşmiş, önyargılı değer yargılarının yeniden yapılanması gerekmektedir.


(devamı II böl. yazılacak)

Nariçi. 13.12.2007

http://blog.milliyet.com.tr/Blog.aspx?BlogNo=80784



alıntılar:nedir.antoloji.com.-türkhukuksitesi.com
: form.seslisözlük.com

Sözde Töre temasını işleyen yerel dizilerin amacı nedir?

Sözde Töre temasını işleyen yerel dizilerin amacı nedir?

Hangi tv kanalının düğmesine basarsanız basın hemen karşınıza yerel kıyafetler içerisinde alınları çeneleri dövmeli,erkekleri şalvarlı tv.dizileri çıkmaktadır.5 dakika gibi kısa bir sürede bu dizilerde enaz 20 kez 'ağam' ve 'töre' kelimesi geçmektedir. Bu dizilerde yalan yanlış bir sürü tema,bilip bilmeden çok da araştırılmadan afaki yani aslında var olmadığı halde varmış gibi işlenen sayısız kuram ve kural işlenmektedir.Çoğunlukla izleyicinin içini kaldıran midesini bulandıran izlenmesi tahammül edilmeyen sahneler peşi sıra sıralanmaktadır.Adeta bu dizilerde kadına şiddet meşrulaştırılmakta hatta belki de kadına yönelik şiddet fikri pekiştirilmektedir.Bu dizilerde işlenen temaların %99 u sanaldır başka bir deyişle aslında yoktur.RTÜK ün en kısa sürede kadınlar açısından olumsuz mesajlar içeren ve günbegün artan dizilerin bu gidişatına müdahale etmesi ve dur demesi gerektiği toplumsal yarar gereğidir.Zira öncelikle bu dizilerin yayın amacıyla halk üzerinde bıraktığı etki ve izlenim konunun uzmanlarınca araştırılmalı,değerlendirmeye tabi tutulmalı ve böylelikle iyice ortaya çıkarılmalıdır.Bu halkın bir ferdi olarak ben bu tür dizilerin varlığına şiddetle karşıyım,bu dizilerin toplumumuza ve halkımıza verdiği olumlu bir mesaj asla bulunmamakta kadına yönelik şiddet pekiştirilmekte kısmen birtakım yerlerde var olan ağalık sistemi tekrar canlandırılmak istenmektedir.Kadına yönelik şiddet konusunun ülkemizin bir bölümüne hasredilmek suretiyle işlenmesi halkımızı kin ve düşmanlığa sevk etmek olarak da değerlendirilebilir ki bu durum da ceza kanunumuzda suç olarak düzenlenmiştir. Unutulmamalıdır ki Toplumsal cinsiyete dayalı şiddetin ekonomik, sosyal, coğrafi sınırı bulunmamaktadır. 4. Dünya Kadın Konferansında kabul edilen Pekin Deklarasyonu Eylem planında, “kadına Yönelik Şiddet” kadının fiziksel, cinsel veya psikolojik zarar görmesiyle veya acı çekmesi ile sonuçlanan veya sonuçlanması muhtemel olan bu tip hareketlerin tehdidini, baskıyı veya özgürlüğün keyfi engellenmesini de içeren ister toplum önünde ister özel hayatta meydana gelmiş olsun, cinsiyete dayalı her türlü şiddet anlamına gelmektedir 'denilmektedir.Bahse konu dizilerdeki sahneler ve töre namus temalarının işleyiş şekli ülkemizin tüm kadınları ve özellikle de tüm bölge kadınları için küçük düşürücüdür,inciticidir ve yok olması arzulanan şiddetin aslında hemen hemen hepimizin evine sokulmaya çalışılması ve hepimizin aslında travmatize edilmesi çabasından başka birşey değildir.Bu durum Pekin Deklarasyonu eylem planındaki şiddet tanımına da denk düşmektedir. Bu dizilerden haz alan kimse var mıdır? Ne dersiniz

..........................

Töre Nedir? Türkiyedeki Etkileri Nelerdir? Töre-namus cinayetleri, birçok yanlışlığın yanı sıra çok sayıda kara mizah ve çelişki örneğini de içinde b

Töre Nedir? Türkiyedeki Etkileri Nelerdir?

Töre-namus cinayetleri, birçok yanlışlığın yanı sıra çok sayıda kara mizah ve çelişki örneğini de içinde barındırıyor.

Türkiye’de töre cinayeti kisvesi altında yapılan ferdî infazlar, birçok çelişkiyi de içinde barındırıyor. Töreyi cinayetle özdeşleştiren zihniyet, “İslam dini de buna cevaz veriyor” türünden bir “demagojik dezenformasyon” yapıyor sürekli. Öte taraftan, bu cinayeti irtikâp edenler ise nedense çoğu kez erkeği unutarak kadını cezalandırma yoluna gidiyor; erkeğe ceza verilse bile genelde çok daha hafif oluyor. Erkek egemen toplumdaki bu cehalet, çuvaldızı kendine, yani erkeğe batırmaya yeterince yanaşmıyor.
Neden öldürülenlerin çocu kadınlar erkekleri öldürmemelerinin nedeni kandavasımı olması:unsure::unsure:

Bu konuyu biraz irdilemek istiyorum
TÖRE DİVANINDA BİR KADIN
Gerçek törede kadın için ‘ölüm’ kararının çok nadir verildiğini hatırlattıktan sonra ilginç bir anekdotu paylaşmak istiyorum bu noktada. Töre kararlarının çıktığı aşiret divanında aslında kadınlar da bulunuyormuş. Rusipi denilen aksakallı büyüğün onayından sonra bir kararın alınması için pirik denen yaşlı kadın âzânın da onayı gerekliymiş. Hatta çoğu zaman pirik’in söyleyeceği sözün, erkekler meclisinde alınmış bir kararı durdurduğundan bile bahsediliyor.

Törenin kadını ‘yok’ saydığı iddiası kadınların hayatın içinde bulunmasıyla bir ölçüde çelişiyor. Kimi kadınlar, egemen erkek erkini çoktan aşmışlar bile. Bize göre,doğuda kadın horlanıyor; ama batıda da aynısı geçerli ve meseleyi ‘bölge sorunu’ olarak ele almak yanlış. Konunu kadından ziyade bir toplum meselesi olduğu bence “Kadın güçsüz olduğu için şiddete maruz kalıyor. Erkek de şiddetten nasibini alıyordur; ancak bu çok nadirdir. ” Cinayetlerdeki doğu-batı ayrımıyla ilgili olarak .Bu tür hareketler kişinin kendisini bağlıyor. Batıdaki birisi de ‘töremize aykırı davranıyor’ deyip cinayet işleyebiliyor.

Benim bakış açımdan budur sizin bakış açınızdan nedir? ''Töre''olmalımı ''Töre'''ye toplumumuzun sizlerin bakış açısı nedir?

Töre Nedir ? 01



« : 06 Şubat 2008 »


Töre nedir?
Töre ya da diğer adıyla örf, bazı değer ve ilkelerin mutlak yaptırım kazanmış biçimidir. Kültür dünyamızdaki her ilke ve değer, belli bir yaptırım özelliğine sahiptir. Bunlardan bazılarının ihlalinde, bireye hafif yaptırım, bazılarının ihlalinde ise ağır yaptırım uygulanır. İşte bu ikinci kategoridekiler töre/örf diye adlandırılır. Toplum bireye böylece "mutlaka yapmalısın" ya da "uymalısın" diyerek, kendi değer ve ilkelerinin geçerliliğini sürdürmesini sağlar. Yani diğer sosyal kaideler gibi töre de sivil toplumun hukuku, yazısız hukuktur. Onda kesin bir emir formu vardır. İhlali halinde bireyler kendilerine uygulanan yaptırımın altından kalkamayacaklarını bilirler. En genel ve köklü değerler manzumesi olarak gelenek, insan ilişkilerini düzenleyen kurallar olarak adetler ya da bölgesel davranış biçimleri olarak görenekler de töre formuna dönüştürülebilir.

Törenin varlık nedeni, diğer ilkeler gibi toplumsal düzenin, ilişkilerin, ahlakın korunması ve düzenlenmesidir. Ancak toplumun varlığını sürdürmesi için hayatî önem taşıyan değerler töre formuna dönüşür. Özellikle de ahlak alanındaki bazı ilkeler töre/örf haline gelir. Mesela ahlaka aykırı eylemiyle ailesini rencide etmek ya da sosyal ahlaka apaçık aykırı davranmak gibi eylemlere karşı geliştirilen bir yaptırım biçimidir töre.

İlk başta töre, içine doğduğumuz toplumda hazır bulduğumuz "kesin" ilkedir. Onun varlığı, onu icat eden aklın toplum için iyi tasarımıyla vücut bulmuştur. Fakat bu, törenin kelle kesmeye hazır kılıç gibi insanların üzerinde tehditkâr şekilde var olma zorunluluğu anlamına gelmez. Toplumsal düzeni korumanın başka yöntemleri ve biçimleri ortaya çıktıkça, yani toplumsal yaşantı, insan ilişkileri gelişip değiştikçe, törelerin bazıları yerini başka kurallara terk etmek zorundadır. İşte toplumsal gelişmenin ya da zihniyet gelişmesinin göstergesi budur. Mesela kan davası bir töre olarak nitelendirilir. O muhtemelen devlet hukukunun geçerli olmadığı dönemlerde bir soyun ya da aşiretin kendini saldırılardan koruma biçimi olarak görülmüş olmalıdır. Ancak devlet otoritesinin egemenliği ve ceza yasalarının etkin biçimde uygulanması karşısında, artık bu türden bir eylem biçimi töre olmaktan çıkmalıydı. (Bu satırlardan kan davasının bir zamanlar haklı görülmesi gerektiği sonucu çıkarılmamalı; bu yargı sadece kurgusal bir tespit olarak okunmalıdır.) Nasıl ortak akıl toplumsal düzenin devamı için zorunlu olan bir ilkeyi bir zamanlar töre haline getirmişse, aynı ortak akıl, düzeni sağlayan yeni kurallar karşısında bu töreyi artık iptal etmeliydi. Akılcı yoldan bakarsak, törenin, toplumsal fonksiyonuna göre varlığını sürdürmesi ya da sürdürmemesi gerektiği sonucuna varırız. Çünkü her türden toplumsal kural toplumun düzenli ve dengeli devamına hizmet eder. Onların ontolojik temeli budur. Fakat toplumsal değişmenin donduğu kapalı toplum yapılarında, töreler sırf töre oldukları için muhafaza edilir. Onun fonksiyonu hesaba katılmdığı gibi, bu fonksiyonun yerini alabilecek yeni ve daha iyi bir ilke aranmaz. Dolayısıyla bu toplumlarda töre, -onun temelini kabul edelim ya da etmeyelim- artık akıldışı bir düzen sağlama biçimi halini alır.

Töre sadece ahlak alanında olmaz. İhlali kesinlikle istenmeyen ilkeler de yaşantımızda töre formunda yer alır ve mesela "töremiz böyle…" denir.
***
"Töre ihlali eşittir ölüm" ilkesi ilkel zihniyetin, feodal yapının, aşiret bilincinin kurduğu bir eşdeğerliliktir. Bu eşdeğerlilikte, toplumsal düzeni korumak için kişinin en değerli varlığı, hayatı tehdit altında tutulur. (Bazı siyasilerimizde rastladığımız "sallandıracaksın üçünü beşini" mantığı da ilkel zihniyetin açığa çıkışından başka bir şey değildir.) Halbuki toplumsal düzen, bireylerin kişiliğini geliştirerek onları bilinçli bir fert haline getirerek de korunabilir. Mesela toplumsal ahlakı, ortalığa ölüm tehdidi saçmak yerine ahlak bilincini güçlendirerek de korumak mümkündür. Günümüzdeki anlayış ve tabii "insanî olan" da budur; kişiliği ve bilinci güçlendirmek… Açık toplum yapısının gereği de budur. Ancak bu iş, çok zor ve zahmetlidir. Uzun soluklu ve bilinçli bir eğitim çabası gerektirir. Toplumun kanaat önderlerine ya da anne-babalara bu bağlamda büyük yük düşmektedir. Özellikle töreye dayalı trajedilerin yaşandığı Doğu ve Güneydoğu bölgelerimizdeki sorumlular (anne-babalar ya da geleneksel önderler) işi töreye havale ederek üzerlerinden yükü atmaktadırlar. Yani töre, kapsamlı bir eğitim yapmadan toplumsal düzenin temel ilkelerinin devamını sağlama yolu olarak yürürlüktedir.

Türkiye'nin batısı, en azından görünüşte de olsa açık toplum haline gelmiştir. Fakat yukarıda bahsedilen "sosyal düzeni ve toplumsal ahlakı koruma" işi yine yukarıda belirtildiği şekliyle gerçekleştirilebilmiş midir? Hayır… Nitekim sorumlular üzerine düşeni yapmadığı için, içine düştüğümüz yozlaşma çukurunun içinde debelenip durmaktayız. Gerçi batı bölgelerimizde töre tümüyle ortadan kalkmış değildir. Ancak ahlak alanındaki töreler deyim yerindeyse iptal olmuştur. Acaba bu "töre" denilen şey, ahlak alanında, açık toplum olma sürecinde varlığını sürdürseydi, şimdi yaşadığımız çöküş gerçekleşmez miydi? Bu soruya da olumlu cevap vermek mümkün görünmemektedir. Açık toplum yapısı, törelerin yaptırım gücünü aynı şekilde sürdürmesine engeldir. Yaptırım niteliği taşıyan kurallar, uygun toplumsal yapılarda rollerini ve fonksiyonlarını icra edebilir.
***
Açık toplum ortamında, kapalı toplumdaki kurallarla yaşanamaz. Sosyal düzeni ve değerleri koruyacak kurallar yeniden üretilmelidir. Görünen o ki, Doğu ve Güneydoğu'da aşiret yapısı çöktükçe, ahlak ve kişilik eğitiminin zafiyeti, yeni ahlaksız fiillere kapı aralayacak… O zaman dağa taşa mezar mı kazılacak? Dolayısıyla bu bölgelerde liderliğe soyunanlar, önce bu soruna bakışlarını çevirmelidir.

Diğer yandan bu çarpık töre uygulamaları, yanlışı düzeltme ve bilinci geliştirme amacıyla değil, bu trajik eylemlerden hareketle kültürel değerlerin yaptırım gücüne bir suikast düzenleme amaçlı olarak basına taşınmaktadır. Yani "töre" üzerinden kültürün özellikle ahlak değerlerine yumruk sallandığı görülmektedir. Başka bir deyişle, iş, ilkelerin yaptırım gücünü yok edecek şekilde magazinleştirilmektedir. Bu telkin ortamı sürdükçe, "kültür, örf, adet ve gelenek" denince insanların aklına sadece çarpık töre uygulamaları gelmektedir.

Töreye ilişkin yorumlar, kültürel değerlerdeki, özellikle de ahlak alanındaki kesin ilkelerin ve emir kipinin etkisini hafifletmektedir. Artık içeriği insanlık dışı hale gelmiş olan "töre uygulamaları"yla gerçekten var olması gereken töre ayırımı yapılmayıp genel anlamda töre kötülendikçe, bu kültür formu "sevimsiz" olarak; töre kavramı alaya alındıkça da "vıcık vıcık" bir form olarak algılanmaktadır.

Kültür değerleri veya onların gelenek, görenek, adet ya da örf/töre şeklinde kategorileşmiş biçimleri ne alay konusu yapılmalı, ne de bireyin tepesine asılmış kılıç bir kılıç olarak gösterilmelidir. Bir kültür dünyasına yapılacak en büyük ihanet ve kötülük, onların bu şekilde tanıtılmasıdır.

Töre Nedir Ne Değildir?

22.12.2006 12:55 tarihinde eklendi, 571 kişi tarafından okundu.
Konu: Töre Nedir Ne Değildir?

TÖRE EDEBİYATI
Televizyon ve gazetelerde sürekli töre ile ilgili haberler okuyoruz. İnsanların çıkarı veya cahilliliği ile yaptıkları her tür kötü haberi " Töre Cinayetiolarak verip, bu kötü olayları töre diye benimsetilmeye çalışılıyor. Bazı cahil kafalar da " bu töreymiş " diye kendi sosyal hayatında uyguluyor. Bu tip kötü olayların töre ile ilgilisi olmadığını, sadece çıkar ve cehaletten ibaret oluduğunu vurgulamamız gerekir. Bir Töre edebiyatıdır gidiyor.
Önce törenin tanıma bakalım: " Bir toplulukta benimsenmiş, yerleşmiş davranış ve yaşama biçimlerinin, kuralların, göre¬nek ve geleneklerin, ortaklaşa alışkanlıkların, tu¬tulan yolların bütünü, âdet". Başka bir tanıma göre de " Bir toplumdaki ahlaki davranış biçimleri, adaptır.
Törenin tanımı bu şekilde doğru aldığımıza göre, cehalet veya şahsi çıkarlarla " Töre böyle emrediyordiye yanlış sunulan cinayet ve davranışların önüne geçmek gerekir. Bir kere törenin kanuna, dini ve milli değerlere dayanması gerekir. Kanuna, dini ve milli değerlere uygun olmayan hiçbir şey töre olamaz.
Örnek vermek gerekirse, 14 yaşındaki bir kızı, 60 yaşındaki bir adamla evlendirmeye töre diyemeyiz. Resmen kızını başlık parası adı altında para karşılığı vermektedir. Bir aile kızını istemediği biriyle zorla evlendiriyor. Bu dinen veya kanunen nikah bile sayılmaz. Çünkü zorlama vardır. Bu da töreye uygun bir durum değildir. Ama cehalet ve insanların çıkarları, malesef istedikleri şeyleri töre diye kabule zorluyor. Kadın dövmeyi nasıl töre diye kabul ettirebilirsiniz? Bilakis acizliğin bir ifadesidir. Ağalık sistemi de böyledir. Dinimizde ve milli değerlerimizde " Kula kulluk olmadığına görenasıl ağalık töre olabilir?
Devletin, medyanın ve eğitim kurumlarının töre konusunu iyi vurgulamalıdır. Cehalletten ve insanların çıkarlarından meydana gelen olayların önüne ancak böyle geçilir. Roman, hikaye ve yazılarda töre konusu işlenirken de, bu duruma dikkat edilmelidir.
(Bu yazı Anayurt Gazetesinde pazar günü yayınlanacak olan EDEBİYAT DÜNYASI adlı köşe yazımdan alınmıştır)
Sizin görüşlerinizi de merak ediyorum :

Kullanıcı İmzası:
1961’ de Nevşehir’in Hacıbektaş İlçesi A.Barak Köyünde doğdu. İlkokulu köyünde,orta ve ticaret lisesini Kırşehir’de bitirdi. 2 yıl kur’an kursunda ve 3 yıl (Berlin) Almanya’da öğrenim gördü. Ankara Üniversitesi,Dil ve Tarih- Coğrafya Fakültesi,Eski Türk Edebiyatı Bölümü 3.Sınıftan ayrıldı. Fakülte yıllarında DTCF’nin felsefe,psikoloji,sosyoloji ve tarih derslerine fahri olarak devam etti. Asker dönüşü Anadolu Üniversitesi,İktisat Fakültesi, 4 yıllık iktisat bölümünden mezun olan Ali GÜNDÜZ, Almanca ve Arapça bilmektedir. Evli ve 2 çocuk babası olan Ali GÜNDÜZ, İslami ilimlerden edebiyata, felsefeden ekonomiye kadar çeşitli alanlarda kendini yetiştirdi. Sabah, Ufuk,Türkiye,Zafer İslamın Gazetesi, Anayurt Gazetesi ve Ahi Edebiyatı dergisi ile 20’ye yakın gazete ve dergilerde başyazı, makale,roman,şiir ve fıkraları yayınlandı. Çeşitli gazete ve dergilerde müdürlük ve sanat yönetmenliği yaptı. 1980 sonrası oligarşik ve ekonomik baskılara tepki olarak yayın hayatından çekildi. 3 yıl ücretli öğretmenlik yapan Ali GÜNDÜZ halen Mamak İlçe Milli Eğitim Müdürlüğünde yöneticilik yapmaktadır.Şairimiz ilesam üyesidir.Yeni kurulan SİVRİ KALEMLER şiir,edebiyat ve kültür derneğinin kurucusudur. 13 üncü kitabı olan “Hasret “ şiir kitabı ile sanat hayatına tekrar dönüş yapan Ali GÜNDÜZ’ ün en büyük ideali sermaye temin ederek, yeni bir ekip ile sanat -edebiyat ve hikmet dergisi Uyanış’ ı çıkarmaktır. Şairimiz Anayurt Gazetesinde pazar günleri EDEBİYAT DÜNYASI adı ile yazı yazmaktadır. anayurtgazetesi.com şair,GÜNDÜZ KİTABEVİ YAYINLARI editörlüğünü de yapmaktadır. gunduzkitabevi.com.tr Bize danışmadan kitap çıkarmayınız. Ali GÜNDÜZ, pazar günleri Edebiyat Dünyası köşesi ile Anayurt Gazetesinde... GÜNDÜZ KİTABEVİ – SAHAF- YAYINEVİ Demet7.Sokak no:7/b Y.MAH.ANK.03123465457 Şirket : Talatpaşa Bulvarı Çifteler Sk 7/A Doğumevi yanı cebeci/Hamamönü/Ank. 0312 3630994 Web : gunduzkitabevi.com.tr