AMORAL.MLL.FI.

21 Eylül 2008 Pazar

‘Nişanlılar için webcam caiz’

‘Nişanlılar için webcam caiz’

Suudi Arabistan’da yayınlanan bir fetvada bir kadınla bir erkeğin webcam aracılığı ile konuşmasının sadece nişanlılar için caiz olabileceği belirtildi.

Önde gelen Suudi din adamlarından olan ve Adalet Bakanlığı’nda yasal ilişkiler danışmanı olarak görev yapan Abdül Muhsin El Abikan, kadınlar ile erkeklerin internet üzerinden birbirini görmesinin dinen kabul edilemez olduğunu belirterek, “Bu sadece nişanlılar için caizdir. Nişanlılar yüz yüze görüşmek yerine webcam sayesinde birbirlerini görebilir, tanıyabilir.

Hatta internet üzerinden görüşmek onlar için daha iyidir. Ancak bunda da aşırıya kaçmamak gerekir” diye konuştu. El Medine gazetesinin haberine göre El Abikan, nişanlıların da webcam aracılığıyla konuşurken dini kuralları çiğnememesi gerektiğine işaret ederek, “Sadece yüzünü, ellerini ve saçlarını görebilir” yorumunda bulundu. n DIŞ HABERLER

Sığınma evindeki erkekler, oruçlarını yalnız ve hüzünlü açıyor

Sığınma evindeki erkekler, oruçlarını yalnız ve hüzünlü açıyor
Konya'da 7 yıldır hizmet veren Erkek Sığınma Evi'nde Ramazan, hüzünlü ve buruk yaşanıyor.

Eşinden, annesinden, babasından ayrı gurbet içinde gurbet yaşayanlar, akşam hüznünün çöktüğü bu evde oruçlarını açıyor. Sığınma evinde kalanların birçoğu eşini, sevdiklerini değişik nedenlerle kaybetmiş. Birçoğunun ailesi var ama yaşanan sıkıntılar sebebiyle görüşemez olmuşlar. Şimdi kapısını çalacak ne bir kardeş ne de bir aileleri var. Tüm bu sıkıntılarla birlikte sığındıkları evde hiç tanımadıkları ancak birçoğuyla aynı kaderi paylaştıkları erkek arkadaşlarıyla ömür sürüyorlar. Sayıları şu an 40 civarında. Zaman zaman 80 kişinin kaldığı sığınma evinde hayat zor olduğu kadar hüzünlü ve keder yüklü geçiyor.

Şefkat-Der tarafından 2001 yılında açılan Erkek Sığınma Evi, aradan geçen zamanda yaklaşık 4 bin erkeği ağırladı. Eşinden boşanan erkeklerin yanı sıra aile içi huzursuzluktan dolayı bunalıma girip sokaklarda kalan da bu eve sığınmış. Kimsesiz yaşlıların da kalabildiği sığınma evi, cezaevinden tahliye olduktan sonra hasımlarından dolayı memleketine dönemeyenlerin de mekanı olmuş. Kamuoyunda daha çok "Eşlerinden dayak yiyen erkeklerin mekânı" olarak bilinse de aslında gerçek hiç de öyle değil. Sığınma evinde birçok Afganistanlı, Yeni Zelandalı, Nijeryalı, Kongolu, Iraklı mülteci de kalıyor.

Şefkat-Der'e sığınan bu insanların hepsinin ayrı bir hikâyesi var. Sığınma evinin en eski misafirlerinden Veysel Yaşar, epilepsi hastası. Sürekli ilaç kullanıyor. 7 yıldır kaldığı bu ev onun dünyadaki tek sığınağı. Aile içinde yaşanan bazı olumsuzluklar nedeniyle önce eşinden ayrılmış, daha sonra öz kardeşleri tarafından evinden atılmış. Bir yıl sokaklarda banklar üzerinde yatmış. Çöp kutularından ekmek alıp yemiş. Küçük yaşta evlenmiş ama bu evlilik ona mutluluk değil acı getirmiş. Sonunda sokaklara düşmüş. Aile içinde yaşanan sıkıntıyla eşinden ayrılmış ve soğuk kış akşamlarında mekânı olan sokak yaşamının sonunda Şefkat-Der'in sıcak yuvasıyla tanışmış. Bir daha da bu yuvayı hiç terk etmemiş. Yaşanan olumsuzluklara ve zorluklara rağmen bereket ayı Ramazan'da orucunu hiç aksatmıyor. Aksaraylı Ahmet Artıcı da 6 yıldır huzuru Erkek Sığınma Evi'nde bulmuş. O, sokaklarda, parklarda ve otogarlarda zor şartlar altında yaşayıp gidecek yeri olmayanlardan birisi. Neden sığınma evine düştüğünü tekrar o günleri yaşamak istemediği için anlatmaktan kaçınıyor. Yıllardır kaldığı sığınma evinde düzen ve tertibi sağlayan Ahmet Artıcı, böyle bir mekânın açılmasından duyduğu mutluluğu ifade ediyor. Sığınma evinde kalanların çoğunluğunun oruç tuttuğunu dile getiriyor. Artıcı, erkeklerin bazılarının değişik işlerde çalıştığını ancak birçoğunun işsiz olduğunu ifade ediyor.

Hayrettin Bulan: Evsiz erkeklere destek verin

Erkek Sığınma Evi'nin fikir babası Şefkat-Der Genel Başkanı Hayrettin Bulan, erkeklerin de şiddet gördüğünü belirtiyor. Bulan, kalanların büyük çoğunluğunu ekonomik zorluklar nedeniyle psikolojik problem yaşayanların oluşturduğunu belirtiyor. Türkiye'nin her yerinden yılda 300 civarında erkeğin sığınma talebinde bulunduğunu kaydeden Bulan, yeni erkek sığınma evlerinin açılmasının şart olduğunu söylüyor. Bulan, sığınma evinde kalanların iftarlara davet edilmediğini söyleyerek, "Destek verin." çağrısında bulunuyor.

Aydın Hızlıca - Kazım Pıynar
Zaman Gazetesi 21 Eylül 2008, Pazar

Kızı ile erkek arkadaşını bıçakladı

Kızı ile erkek arkadaşını bıçakladı
16.20 | 20.9.2008 Milliyet Gazetesi
İsmail TEMİZ/SAMSUN,(DHA)

SAMSUN’da 47 yaşındaki Arif Ç., 16 yaşındaki kızı K.Ç.’yi erkek arkadaşı 17 yaşındaki A.A ile yanyana otururken görünce çılgına döndü. Önce kızını sonra da yanındaki arkadaşını bıçaklayarak kaçtı. Ardından polis tarafından kısa sürede yakalandı. Yaralıların sağlık durumunun ise iyi olduğu belirtildi.

Olay bugün saat 14.30 sıralarında Samsun’da meydana geldi. İddiaya göre inşaat işçisi Arif Ç., kızı K.Ç.’yi erkek arkadaşı A.A. ile Sahil Yolu’nda bulunan Sevgi Gölü kenarında yanyana otururken gördü. Vatandaşlarında gözleri önünde meydana gelen olayda, Arif Ç. kızına ve yanında bulunan arkadaşına bağırarak üzerlerine yürüdü. Sonra da üzerindeki ekmek bıçağıyla kızını sol omuzu ve sol kalçasından yaraladı. Ardından da erkek arkadaşı A.A.’yı sol kalçasından bıçakladı. Korku dolu dakikaların yaşandığı olayı gören çevredeki vatandaşlar hemen polisi aradı.

Kanlar içerisinde yerde yatan gençler olay yerine çağrılan ambulansla hastaneye kaldırıldı. K.Ç., Samsun Devlet Hastanesi’nde, A.A. ise özel bir hastanede tedavi altına alındı. Sağlık durumlarının iyi olduğu belirtildi. Olayı duyan aileler ise hastanelere akın etti. Çocuklarının durumları hakkında yetkililerden bilgi aldı.

Bu arada olayın ardından kayıplara karışan baba Arif Ç. kısa süre sonra polis tarafından yakalanarak gözaltına alındı. İfadesi alınmak üzere emniyete getirilirken küfürler edip, gazetecilere saldırmak istedi. Konuyla ilgili kapsamlı soruşturma sürüyor.

Mini eteği yasaklıyorlar

Mini eteği yasaklıyorlar

Hurriyet Gazetesi 20 Eylül 2008
Mini eteğin insanlar üzerindeki "kötü etkileri" gözönünde tutularak yasaklanması istendi.

Uganda Etik ve Namus Bakanı Nsaba Buturo, mini etekle dolaşan kadınlar taşıt sürücülerinin dikkatini dağıttığı ve kazalara yolaçtığı için, mini etek giyilmesinin yasaklanmasını istedi.

BBC'de yer alan habere göre Ugandalı bakan mini etek giymenin, çıplak gezmekle hemen hemen aynı şey olduğunu söyledi.

Buturo, "Mini eteğin nesi mi yanlış? Yanlış çünkü, insanlarımızın bazıları kafaca öylesine zayıf ki, mini etekli görünce kaza yapabiliyorlar." dedi.

BBC'nin Kampala'daki muhabiri Joshua Mmali, gazetecilerin Etik ve Namus Bakanının bu açıklamasını son derece komik bulduklarını kaydetti.

Bakan Buturo, mini etek giymenin ahlaksızlık olarak görülmesi ve yasalar çerçevesinde cezalandırılması gerektiğini bildirdi. Bakan, kısa etekler yüzünden istemeden dikkatleri dağılan kişilerin karşı karşıya olabilecekleri tehlikelere dikkat çekti.

Nsaba Buturo, "Çıplak bir insan görünce o insanın şeklini düşünmeye başlıyorsunuz. Ama bir yandan da araba kullanıyorsunuz. Bugünlerde, kimin anne, kimin kız olduğunu anlamak imkansızlaştı. Hepsi çıplak dolaşıyor." dedi.

Uganda Etik ve Namus Bakanına göre, uygunsuz giysiler, bugün Uganda toplumunun karşı karşıya olduğu ahlaksızlıklardan biri.

Bakan, Uganda toplumunun yüzyüze olduğu diğer sorunları, "hırsızlık ve kamu fonlarını zimmete geçirmek, hizmetleri gerektiği gibi yerine getirmemek, açgözlülük, ihanet, fahişelik, eşcinsellik ve mezhepçilik" diye sıraladı.

Bu yılın başlarında Kampala'daki Makerere Üniversitesi, kurumdaki kadınların giyimine belli kurallar getirmişti

16 Eylül 2008 Salı

Yahudi şeriatı da can yakıyor

Yahudi şeriatı da can yakıyor

Radikal Gazetesi 16/09/2008

Kudüs’teki ultra Ortodoks Yahudiler, İran’ın Besiçlerini aratmıyor. Yasalar dışında kurdukları ‘iffet mangaları’yla Yahudi şeriatını kadınlara zorla dayatıyor. Elektronik alet satan mağazalar da ‘ahlak’ zaptüraptında





KUDÜS - İsrail’in ultra Ortodoks Yahudi toplumunda İran’ı aratmayan manzaralar yaşanıyor. Nasıl İran’da gönüllü milis gücü Besic terör estiriyorsa, Kudüs’te de ultra Ortodokslar yasalar dışında kurdukları ‘iffet mangaları’yla Yahudi şeriatına uymadığını düşündükleri kadınlara dehşet saçıyor.
İki hafta önce polis M’yi acımasızca döven bir ‘iffet mangası’nın iki üyesini tutukladı. Adının yazılmamasını ve sadece M diye anılmayı isteyen 28 yaşındaki kadın, yediği dayağı anlatırken titriyor. Çete üyelerinin ağzını tıkadığını, yumruklayıp tekmelediğini ve ultra Ortodoks Maalot Dafna mahallesinden taşınmazsa öldürmekle tehdit ettiğini aktarıp gözyaşları içinde soruyor: “Beni öldürmelerini kim engelleyecek?” M’nin başına bunların gelmesine komşularının Haredi (Yahudiliğin en muhafazakâr biçimi) kocasından üç yıl önce ayrılmış dul kadının ‘ahlaksız’ yaşamından yakınması yol açmış. Onlara göre ‘ahlaksız yaşam’ yakıştırması, kadınların pantolon giymesinden erkeklerle görüşmesine dek çok geniş bir yelpazeyi kapsıyor. M. “Niye bana bunları yaptıklarını bilmiyorum?” diyor.
Polis Kudüs’ün ultra Ortodoks kesiminde mahallelinin ‘ahlaksız’ addettiği kıyafetler satan bir dükkânı ateşe veren bir adamı da gözaltına aldı. Şabatta sokaklarda bir kulun dolaşmadığı ve uydu alıcılarının sapkınlık kabul edildiği Haredi kalesi Mea Şerim’de ise ‘iffet mangaları’nın son hedefi elektronik alet satan mağazalar. Böyle bir mağazanın önünde broşür dağıtan bir Haredi genç, burayı evde ahlaksız filmler izlemenin yolunu açan MP4 oynatıcılar satmakla suçluyor: “Bu dükkân gençliğin ahlakını bozuyor. Bu murdar aletleri satmayana dek mücadale edeceğiz.” Korkudan soyadını vermeyen satıcı David ise, kendisinin de Ortodoks olduğunu ama haftalardır dükkân önünde gösteri yapanların terör saçtığına inandığını söylüyor: “Stoklarımızı yaktılar, hiçbir şey onları durduramıyor.”

Tişört giyen kıza asit atılmış
Mea Şerim’de haziranda üzerine asit atıldığı için hastanelik olan 14 yaşındaki kızın ‘günahı’ ise gevşek belli pantalon ve kısa kollu tişört giymek. 2006’da 50 yaşındaki Amerikan vatandaşlığı da olan bir kadın otobüste arka tarafta oturmayı reddettiği için dört erkekten kıyasıya dayak yemişti. Haredi bölgelerde ABD’de ırkçılık döneminde siyahlara yapıldığı gibi otobüslerde arka koltukların layık görüldüğü kadınlardan baş, boyun, kol ve bacakları kapalı dolaşmaları bekleniyor. Şabatı ya da cinsiyet ayrılığını uygulamayan yüzme havuzu, sinema gibi yerlere de saldırılar düzenleniyor. (afp)

İngiltere, Osmanlı modelini deniyor

İngiltere, çağımızın en ilginç deneylerinden birine kalkıştı. Türkiye’de lafı bile dudakları uçuklatan bir şeyi sınıyorlar:
Çokhukukluluğu...
Sunday Times, Müslümanların yoğun olarak yaşadığı 5 büyük kentte şeriat mahkemeleri kurulduğunu duyurdu.
Londra, Birmingham, Bradford, Manshester ve Warwickshire’da kurulan (Glasgow ve Edinburgh’da da kurulacak olan) şeriat mahkemeleri, boşanma, aile içi şiddet, mali anlaşmazlıklar gibi sosyal konularda karar yetkisine sahip olacak. Kararlar, ancak Bölge Mahkemesi ve Yüksek Mahkeme’nin onayıyla yürürlüğe girebilecek; davalı ve davacının ortak rızasıyla uygulanabilecek.
* * *
Tartışmayı 77 milyon Anglikanın lideri, Canterbury Başpiskoposu Rowan Williams başlatmıştı. Şubat ayında, İngiltere’de yaşayan Müslüman kadınlara peçe yasağı getirilmesini eleştirirken, “Hükümet dini semboller konusunda karar vermemeli. Bunu Çin denedi, başarısız oldu. Dini kısıtlamalar İngiliz toplumunu yanlış bir laiklik anlayışına sürüklüyor” demişti.
Williams’a göre, İngiltere’nin bazı yurttaşları kendilerini İngiliz hukuk sistemine bağlı hissetmiyorlardı. O halde Müslümanlar “kültüre bağlılık” ile “devlete bağlılık” gibi iki keskin alternatif arasında seçime zorlanmamalı, ailevi ve mali meselelerde isterlerse şeriat kanunlarını uygulayabilmeliydiler.
“Bu, onların kendilerini İngiliz toplumunun bir parçası hissetmeleri için elzem”di.
* * *
İlk söylendiğinde kıyamet koparan bu sözler, şimdi uygulamaya konuyor.
Uygulamayı eleştirenler, bunun ülkede resmi hukuka paralel ikinci bir hukuk sistemi doğuracağından kaygılanıyorlar.
Kararı savunanlar ise, şeriat hukukunun İngiltere’deki Müslüman toplumda zaten Şeriat Mahkemesi adıyla faaliyet gösteren yapılar bulunduğunu, son uygulamayla bu yapıların resmi denetim altına alınmış olacağını belirtiyorlar.
* * *
Tartışması yıllara yayılacak bıçak sırtı bir konu bu...
Ama asıl ilginci, gelinen noktanın, Osmanlı’nın hukuk sistemine yakın bir görünüm arz etmesi...
Osmanlı’da da “millet sistemi” çerçevesinde “gayrimüslim cemaatlerde kamu alanına sıçramayan hukuki-cezai durumlarda karar alma, uygulama, denetleme yetkisi ruhani başkanlara bırakılmıştı.”
Murat Belge bunun gerekçesini şöyle izah eder (“Osmanlı’da Kurumlar ve Kültür”, Bilgi Üniversitesi Y., 2005):
“Devletin dini olan İslam, tebaa içinde büyük sayıda insanın dini olmayınca hem bu farklı dinlere hoşgörü sağlayan, hem de pratik düzeyde adaleti garanti altına alan bir İslam anlayışı ve somut politikası zorunlu oluyordu.”
Tanzimat’la gelen şey, o güne dek “hoşgörü” çerçevesinde göz yumulan bu uygulamanın dış baskıyla hukuki güvence altına alınmasıdır. Ama bununla “mevcut teokratik devlet ilkesinden de bir kopuş başlamıştır.” (Bülent Tanör, “Osmanlı-Türk Anayasal Gelişmeleri”, YKY, 1998)
* * *
Şimdi İngiltere, bugüne dek “hoşgörü çerçevesinde göz yumulan” bir uygulamayı, biraz da “iç baskıyla” hukuki güvence altına alıyor.
Bu, Başpiskopos Williams’ın umduğu gibi, Müslüman göçmenlerin kendilerini İngiliz toplumunun bir parçası gibi görmelerine mi hizmet edecek, yoksa laik hukuktan bir kopuşun başlangıcı mı olacak?
Bu sorunun cevabı, insanlığın 21. yüzyılını belirleyecek kadar önemli...


Can DündarAda
can.dundar@e-kolay.net

‘Babamdı, şimdi değil’

Milliyet gazetesi 07.58 | 16.9.2008
Neşet KARADAĞ/ADANA, (DHA)

ADANA’da boşandığı eşi 30 yaşındaki Dilek Saner’i başka biriyle evleneceğini duyunca bıçaklayarak öldüren 36 yaşındaki Hüseyin Karaşahin'in, ömür boyu hapis cezası istemiyle yargılandığı davada 12 yaşındaki oğlu Hasan Gazi tanıklık yaptı. Hasan Gazi, annesini öldüren babası için “Babamdı, şimdi değil” dedi.
Ziyapaşa Mahallesi’nde oturan avukat katibi Dilek Saner, 13 yıl önce aşık olduğu kebapçı Hüseyin Karaşahin ile ailesinin karşı çıkmasına karşın kaçarak evlendi. 7 yaşında Barış ve 12 yaşında Hasan Gazi isimli çocukları olan çift 9 ay önce boşandı. Hüseyin Karaşahin iddiaya göre, kendisini boşayan eşini başka biriyle evleneceği gerekçesiyle, 30 Mayıs 2008 tarihinde, 32 bıçak darbesiyle öldürdü. Yakalanıp tutuklanan ve hakkında Adana 5’inci Ağır Ceza Mahkemesi’nde dava açılan Karaşahin, “Eşim bir başkasıyla evleneceğini söyleyince sinirlendim. Yatak odasına gitti. Bir şeyler aldığını sandım. Ben de mutfaktan bıçağı alıp salladım. O sırada evde küçük oğlum Barış vardı. O da uyuyordu” dedi.
Davada Karaşahin’in oğlu Hasan Gazi Karaşahin ve 63 yaşındaki kayınvalidesi Zeliha Saner tanık olarak dinlendi. Pedagog nezaretinde ifadesi alınan Hasan Gazi, olay sırasında üst katta anneannesinin evinde uyuduğunu belirterek, “Annemin çığlık sesleri üzerine uyandım. Aşağıya indiğimde annem kanlar içindeydi. Annem çalışıyor, babam ise parasını alıp uyuşturucuya yatırıyordu. Babamdı, şimdi değil” dedi. Oğlunun bu sözleri üzerine, sanık sandalyesinde oturan Hüseyin Karaşahin yıkıldı.
Kızı öldürülen Zeliha Saner ise damadının devamlı kızını öldürmekle tehdit ettiğini iddia ederek, “Büyük torunum Hasan ile uyuyorduk. Kızımın çığlık sesi ve küçük torunum Barış’ın ‘babam annemi bıçakladı’ diye bağırması üzerine uyandık. Aşağıya indiğimizde kızım kanlar içindeydi. Torunum Barış’ın yüzü de kanlıydı. Sonradan bize babasının annesini bıçaklarken gördüğünü, yüzüne yastık kapatarak ve ellerini de bağlayarak bıçakladığını, kendisinin görmesi üzerine babasının sus işareti yaparak kendisini de keseceğini söylediğini aktardı. Kızımın başkasıyla ilişkisi de yoktur. İftira atıyor” diyerek damadının en ağır cezayla cezalandırılmasını istedi. Saner, daha önce damadı ile ilgili savcılığa ve karakola verdikleri şikayet dilekçelerinin fotokopilerini de verdi.
Duruşma eksik belgelerin tamamlanması ve diğer tanıkların dinlenmesi için ertelendi.

15 Eylül 2008 Pazartesi

Şeriat mahkemesi kuruldu

Şeriat mahkemesi kuruldu
İngiliz hükümeti Müslümanlar’ın yoğun yaşadığı 5 kentte şeriat mahkemelerinin boşanma, miras, mali anlaşmazlıklar gibi davalara bakmasına sessiz sedasız izin verdi

DIŞ HABERLER

Londra, Birmingham, Bradford, Manchester, Warwickshire kentlerinde şeriat mahkemeleri, hükümetin verdiği sessiz sedasız izin sayesinde kuruldu. Sunday Times gazetesi dünkü sayısında “Şeriat yasaları İngiltere’de resmen uygulanmaya başlandı” diyerek şeriat hükümlerine göre karar alacak olan Müslüman yargıçların boşanma, miras, aile içi şiddet, mali anlaşmazlıklar gibi birçok davayı ele aldıklarını duyurdu. Times’a göre Ağustos 2007’den beri yarı-resmi olarak faaliyet gösteren bu mahkemeler şimdiye kadar 100’den fazla davayı karara bağladı. Verilen kararların geçerlilik kazanması için yüksek mahkeme onayı gerekiyor. Ancak hükümetin verdiği izin sayesinde resmi bir kimlik kazanan şeriat mahkemelerin bu izni kolayca alacağı belirtiliyor.

Tahkim yasasına dayanıyor

1996 yılında İngiltere’de çıkan tahkim yasasına göre (Arbitration Act) iki taraf arasında çıkan uyuşmazlıkların devletin resmi yargı organları yerine, taraflarca belirlenen hakemlerle çözümlenmesine izin veriliyor. Şeriat mahkemelerinin bu tahkim yasasına dayanarak kurulduğu belirtiliyor. Mahkemenin herhangi bir konuda hüküm verebilmesi için anlaşmazlık yaşayan her iki tarafın da şeriat mahkemesinin yetkili olduğunu kabul etmesi gerekiyor. Ancak bazı hukukçular boşanma gibi davaların tahkimle çözülmesinin hukuka aykırı olduğunu düşünüyor.

The Sunday Times, uygulamanın başlatılmasıyla ilgili ilk önerinin bundan 7 ay önce Anglikan Kilisesi Başpsikoposu Rowan Williams tarafından ortaya atıldığını hatırlattı.

Yahudilerin de mahkemesi var

Williams büyük eleştiri konusu olan konuşmasında, “Şeriat yasalarının İngiliz hukuk sistemine entegre edilmesi kaçınılmaz” ifadesini kullanmıştı. Bu görüşe ilk destek verenlerden biri de İngiltere’de Adalet Bakanlığı müsteşarı yetkileriyle donatılmış olan Lord Phillips oldu. Phillips, şeriat hükümlerinin medeni hukukla ilgili konularda ve mali anlaşmazlıkların çözümünde kullanılmasının mümkün olduğunu belirtmişti. Muhalefet ise gelişmelere tepkili. Gölge Adalet Bakanı (Adalet Bakanı’nın muhalefetteki dengi) şeriat mahkemelerinin kurulmasının ülkede hukuk sistemine paralel ikinci bir hukuk sisteminin doğmasına neden olacağını belirterek, “İngiliz hukuk sistemi tektir. Ve öyle kalmalıdır” dedi.

İngiltere’de çoğu Ortodoks olan Yahudilerin bazı konularda kendi özel mahkemeleri bulunuyor. Yüzyıllardır var olan ve Beth Din adı verilen bu mahkemelerde anlaşmazlıklar, iş ve boşanma gibi konulardaki davalar dini kurallara göre görülüyor. İki tarafın da Yahudi olması ve davanın bu mahkemede görülmesini kabul etmesi şartı aranıyor. Beth Din’in kararları İngiliz makamlar tarafından da tanınıyor.

1.7 MİLYON MÜSLÜMAN YAŞIYOR

Avrupa’da Müslümanlar’ın en yoğun yaşadığı ülkelerden biri olan 50 milyon nüfuslu İngiltere’de 1.7 milyon Müslüman var. ICM kuruluşunun yaptığı araştırmaya göre buradaki Müslümanlar’ın yüzde 25’inden fazlası İngiltere’deki değerlerin İslami değerlerle uyum içinde olmadığına inanıyor.

MEHİR

MEHİR



Evlenme sırasında kadına bu isimle ödenen meblağ; evlilikte kadının nikâh akdi veya cinsel temasla hak kazandığı mal veya meblağ anlamında bir fıkıh terimi. Kitap, Sünnet ve fıkıh literatüründe mehir kelimesi yerine, eş anlamda; "sadûk", "saduka","nıhle", "farîza", "ecr", "hıbâ", "ukr", "alâik", "tavl" ve "nikâh" kelimeleri de kullanılır.

İslâm Hristiyanlıkta olduğu gibi kadının erkeğe verilmek üzere para biriktirilmesini (drahoma) değil de; aksine, erkeklerin kadınlara rağbetinin bir sembolü olsun diye hediye kabilinden bir meblağın ona verilmesini emretmiştir. Mehir kadına değil, erkeğin üzerine vaciptir. Dâru'l-İslâm'da bir kadınla cinsel temas, ya had cezasını gerektirir, ya da mehir hakkını doğurur. Bu, kadına saygının bir sonucudur.

Kur'an-ı Kerîm'de mehirden söz eden çeşitli ayetler vardır. Bazıları şunlardır: "Aldığınız kadınların mehirlerini yürekten isteyerek ve Allah'ın bir atiyyesi olarak verin " (en-Nisâ, 4/4). Çoğunluğa göre, burada hitap kocalaradır. Bazı bilginler hitabın velilere olduğu görüşündedir. Cahiliye devrinde mehri kızın velileri alır ve adına da "nihle" derlerdi. "...Haram olanlar dışındaki kadınlarla evlenmeniz, namuslu olarak ve zinaya sapmaksızın yaşamak ve mallarınızdan onlara mehir vermek şartıyla size helâl kılındı. Artık o kadınlardan hangisiyle yararlanmanız olmuşsa, ücretlerini belirlendiği şekliyle verin. Mehir miktarını belirledikten sonra aranızda gönül hoşluğu ile uyuştuğunuz miktar hakkında üzerinize bir vebal yoktur" (en-Nisâ, 4/24).

Abdullah b. Abbas (r.a) tan rivayet edildiğine göre, Hz. Ali, Hz. Fâtıma ile evlenirken Resulullah (s.a.s) kendisine; "O'na bir şey ver" dedi. Ali: "Bende bir şey yok"deyince de; "Hutamî zırhını verebilirsin" buyurdular.

Bir kadınla evlenmek isteyen bir sahabeye Allah'ın elçisi mehir vermesini bildirdi. Evinden de eli boş dönünce; "Demirden bir yüzük de olsa bak" deyip, yeniden eve gönderdi. Yine boş dönünce, ne miktar Kur'an-ı Kerîm bildiğini sordu ve sonunda şöyle buyurdu: "Haydi git, onu sana bildiğin Kur'an karşılığında verdim" (eş-Şevkânî, Neylü'l-Evtâr, VI, 170).

Bu konudaki ayet ve hadislerden şu sonuca varılmıştır. Resulullah (s.a.s), mehirsiz hiç bir evliliğe ruhsat vermemiştir. Eğer mehir vacip olmasaydı, bunu göstermek için arada bir onu terkederdi.

Diğer yandan, sahabe devrinden bu yana İslâm bilginleri mehir üzerinde icma etmişlerdir (bk. es-Serahsî, el-Mebsut, V, 62 vd.; el-Kâsânî, Bedâyiu's-Sanâyi, II, 274-304; İbnü'l-Hümâm, Fethul-Kadîr, II, 434 vd.; el-Cassâs, Ahkâmü'l-Kur'ân, III, 86 vd.; İbn Rüşd, Bidâyetü'l-Müçtehid, II, 16 vd.; İbn Âbidin, Reddü'l-Muhtâr, II, 329 vd.).

Aile yuvasıyla ilgili görevlerin en güzel şekilde yerine getirilmesi için eski çağlardan beri kadınla erkek arasında bir görev bölümü yapılmıştır. Erkek, evin dışındaki işlerle uğraşır ve gerektiğinde ağır işlerde çalışarak geçim için kazanç sağlar. Kadın da evin yönetimi, yemeğin hazırlanması, çocukların bakım ve terbiyesiyle uğraşır. Bu yüzden bütün malî yükümlülükler kadının değil, erkeğin görevidir. Mehir ve bütün kapsamıyla nafaka bu yükümlülükler arasındadır. Bu görev bölümü erkekle kadının yaratılışına ve ilâhî sünnete de uygundur. Erkek daha güçlü olduğu için çalışıp kazanmaya daha yatkındır. Kur'an'da şöyle buyurulur: "Erkekler, kadınlardan daha güçlü kuvvetlidirler. Yani ailenin reisidirler. Bunun sebebi şudur: Allah onlardan kimini kiminden üstün kılmıştır. Bir de erkek, mallarından evin geçimini sağlamaktadır" (en-Nisâ, 4/34).

Mehir, nikâh akdinin rükün veya şartlarından değildir. Bu yüzden mehirsiz akdedilecek nikâh geçerli olur ve kadın emsal mehire hak kazanır. Kur'an-ı Kerim'de şöyle buyurulur:

"Kendileriyle cinsel temasta bulunmadığınız veya kendilerine bir mehir tayin etmediğiniz kadınları boşamışsanız, bunda üzerinize bir sakınca yoktur" (el-Bakara, 2/236). Bu ayette, cinsel birleşmeden veya mehir tesbitinden önce kadını boşamanın geçerli olduğu belirtilmektedir. Boşama ancak sahih nikâhtan sonra mümkün olduğuna göre, ayet, akit sırasında mehrin konuşulmasının ne bir rükün ve ne de bir şart olmadığına delâlet eder (el-Kâsânî, a.g.e., II, 274; eş-Şîrâzî, el-Mühezzeb, Halebî tab'ı, II, 55, 60; İbn Rüşd, a.g.e., II, 25).

Ukbe b. Âmir (r.a)'ın naklettiği şu hadis de yukarıdaki anlamı destekler. Hz. Peygamber bir adama: "Seni filanca kadınla evlendireyim mi?" demiş; erkeğin; "evet" demesi üzerine, kadına hitaben; "Seni filanca erkekle evlendirmeme razı oluyor musun?" diye sormuştu. Kadının da "evet" demesi üzerine, onları evlendirdi. Herhangi bir mehir belirlenmeksizin evlilik gerçekleşti. Bu erkek vefatı sırasında şöyle dedi: "Resulullah (s.a.s), beni filanca kadınla evlendirdi. Bir mehir konuşulmadı ve kadına bir şey de vermedim. Ona mehrim olarak Hayber'deki hissemi veriyorum". Kadın bu hisseyi almış ve yüz bin lira karşılığında satmıştır (ez-Zühaylî, el-Fıkhu'l-İslâmî ve Edilletuh, Dımaşk 1405/1985, VII, 254). Yalnız Malikîler mehri, nikâhın bir rüknü olarak kabul ederler.

Eşler mehirsiz olarak veya şarap, domuz eti gibi şer'an mal sayılmayan bir şeyi mehir yaparak evlenseler Malikîler dışında çoğunluğa göre akit geçerli olur.

Mehrin üst ve alt sınırı:

Mehrin en çok miktarı için bir sınır getirilmemiştir. Ayette; "Onlardan birisine yüklerle mehir vermiş olsanız bile, içinden bir şey almayınız" (en-Nisâ, 4/20) buyurulur. Hz. Ömer bunu 400 dirhemle sınırlamak istemiş, aksi halde fazlanın beytü'l-mâle gelir kaydedileceğini ilân etmişti. Hz. Ömer'in dayandığı delil; Hz. Peygamber'in eşi ve kızları için 480 dirhemden (12 okiye) daha fazla mehir verilmemesi idi. Hz. Ömer minberden indikten sonra Kureyşli bir kadın, yukarıdaki ayeti (en-Nisâ, 4/20) okuyarak, Allah'ın mehir için bir sınır getirmediğini, aksine, kadınları yükler dolusu mehre lâyık gördüğünü belirtti. Bunun üzerine yeniden minbere çıkarak, sözünü geri aldı ve şöyle dedi:

"Size, kadınlarınız için 400 dirhemden fazla mehir vermenizi yasaklamıştım. İsteyen, malından dilediği kadar verebilir" (eş-Şevkânî, Neylü'l-Evtâr, VI,168; Heysemî, Mecmau'z-Zevâid, Mısır, t.y., IV, 283 vd.).

Ebû Hanîfe'ye göre, mehrin en az miktarı on dirhem gümüş veya bunun karşılığıdır. Hz. Peygamber devrinde bu kadar para yaklaşık iki kurbanlık koyun bedelidir. Hırsızlıkta, had cezasının uygulanmasını gerektiren en az miktar. bir dinar altın para olup, mehirde buna kıyas yapılmıştır. Çünkü bir dinar altın para, on dirhem gümüş paraya satın alma gücünde eşit durumda idi. İmam Malik'e göre mehrin en az miktarı üç dirhemdir. Bu mezhep de kendi hırsızlık nisabını ölçü olarak almıştır. İmam Şafiî ve Ahmed b. Hanbel, en az miktar için bir sınır koymamışlardır. Delilleri; mehir ayetinde malın azına bir sınır konulmamasıdır (Buhârî, Nikâh, 34-51; es-Sabûnî, Tefsîru Âyâti'l-Ahkâm, Dımaşk 1397/1977, I, 453; ez-Zühayli, a.g.e., VII, 256; Ömer Nasuhî Bilmen, İstilâhât-ı Fıkhıyye Kâmusu, İstanbul 1967, IV, 121-123; Hamdi Döndüren, Delilleriyle İslâm Hukuku, İstanbul 1983, s. 279, 280).

Mehrin konusu:

Satışı veya kullanılması yasak olmayan her şey mehir olarak verilebilir. Menkul ve gayrimenkul mallar, ziynet eşyası, hayvanlar, misli şeyler ve hatta menkul veya gayri- menkul bir maldan yararlanma hakkı bunlar arasındadır. Ancak İslâm'ın yasak ettiği şeyler, meselâ; alkollü içkiler, domuz, ölmüş hayvan etleri mehir olamaz. Bu gibi şeyler mehir yapıldığı takdirde, nikâh akdi mehirsiz yapılmış sayılır ve kadın emsal mehre hak kazanır (el-Kâsânî, a.g.e., II, 277 vd.; İbn Âbidîn, a.g.e., Mısır, t.y., II, 252, 458-461; el-Cassâs, Ahkâmü'l-Kur'ân, II, 143).

Kur'an-ı Kerîmi veya helâl ve haramdan bazı dinî hükümleri öğretmenin mehir sayılıp sayılmaması fakihler arasında tartışılmıştır. İlk Hanefî müçtehidlerine göre, Kur'ân ve fıkıh öğretimi mehir yerine geçmez. Çünkü, helâl kılınan kadınları belirleyen ayetteki; "mallarınızla istemeniz." (en-Nisâ, 4/24) ifadesi buna engeldir. Kur'an öğretimi ve benzeri ameller taat niteliğinde olup, kişi bunları Allah'a yaklaşmak için yapar. Bu yüzden ilk üç Hanefî müçtehidine göre, bunun için iş akdi yapmak geçerli olmaz. Böyle bir durumda kadın emsal mehre hak kazanır. Çünkü bu, mal olarak karşılığı bulunmayan bir yararlanmadır.

Sonraki Hanefî fakihleri ise, Kur'ân-ı Kerîm öğretimi ve diğer dini hizmetlerin; şartların değişmesi ve geçim için insanların çok meşgul olması gibi sebeplerle olan ihtiyaç yüzünden, bir ücret karşılığında yapılabileceğine fetva verdiler. Delil; Hz. Peygamber'in bildiği Kur'ân-ı eşine öğretmesi karşılığında bir erkeği evlendirmesidir. İlk Hanefî müctehidleri, bu hadisi te'vil ederek, mehirsiz evlendirmenin Hz. Peygamber'e mahsus bir muamele olduğunu söylemişlerdir (eş-Şîrâzî, a.g.e., II, 59; eş-Şevkânî, Neylül-Evtâr, VI, 170; el-Askalânî, Bülûğu'l-Merâm, Terc. A. Davudoğlu, İstanbul 1967, III, 247 vd.; Bilmen, a.g.e., VI, 173-175).

Mehrin çeşitleri

Mehir genel olarak mehr-i müsemma ve mehr-i misil olmak üzere ikiye ayrılır. Mehr-i müsemma da muaccel ve müeccel diye kendi içinde ikiye ayrılır.

1. Mehr-i müsemma:

Bu, nikâh akdi sırasında veya daha sonra eşlerin karşılıklı rıza ile belirledikleri mehirdir: "Eğer siz, onları kendilerine temas etmeden önce boşar, fakat daha önce onlara bir mehir tayin etmiş bulunursanız, bu tayin ettiğiniz mehrin yarısı onlarındır" (el-Bakara, 2/237). Mehr-i müsemma da peşin verilip verilmeme durumuna göre ikiye ayrılır:

a) Mehr-i muaccel:

Eşlerin miktarını belirledikleri mehir, nikâh akdi sırasında ödenebileceği gibi, sonraki bir tarihte de ödenebilir. İşte akit sırasında peşin olarak ödenen mehre "mehr-i muaccel (peşin mehir)" denir. Eşler, mehrin miktarını belirlemekle birlikte, ödeme şeklini tesbit etmemişlerse, peşin ödenecek miktar örfe göre belirlenir. Örf, tamamının peşin veya ileride ödenmesi yahut bir bölümünün, örneğin üçte birinin veya yarısının peşin, geri kalanının sonradan verilmesi şeklinde meydana gelmişse buna göre hareket edilir. Çünkü mehrin ödeme şekli üzerindeki örf, aksi kararlaştırılmadıkça eşler arasında şart koşulmuş gibidir. Hadiste; "Müslümanların güzel gördüğü şeyler Allah nezdinde de güzeldir" (Ahmed b. Hanbel, Müsned, I, 379) buyurulmuştur.

Bazı fakihler, zifaftan önce kadına mehrin bir kısmını vermeyi müstehap görürler. Bu konuda, Hz. Ali'nin, Fâtıma (r.anhâ) ile evlenirken zifaftan önce mehir olarak zırhını vermesi uygulamasına dayanırlar. Bu evlilik Medine'de, Hicret'in ikinci yılında vuku bulmuş ve mehrin ödenmesi konusunda Medîne örfüne uyulmuştur (M. Muhyiddîn Abdülhamîd, el-Ahvâluş-Şahsiyye, s. 140, 141).

Bugün Mısır'da geçerli olan örfe göre, genel olarak, mehrin üçte ikisi peşin alınır. Fas'ta ise mehrin yarısı peşin ödenir (Halil Cin, İslâm ve Osmanlı Hukukunda Evlenme, Ankara 1974, s. 218).

b) Mehr-i müeccel:

Mehrin tamamını peşin olarak değil de, evlenmenin sona ermesi, beş yıl, on yıl sonunda veya kocanın ölümü halinde ödenmesi kararlaştırılabilir. İşte bu şekilde, ödenmesi belirli bir vadeye bağlanmış olan mehir "mehr-i müeccel (vadeli mehir)" adını alır. Bu durumda kadın, belirlenen vade gelmeden önce mehri isteyemez. Miktarı belirlendiği halde, ödeme şekli belirlenmemiş olan ve bu konuda örf de bulunmayan durumlarda, mehir; boşanma veya eşlerden birisinin ölümü halinde peşine dönüşür. Boşamanın kesin (bâin) veya cayılabilir (ric'î) olması arasında bir fark yoktur. Ancak, ric'î boşama halinde mehir, iddetin sonunda peşin mehre dönüşür (Mehmed Zihni, Nimet-i İslâm, İstanbul 1976, s. 641 vd.).

2) Mehr-i misil:

Kadının emsaline göre takdir edilen mehir. Kadın, şu durumlarda mehr-i misle hak kazanır:

a) Nikâh akdinde mehrin zikredilmemiş olması halinde mehr-i misil gerekir. Mehrin zikredilmemesi, akdin fesatını gerektirmez. Çünkü nikâh, evlenecek olan çiftlerin icab-kabûlüyle tamam olur. Mehir ise nikâhın rüknü değildir ve bundan dolayı nikâh akdinin inikat ve sıhhati, mehrin zikredilmesine bağlı değildir. Mehir zikredilmediği halde koca vefat ederse kansı mehr-i mislini terikeden alır, kan vefat ederse vârisleri kocadan mehri misli alırlar.

b) Mehrin, tayin edilmiş olmakla birlikte mehir hakkında bilgisizliğin fazla olması (el-Cehâletü'l-fahişe) veya gayr-ı mütekavvim bir mal olarak tayin edilmesi halinde mehrî misil gerekir. Mehrin ev, araba, hayvan, elbise vb. şekilde mutlak olarak zikredilmesi halinde fâhiş cehaletten sözedilir ve bu durumda mehr-i misil gerekir. Çünkü bu cins isimler farklı vasıflarda ve değerlerde olabileceğinden anlaşmazlık ve çekişmeye götürür. Meselâ, mutlak olarak ev denildiğinde evin müstakil, büyük veya küçük olması, manzarası vb. gibi problemleri beraberinde getirebilir. Bunun yanında şeriatın domuz, içki gibi mütekavvim mal kabul etmediği şeylerin mehir olarak tayini halinde bunlar geçersizdir ve mehr-i misil tahakkuk eder.

c) Taraflar arasında mehr-i ortadan kaldırma konusunda bir anlaşma varsa yine mehr-i misil gerekir. Mehir şâriin nikâh akdinde uyulmasını emrettiği hükümdür. Bundan dolayı tarafların mehri kaldırma yetkisi yoktur. Eğer akde bitişik bir şartla onu kaldırmaya teşebbüs ederlerse bu şart fâsiddir. Bu durumda akit sahih ve şart geçersiz olur. Bunun en önemli misâlini şigar evliliği oluşturmaktadır. Şigar evliliği iki kadının mehir zikredilmeksizin birbirine karşılık olmak üzere iki erkekle evlendirilmesidir. Burada nikâh akdi geçerli fakat şart geçersizdir ve mehir zikredilmediğinden mehr-i misil gerekir. Şigar evliliği Ahmed b. Hanbel, İmam Mâlik ve İmam Şafiî'ye göre fâsiddir (Kâsânî, Bedâyîus-Sanayi, Kahire 1327-28/1910, II, 282-283; Molla Hüsrev, Dürerü'l-Hukkâm Şerhu Gureril-Ahkâm, İstanbul 1979, I, 342; el-Fetâva'l-Hindiyye, Bulak 1315, I, 309-311; M. Ebû Zehre, el-Ahvâluş-şahsiyye, Kahire 1368/1948, s. 182-183; Bilmen, Istılâhât-ı Fıkhiyye Kamusu, İstanbul 1985, II, 6, 119-120, 140-142).

d) Mehrin zikredilip zikredilmediği konusunda karı-koca arasında ihtilâf ortaya çıkarsa Mehr-i misil gerekir. Ancak hangisi delil getirirse kabul olunur. Delil getiremezlerse mehir zikredilmedi (münkir) diyenden yemin istenir. Yeminden kaçınırsa (nükul), mehrin zikredildiğini söyleyenin davası sabit olur. Yemin ederse mehr-i misil gerekir (Molla Hüsrev, a.g.e., I, 347).

Mehr-i Mislin takdiri: Mehr-i misli tayin için evlenecek olan kadının babası kabîlesinden; yaş, güzellik, mal, şehir, takvâ, akıl, dine bağlılık, bekâret, iffet, ilim, edeb, güzel ahlâk, çocuk sahibi olma gibi çeşitli vasıflarda benzeri olan kadınların mehirleri dikkate alınır. Bu benzerlik iki tarafın yani mehri tayin olunacak kadın ile denk ve benzeri kadınların akit sırasında sahip oldukları vasıflar itibariyle araştırılır. Bu vasıfların akitten sonra artması veya eksilmesi emsalliğin meydana gelmesine zarar vermez. Eğer babası tarafında benzeri bulunmazsa babasının kabîlesine denk olan kabîleden emsali kadınların mehri takdir edilir. Kadının bu durumlarda benzeri bulunmadığı takdirde Mehr-i misil iki adil erkek veya bir erkek iki kadının şahadetiyle sabit olur. Eğer adil şahid bulunamazsa söz yeminle beraber kocaya aittir. Koca mehr-i misli tayinden kaçınırsa mehrin miktarını tayin için hâkime başvurabilir. Bu hükümler, ihtilâf ortaya çıkması halindedir. Eğer mihir konusunda ittifak hasıl olursa kabul olunur (el-Kâsânî, a.g.e.,II, 287; M. Ebû Zehra, a.g.e., s. 183-184; Bilmen, a.g.e., II, 119).

Mehrin Sahibi:

Mehir, evlenecek olan kadının hakkıdır. Babası veya dedesi mehri kadın adına alabilir, fakat ona sahip olamaz. Ancak kadın razı olmazsa, velisine yapılacak mehir ödemesi geçerli değildir. Kadın; küçük, akıl hastası veya bunamış olursa, bu takdirde mehir malî velâyeti haiz olan veliye verilir.

Ahmed b. Hanbel, baba için, mehir yanında bir meblağ alma hakkını tanımış ve delil olarak da, Hz. Şuayb'ın kızıyla evlenmek için Hz. Musa'nın sekiz yıl çobanlık yapmasını delil göstermiştir. Kur'ân-ı Kerîm'de şöyle buyurulur: "Şuayb (a.s), Musa ya dedi ki; bu iki kızımdan birini - sen bana sekiz yıl işçilik yapman şartıyla- sana nikâhlamak istiyorum. Eğer işçiliğini on yıla tamamlarsan o da kendinden" (el-Kasas, 28/27). Bu ayet-i kerîme, karşılığında ücret alınabilen yararlanmanın mehir olabileceğine delâlet eder. Diğer mezheplere göre, burada başlık parasından çok, babanın kızı adına almış olduğu mehir söz konusu olabilir. Nitekim, Hz. Musa'nın orada evlendirilmesi, mal-mülk sahibi olarak yeniden Mısır'a dönmesi bunu gösterir. Ebû Hanîfe ve diğer bazı fakîhlere göre, kızın babasının evlenecek erkekten mehir dışında bir şey alması caiz değildir. 1917 tarihli Osmanlı Hukuk-ı Aile Kararnamesinde şu hükümler yer alır: "Mehir, evlenen kadının hakkı olup, onunla çeyiz yapmağa zorlanamaz. Bir kızı evlendirmek veya teslim etmek için ana-baba veya diğer hısımlarının, kocadan akçe veya benzeri şeyleri almaları memnûdur" (Hukuk-ı Aile Kararnamesi, madde, 89, 90).

Kadının, mehrin tamamına hak kazandığı haller:

Kadın; sahih halvet, zifaf veya ölüm halinde mehrin tamamına hak kazanır;

a) Sahih halvet:

Sahih bir akitle evli bulunan eşlerin, kimsenin göremeyeceği ve istekleri dışında kimsenin giremeyeceği kapalı veya kapalı sayılan bir yerde yalnız kalmalarıdır. Halvete engel olan durumların da bulunmaması gerekir. Eşlerin yanında üçüncü bir kişinin bulunması, karı-kocada cinsel birleşmeye engel halin olması, küçüklük, ay hali, hastalık, farz oruçlu olmak, farz veya nafile hac için ihramda bulunmak gibi.

Sahih halvet iki durumda zifaf olmuş gibi sonuç doğurur. Bu halvetten sonra kadın boşanırsa kadın tam mehre hak kazanır. Çünkü kadın evlenme ümidiyle nikâhlı olarak kapalı bir yerde bulunduğu için daha sonra boşanma olursa, yeniden evlenmede nikâhtan önceki şartlarla eş bulamayabilir. Halvetten sonra boşanan kadın iddet bekler. Dolayısıyla da iddet nafakası, halvetten sonra en az altı ay sonra doğacak çocuğun nesebinin sabit olması gibi haklardan yararlanır.

b) Zifaf: Burada evliliğin mûteber olma şartı da aranmaz. Zifaf ve sahih halvette mehrin tamamının gerekliğinin delili şu ayettir: "O kadınlardan birine yüklerle mehir vermiş olsanız bile, içinden bir şey almayın" (en-Nisâ, 4/20).

Zifaf sahih evlilikte olmuşsa kadın mehrin tamamına hak kazanır. Tesbit edilen mehir yoksa mehr-i misil alır. Zifaf fasit evlilikte olmuşsa, kadın mehr-i misil ile mehr-i müsemmadan hangisi daha az ise ona hak kazanır. Daha önceden mehir tesbit edilmemişse, mehr-i misil alır.

Fasit nikâhta halvet, zifaf hükmünde değildir (el-Kâsânî, a.g.e., II, 335; "Halvet" maddesi).

c) Eşlerden birinin ölümü:

Kadın vefat ederse, mirasçıları, mehri mirastaki paylarına göre bölüşürler. Kocası da dörtte bir veya ikide bir mirasçı olacağı için mehri o ölçüde eksik verir. Koca vefat ederse, kadın, terikeden mehir miktarını ayrıca alır (İbn Rüşd, a.g.e., II, 20).

Mehrin yarısının ödeneceği haller:

Sahih evlilik, zifaf veya sahih halvetten önce kocanın fiiliyle sona ermişse, kadın mehr-i müsemmanın yarısını alabilir. Mehrin tamamı peşin olarak tidenmişse, kadın bunun yarısını kocasına iade etmek zorunda bulunur. Delil şu ayettir: "Eğer siz onları kendilerine temas etmeden önce boşar, fakat daha önce mehir tesbit etmiş olursanız, o halde tayin ettiğiniz o mehrin yarısı onlarındır" (el-Bakara, 2/237).

Bu ayet hükmüne göre, kadının yarı mehir almasının şartları şunlardır: a) Mehir daha önceden tesbit edilmiş olacak. b) Koca, karısını zifaftan önce boşamış olacak. c) Kadın mehir hakkından vazgeçmemiş bulunacak.

Burada evlilik boşama ile sona erebileceği gibi fesih, ile Lian, kocanın iktidarsızlığı, İslâm dinini terketmesi, karısı müslüman olduğu halde kendisinin İslâm'a girmekten kaçınması, karının usul ve fürûuna hürmet-i müsaharayı gerektiren bir fiil işlemesi halleriyle de sona erebilir. Bütün bu durumlarda evliliğin sona ermesi kocanın fiili ile olmuş bulunur ve kadın yarı mehre hak kazanır. Yeter ki bu ayrılık cinsel birleşmeden önce vuku bulsun. Bu çeşit ayrılıkta kadına iddet gerekmez (el-Kâsânî, a.g.e., II, 296 vd.; İbnü'l-Hümâm, Fethu'l-Kadîr, II, 438-439).

Yukarıdaki durumlarda evlilik yine zifaftan önce ve kocanın fiiliyle olur, fakat verilecek mehir miktarı belirlenmemiş olursa kadına muta denen bir teselli hediyesi vermek gerekir. (bk. el-Bakara, 2/236). Muta; kocanın; mal, elbise veya yiyecek olarak boşanmış hanımına verdiği şeylere denir. Ayette mutanın miktarı belirlenmemiş ve bu husus içtihada bırakılmıştır. Ebû Hanîfe'ye göre, mutanın en azı bir elbise, baş örtüsü ve bir yorgan olup, mehr-i mislin yarısından çok olamaz (es-Serahsî, el-Mebsût, V, 82, 83; es-Sabûnî, a.g.e., I, 379-380; M. Zihni, a.g.e., s. 441 vd.).

Kadına mehir vermenin gerekmediği durumlar:

İki durumda kadına mehir vermek gerekmez.

a) Evlenme akdi fasit olur (bk. "Nikâh" mad.) ve koca karısını zifaftan önce boşarsa, erkeğin mehir veya mut'a vermesi gerekmez. Bura evliliğin karşılıklı rıza ile veya hâkimin hükmü sona ermesi sonucu değiştirmez.

b) Evlilik akdi sahih olur, fakat, gerçek veya hükmî (sahih halvet sûretiyle) zifaftan önce kadının fiiliyle ayrılık vuku bulursa, kadın yine birşey alamaz. Kadının küçük evlendirilmesi halinde bulûğ muhayyerliği hakkını kullanması, irtidat etmesi veya kocası İslâm'a giren ve ehl-i kitap olmayan kadının, müslüman olmaktan kaçınması hallerinde evlilik akdi kadın tarafından veya kadın sebebiyle sona ermiş sayılır. Kadının, kocasının usul veya fürûundan birisiyle hurmet-i müsaharayı gerektiren bir fiil işlemesi, meselâ zina etmesi veya bunlardan birisiyle sevişmesi halinde de evlilik kadın tarafından sona erdirilmiş sayılır (el-Kâsânî, a.g.e., II, 336, 337).

Sonuç olarak mehir evlilik hayatı süresince kadın için bir yedek akçe niteliğindedir. Kadının aniden kocasını kaybetmesi veya boşanmaları hâlinde, kocasının evinde kalması zorlaşabileceği için, kendisine yeni bir hayat programı hazırlayıncaya kadar mehir ona bir destek olur. En az mehir miktarının iki tane kurbanlık koyun parası kadar olduğu, üst sınırının ise dört yüz dirhemin de üstünde olabileceği, Hz. Peygamber devrinde, yaklaşık beş dirheme bir kurbanlık koyun alındığı dikkate alınırsa, böyle bir gerçek mehrin, önemli bir yedek akçe teşkil edeceği açıktır.

Hamdi DÖNDÜREN Saffet KÖSE

Sanık avukatına göre Güldünya aile şerefini lekelemiş

Sanık avukatına göre Güldünya aile şerefini lekelemiş
Perşembe, 09 Kasım 2006

Güldünya Tören’i öldüren erkek kardeşlerinin avukatı, Yargıtay’daki temyiz duruşmasında akıl almaz ifadeler kullandı: “Türkiye'deki yasalara göre namus mevhumu mukaddes bir şeydir... Cinsellik Türkiye şartlarında boşanma sebebi bile sayılmakta. 'Ben istediğim gibi cinsel hayatımı yaşarım' demek doğru değil. Bu aileyi de toplumu da ilgilendirir.”

“Evlilik dışı ilişkiden hamile kalarak bir çocuk dünyaya getirdiği” gerekçesiyle Güldünya Tören'in önce silahla yaralanması, ardından da tedavi gördüğü hastanede öldürülmesine ilişkin davada yargılanan iki kardeşinin temyiz duruşması Yargıtay’da yapıldı.

Yargıtay 1. Ceza Dairesindeki duruşmada söz alan sanık Ferit ve İrfan Tören'in avukatı Ünal Yavuz, Güldünya Tören'in öz amcasının kızının eşiyle ilişkiye girdiğini, bu kişiyle iki yıl ilişki yaşadığını, hamileliğinin yedinci ayı gelince bu durumu saklayamadığını savundu. Bunun üzerine, Güldünya Tören'in İstanbul'daki amcasının yanına gönderildiğini anlatan Yavuz, “Aile, insanların yüzüne bakamaz duruma geldiği için mağdureyi İstanbul'a bırakıyorlar” dedi.

Kız kardeşini öldüren İrfan Tören'in silahla yaralama ve hastanede öldürme olayları sırasında olay yerinde olduğuna dair kesin bir delil bulunmadığını öne süren Yavuz, Güldünya Tören'i kardeşi Ferit Tören'in yaraladığını iddia etti. Yavuz, Ferit Tören'in memleketinde dar bir çevrede yaşadığını, “Senin kardeşin namussuz” sözlerine maruz kaldığını ve tahriklere kapılarak, eylemi gerçekleştirdiğini ileri sürdü. Ailenin töreye direndiğini, kızlarını öldürmek istemediklerini iddia eden Yavuz, “Böyle olsaydı kızlarını amcasına bırakmazlardı” dedi. Sanıklar hakkında hüküm kurulurken “haksız tahrik” hükümlerinin uygulanması gerektiğini savunan Yavuz, yerel mahkemenin kararının bozulmasını istedi. Yavuz, “Güldünya'nın eylemi aile şerefini lekelemiş, namusunu iki paralık etmiştir” diye konuştu. Yavuz, Türk Medeni Kanunu'nda, “aile şerefinin lekelenmesi” durumunda mirastan mahrum bırakma hükmü bulunduğunu da ifade etti.

Sanıkların diğer avukatı Mehmet Seyhan da Güldünya Tören'in yaralanması ve öldürülmesi sırasında İrfan Tören'in olay yerlerinde bulunmadığını öne sürdü. Seyhan, “Olayda haksız tahrik bulunduğunu” iddiasını tekrarlayarak, şu görüşleri savundu:

“Türkiye'deki yasalara göre namus mevhumu mukaddes bir şeydir. Mahkemelerdeki sanıklara, yasaları çıkaran milletvekillerine bile namuslarıyla ilgili yemin ettirilmektedir. Namus kavramı ne şekilde ele alınırsa alınsın, cinsellik Türkiye şartlarında başıboş bir olay değil, boşanma sebebi bile sayılmakta. Cinselliğin de bir sınırı vardır. Bir başkasının hürriyetinin başladığı yerde diğerininki biter. 'Ben istediğim gibi cinsel hayatımı yaşarım' demek doğru değil. Bu aileyi de toplumu da ilgilendirir. Toplum, fuhuş suçunu cezaya çarptırmaktadır.”

Seyhan, sanıkların olayla ilgili baskı altında tutulduklarını, namusun onlar için çok büyük bir kavram olduğunu belirterek, “Ferit, insanların yüzüne bakamaz duruma gelmiştir. Bu baskılar altında olayı işlemiştir. Kimsenin kararı söz konusu değil” diye konuştu.

Yere mahkemenin “tamamen hayallere dayanarak” hüküm kurduğunu, varsayımlara gittiğini iddia eden Seyhan, yerel mahkemenin kararının bozulmasını talep etti.

Duruşma karar verilmek üzere ertelendi.

Bakırköy 5. Ağır Ceza Mahkemesi, sanıklardan İrfan Tören'i müebbet hapis, olay tarihinde 18 yaşından küçük olan Ferit Tören'i ise 11 yıl 8 ay hapis cezasına çarptırmıştı. (SD)

DOĞU ANADOLU’DA KADIN VE AİLE

Page 1
1
Bu makale, Bilanço 98: 75 Yılda Kadınlar ve Erkekler’de yayımlanmıştır:
75 Yılda Kadınlar ve Erkekler, (İstanbul: Tarih Vakfı Yayınları, 1998), 173-192.
DOĞU ANADOLU’DA KADIN VE AİLE
Pınar İlkkaracan
Giriş
Osmanlı İmparatorluğu’nda 19. yüzyılın ikinci yarısından itibaren ateşli tartışmalara
konu olan kadının ailedeki konumu, Cumhuriyet’in kuruluşu ve 1926’da kabul edilen
Medeni Kanun’la kağıt üzerinde radikal bir dönüşüme uğradı. Osmanlı
İmparatorluğu’nda varolan paralel hukuk sistemlerine son veren, aile yasasını
laikleştiren, tek eşlilik ilkesini getiren ve birçok alanda kadınlara erkeklerle eşit
haklar sunan Medeni Kanun, ‘modern’ aileyi hedefliyordu. Cumhuriyet aydınlarının
ana varsayımlarından biri, Medeni Kanun da dahil olmak üzere gerçekleştirilen
reformlarla hedeflenen değişimlerin sanayileşme, modernleşme ve eğitimin
yaygınlaştırılmasıyla yurdun her yerine yayılacağı idi. Dolayısıyla, Cumhuriyet’in
kuruluşu sırasında varolan ve bölgesel koşullara, dinsel yorumlara, etnik yapılara göre
değişiklik gösteren aileye ilişkin yasalar ve uygulamaların modernleşmeyle
kendiliğinden ortadan kalkacağı varsayıldı. Bunun ötesinde, Cumhuriyet’in “lineer”
bir model içeren modernleşme varsayımının bir sonucu olarak, modernleşmenin ve
sanayileşmenin bölgeden bölgeye farklılıklar gösteren etkileri, erkek egemenliğinin
değişen koşullarda yeniden yapılanış biçimleri, kadınların modern/laik sistem içinde
tam olarak neleri kazandıkları ve neleri kaybettikleri uzun yıllar inceleme konusu
olmadı.
Oysa, merkezi devlet otoritelerince tek geçerli yasa olarak kabul edilen Medeni
Kanun’a rağmen, bu kanunla çelişen birçok geleneksel ve dini yasa, Cumhuriyet
Türkiye’sinde bölgeye, ekonomik koşullara, dine ve mezhebe, etnik kimliklere göre
farklılıklar göstererek var olmaya devam ettiği gibi, daha da karmaşık ve birbirinin
içine geçen bir yapı kazandı. Özellikle özel alanda, yani ailede geçerli olmaya devam
eden bu yasalar, tamamiyle yerel toplulukların denetimine kaldılar.
1990’lara varıldığında, aile kurumunun Türkiye’nin geçirdiği tüm değişikliklere
rağmen, toplumun en geleneksel kurumu özelliğini taşımakta olduğu ve
modernleşmenin etkilerinin yıllarca varsayıldığı gibi tek boyutlu olmadığı, sınıf, etnik
kimlik, mezhep, üretim biçimleri, yerel koşullar ve bölgelerin özelliklerine göre
değişen bir yapı oluşturduğu görülüyor. Bu bağlamda Doğu Anadolu, Yakın
Erttürk’ün de belirttiği gibi, merkez kurumları karşısındaki tarihsel özerkliği,
ekonomik, etnik ve sınıf yapısı gereği, modernleşmenin etkileri ve modernleşmeyle
cinsiyet ilişkileri arasındaki ilişkinin en çarpıcı ve çelişkili örneklerinden birini
oluşturuyor.
1
1
Yakın Ertürk, “Doğu Anadolu’da Modernleşme ve Kırsal Kadın”. 1980’ler Türkiyesi’nde Kadın
Bakış Açısından Kadınlar, der. Şirin Tekeli (İstanbul: İletişim, 1993).
Page 2
2
Bu yazının amacı, Doğu ve Güneydoğu Anadolu’da kadınların yaşamını etkileyen en
önemli kurumlardan biri olan aileye ilişkin resmi, geleneksel ve dini yasaları ve
uygulamaları 1996-1997’de Ümraniye, Doğu ve Güneydoğu’da gerçekleştirdiğimiz
bir alan araştırmasının verilerine dayanarak incelemek ve bölgedeki cinsiyet
ilişkilerinde bu yasaların ve uygulamaların oynadığı role ışık tutmaktır.
2
Alan
uygulaması çerçevesinde bölgedeki 19 yerleşim biriminde 599 kadınla yüzyüze
görüşülmüştür. Araştırmanın örnekleme yöntemi çok aşamalı, tabakalı, küme
örneklemesidir. Örneklem, bölgeyi temsil edecek nitelikte ve bölge altında Doğu
Anadolu ve Güneydoğu Anadolu, kır ve kent tahmini verecek şekilde tasarlanmıştır.
3
Araştırmanın gözlem birimi 15 ve daha yukarı yaştaki kadınlardır.
Aşağıda sunulan sonuçlar, örneklemin dörtte üçünü oluşturan evli kadından elde
edilen verilere dayanmaktadır (n=446). Tekkarılı evliliklerde ve çokkarılı evliliklerde
yaşayan kadınlar için iki ayrı mülakat cetveli kullanılmıştır. Bunlardan birincisi 423
soru, ikincisi 420 soru içermektedir. Dul ya da boşanmış olup şu anda evli olmayan
kadınlardan, evliliklerine ilişkin olan soruları geçmişteki son evliliklerini düşünerek
yanıtlamaları istenmiştir.
EVLİLİK
Evli kadınlara ilişkin göstergeler
Evli kadınların yarıya yakını (% 46.2) 15-35 yaş gurubunda, oldukça genç bir kitleden
oluşmaktadır. Çekirdek ailede yaşayanlar örneklemin % 60.3’ünü oluşturmaktadır.
Geniş ailede yaşayanlar, evlerinde eşleri ve çocukları hariç ortalama 3.1 kişi
yaşadığını belirtmişlerdir. Kadınların % 88.0’inin çocuğu vardır ve kadın başına
ortalama çocuk sayısı 4.8’dir. Çoğu yalnız bir kez evlenmiş olup, % 2.8’i iki kez, %
0.2’si ise üç kez evlenmiştir.
Eğitim düzeyi düşüktür. Kadınların % 62.2’si hiç okula gitmemiş ya da ilkokulu
terketmiş, % 27.9’u ilkokul mezunu, % 9.8’i ise ortaokul ya da da üstü eğitim
almıştır. Evli kadınların % 56.0’sının anadili Kürtçe, % 30.4’ünün Türkçe, %
6.7’sinin Zazaca, % 2.6’sının Azeri Türkçesi, % 4.0’ünün Arapça’dır. Anadili Türkçe
olmayanların % 18.0’i Türkçe konuşamamaktadır. Kadınları mezhep dağılımına göre
incelediğimizde, % 48.4’ünün Sünni-Hanefi, % 29.9’unun Şafi, % 11.5’inin Alevi, %
2.8’inin ise Şii/Caferi olduğunu, % 7.4’ünün ise mezheplerini bilmediklerini
görüyoruz.
Evlilik Türü
Resmi nikah ve tekkarılı evlilik, Türkiye’de Medeni Kanun’un getirdiği yeniliklerden
üzerinde en durulanından biri olmuştur. Buna rağmen, Medeni Kanun’un kabulünden
yetmiş yıl sonra, Doğu’da her beş kadından birinin yalnızca dini nikahı vardır ve her
2
Sözü geçen saha araştırması, WLUML (Women Living Under Muslim Laws) vakfının 26 ülkeyi
kapsayan uluslararası ‘Kadın ve Hukuk’ araıtırmasının bir parçasıdır. Araştırmanın Türkiye’yi
kapsayan kısmı, NOVIB’in (Netherlands Organization for International Development Cooperation)
finansal desteğiyle yürütülmüştür.
Türkiye’nin yedi bölgesinde yapılması planlanan saha araştırması kaynak yetersizliği ve maddi
kısıtlamalar yüzünden şimdiye kadar yalnızca üç bölgede tamamlanabilmiştir: Marmara (Ümraniye),
Doğu Anadolu ve Güneydoğu Anadolu Bölgeleri.
3
Nüfusu 20,000 ve daha fazla olan yerleşim yerleri kent, nüfusu 20,000’den az olan yerleşim yerleri
kır olarak tanımlanmıştır.
Page 3
3
on evlilikten biri çokkarılıdır . Yalnızca dini nikahı olanların oranı, Türkiye ve Batı
ortalamalarının (sırasıyla % 8.3 ve % 2.2) oldukça üstündedir
4
(Tablo 1).
TABLO 1: EVLİLİK TÜRÜ (%)
Resmi / dini nikah
Toplam
100.0
Yalnızca resmi nikah
5.8
Yalnızca dini nikah
19.6
Hem resmi hem dini nikah
74.4
Hiçbiri
0.2
Tekkarılı / çokkarılı evlilikler
Toplam
100.0
Tekkarılı evlilik
89.4
Çokkarılı evlilik
10.6
Yalnızca dini nikahı olanlar
Resmi nikah olmamasının nedenleri
Toplam
100.0
Kocanın diğer bir eşle resmi nikahı var
31.1
Koca istemiyor
29.7
İhmalkarlık
10.5
Evlenme sırasında kadının yaşı Medeni Kanun’un
izin verdiğinden küçüktü
9.6
Bilmiyor
4.5
Diğer
14.6
Başka bir deyişle, Doğu’da yaşayan kadınların beşte biri Medeni Kanun’un boşanma,
nafaka, eşten miras ve velayet gibi aileye ilişkin konularda tanıdığı hakların
hiçbirinden yararlanamamaktadır. Resmi nikahı olmayan kadınların % 92.9’u
istemelerine rağmen resmi nikahları olmadığını belirtmişlerdir. Kadınlar bunun
nedenlerini, kocanın başka bir eşle resmi nikahı olması (% 31.1), kocanın resmi nikah
istememesi (% 29.7), ihmalkarlık (% 10.5), evlenme sırasında yaşlarının Medeni
Kanun’un evlilik için şart koştuğu yaş sınırının altında olması (% 9.6) olarak
sıralıyorlar. Gösterilen diğer nedenler arasında (yüzde 14,6), henüz çocuk
doğurmamış olan kadınlar için “eşlerinin ancak çocuk doğurduktan sonra resmi nikah
yapacağı” ağırlık kazanmaktadır. Kadınların yüzde 4,5’I ise soruyu “Bilmiyorum,”
diye yanıtlamıştır.
Evlilik yaşı
Türk Medeni Kanunu’nun 88. maddesine göre “Erkek on yedi, kadın on beş yaşını
doldurmadıkça evlenemez.” Oysa, evlenme dışındaki bütün hukuki işlemler için
asgari yaş 18’dir. Yasanın fevkalade diye tanımladığı durumlarda, yargıç on dört
yaşını bitirmiş olan bir kadının evlenmesine izin verebilir.
5
Buna rağmen, kadınların
% 16.3’ü dini nikahla onbeş yaşını doldurmadan evlendirilmiştir (Tablo 2).
4
DİE, Main Women Indicators Turkey, 1978-1993. (Ankara: Devlet İstatistik Enstitütüsü, 1994).
5
Kızın gebe olması bu nedenlerden yalnızca birisidir. Ancak, kişi evlenmek için yeterli ruhsal ve
bedensel olgunluğa sahip değilse, gebelik başlı başına bir evlilik nedeni ve gerekçesi olamaz. Bkz.
Arın, C, , “Aile İçi Yaşama İlişkin Hukuk Maddeleri”, İlkkaracan, P., Gülçür, L., Arın C., , Sıcak Yuva
Masalı: Aile İçi Şiddet ve Cinsel Taciz içinde (İstanbul: Metis, 1996).
Page 4
4
TABLO 2: EVLİLİK YAŞI (%)
Nikah türü
Yaş gurupları
Resmi nikah
Dini nikah
Toplam
100.0
100.0
15’ten küçük
2.6
16.3
15-25
86.8
79.9
26-35
9.4
3.6
35-40
1.2
0.2
Metin tablo olarak yapılmış.
Evlilikte yaş ortalama ve ortancaları
Yaş
İlk resmi nikahtaki yaş ortalaması
20.4
İlk dini nikahtaki yaş ortalaması
17.9
İlk resmi nikahtaki yaş ortancası
19.0
İlk dini nikahtaki yaş ortancası
17.0
Aynı tabloda görüldüğü gibi, dini evlilik sırasındaki yaş ortalama ve ortancaları,
resmi evlilik sırasındakindan daha düşüktür; diğer bir deyişle dini nikah çoğu zaman
resmi nikahtan önce yapılmaktadır. Bölgede küçük yaşta evlilikler yaygın
olduğundan, Medeni Kanun’a rağmen, kızların on beş yaş altında evlendirebilmeleri
için dini nikaha başvurulmaktadır. Oysa yasalara göre, dini nikah ancak resmi
nikahtan sonra yapılabilir.
6
Aksi takdirde, çift Ceza Kanunu’nca suçlu duruma düşer.
Ceza Kanunu’na göre, resmi nikahın kıyıldığını gösteren resmi belgeleri görmeden
dini nikah kıyanlar da, kıydıranlar da cezalandırılır.
7
Araştırma bulgularından,
kadınların ezici bir çoğunluğunun bu yasalardan haberi olmadığı anlaşılmıştır.
Dini nikah
Kadının eğitimi ve ait olduğu mezhep, kadının resmi nikahı olup olmamasında en
etkili faktörler olarak belirmektedir. Lise ve üstü öğrenimli kadınlarda, yalnızca dini
nikahla evli olanlar yok denecek kadar azdır. Şii/Caferi mezhebinden olanların ise
tümünün hem resmi, hem dini nikahı vardır. Alevi kadınlarda yalnızca dini nikahı
olanların oranı % 3.3 iken, Hanefi ve Şafilerde bu oranlar sırasıyla % 19.1 ve %
26.3’e çıkmaktadır.
Tüm evli kadınların beşte birinin yalnızca dini nikahı olduğunu ve resmi nikahı
olanların çoğunluğunun yaşamında da aileye ilişkin dini yasaların önemli bir yer
tutma olasılığını göz önüne alırsak, dini nikaha ilişkin yasa ve uygulamaları
incelemenin önemi açıkça ortaya çıkıyor. Nitekim araştırmaya katılan kadınların %
70.7 gibi büyük bir oranı, “Sizce aile yaşamı dini kurallara göre olmalı mıdır?”
şeklindeki bir soruyu “evet” diyerek yanıtlamışlardır. Eğitim düzeyi yükseldikçe
soruya “evet” yanıtı verenlerin oranının düşmesine rağmen, en az ortaokul eğitimi
almış kadınların % 45.0’i de aile yaşamının dini kurallara göre düzenlenmesi
gerektiği fikrindedirler. Hanefi ve Caferilerde bu oran daha da yükselmekte,
Alevilerde ise % 27.0’ye düşmektedir.
Dini nikah törenine şahsen katılmamış olan kadınların oranı yarıya yakındır (% 41.1).
Dini nikah töreni, çoğunlukla imam tarafından yürütülmüştür ( % 81.6) ve kadınların
6
TMK, madde 110.
7
TCK, madde 237/3-4.
Page 5
5
% 9.4’ü dini nikah töreninin kim tarafından yürütüldüğünü bilmediklerini
belirtmişlerdir. İmam dışında dini nikah törenini yürüten diğer kişiler (yüzde 2,5)
arasında müftüler, Alevi şeyhleri ve köy büyükleri bulunmaktadır. Kadınların yüzde
0,2’si töreni kimsenin yönetmediğini belirtmiş, yüzde 6,9’u soruyu yanıtsız
bırakmıştır (Tablo 3).
Araştırmaya katılan kadınların üçte biri, dini nikah törenindeki şahitlerin kim
olduğunu bilmediklerini belirtmişlerdir. Kadınların yaklaşık % 41’i ise şahitlerin
kendi akrabaları ya da damat adayının akrabaları olduğunu söylemişlerdir. Bölgede
dini nikah şahitlerinin çoğunluğunu erkeklerin oluşturmasına rağmen, kadınların
şahitlik yaptığı durumlar da vardır. Kadınların şahitlik yaptığı durumlarda şahitler, bir
kadın ve bir erkek, yalnızca iki kadın, iki erkek ve bir kadın, ya da bir erkek ve birkaç
kadın olabiliyor. Yani, yalnızca kadınların şahitliğinin geçerli olduğu ya da en az iki
kadın şahit aranmadığı durumlar vardır. Bu durum, diğer birçok Müslüman toplumda
olduğundan farklı ve kadınların lehine bir resim sergilemektedir. Örneğin Sudan’da
geleneksel olarak, kadınların evlilik şahidi olmaları hiç olası değildir.
8
Pakistan’da ise
geleneksel olarak kabul edilen yoruma göre, kadınlar ancak en azından bir erkek
şahidin olduğu durumda şahitlik yapabilirler ve bu durumda dahi tel kadının şahitliği
geçerli sayılmaz. Bu görüşe göre, örneğin dört kadın şahidin huzurunda gerçekleşmiş
bir evlilik gerçerli değildir.
9
TABLO 3: DİNİ NİKAHA İLİŞKİN GÖSTERGELER (%)
Töreni yürüten kişi
Toplam
100.0
İmam
81.6
Diğer
2.5
Hiç kimse
0.2
Bilmiyor
8.8
Yanıt yok
6.9
Dini nikah sözleşmesi
Toplam
100.0
Yapıldı
21.2
Yapılmadı
57.1
Bilmiyor
20.2
Yanıt yok
1.5
Dini
nikah
sözleşmesi
olanlar
Sözleşmenin türü
Toplam
100.0
Sözlü
83.6
Yazılı
9.3
Bilmiyor
2.7
Yanıt yok
4.4
Sözleşmenin şartları
Toplam
100.0
8
Oysa Sudan’da 1991’de yürürlüğe giren kanuna göre, evlilik sözleşmesinin şahitleri ya iki erkek, ya
da bir erkek ve iki kadın olabilir. Bkz. GROW, Women and Law Sudan Project, Vol.1, (GROW,
1997).
9
Cassandra Balchin (der.), A Handbook on Family Law in Pakistan, (Lahore: Shirkat Gah, 1994).
Page 6
6
Erkeğin ailesi altın aldı
44.4
Altın alınacağı vaadedildi,
fakat alınmadı
28.5
Mihir
6.7
Diğer
13.9
Bilmiyor
6.6
Dini nikah kıyılması durumunda, nikah sözleşmesi önemli bir sorundur. İslam dinine
göre, dini nikah sözleşmesi Müslüman evliliklerin vazgeçilmez bir parçasıdır ve hatta
dini nikah sözleşmesi olmadan evliliklerin geçersiz olacağına inanılır.
10
Oysa
araştırmamıza katılan kadınların yarısından fazlası (% 57.1) dini nikah sırasında
herhangi bir sözleşmenin yapılmadığını, beşte biri ise bir sözleşmenin yapılıp
yapılmadığını bilmediklerini söylemişlerdir. Sadece % 21.2 oranında kadın yazılı ya
da sözlü bir sözleşmenin yapıldığını belirtmiştir.Soruyu yanıtsız bırakanların oranı %
1.5’tir.
Sözleşmelerin büyük çoğunluğu (%83,6) sözlü, sadece % 9.3’ü yazılı olarak
yapılmıştır. Sözleşmenin türünü bilmeyenlerin oranı % 2.7, yanıt vermeyenlerin oranı
ise % 4.4’tür. Tablo 3’te nikah sözleşmesinin yapıldığı durumlarda çoğunlukla
sözleşmenin tek şartının erkek tarafının kadının kendisine ya da babasına vaat ettiği
belirli bir altın miktarı olduğunu görülüyor. Kadınların % 44.4’ü vaat edilen altının
alındığını, % 28.5’i ise vaat edildiği halde alınmadığını belirtmişlerdir. Vaat edilen
altın miktarı, 1 - 10 altın, 15 gr. - 100 gr. altın, ya da çeşitli altın mücevher olabiliyor.
Altın, hiçbir zaman geri alınmayacağı sözüyle, kadının ya kendisine ya da babasına
veriliyor. Bir kadın, kendisine üç altın verildiğini ve imamın kendisine söylediğine
göre, kocası bu altınları ondan geri aldığı takdirde otomatikman boşanmış
sayılacağını belirtmiştir.
Dini nikah sözleşmesi olan kadınların % 6.7’si, dini nikahta yapılan sözleşmeyi
İslam’da olduğu gibi mihir olarak adlandırmışlardır. Bu kadınların hepsinin resmi
nikahı da vardır. Mihir (mehr ya da mahr olarak da geçer), İslam’da kadının evlenme
sırasında kocasından almaya hak kazandığı para ya da diğer mallar olarak
tanımlanır.
11
Ancak mihire verilen önem, müslüman topluluklarda çeşitlilik gösterir.
Örneğin, Tunus’un kentsel kesiminde mihir madden önemsiz bir miktar olup daha çok
sembolik bir jesttir. Tahran’da ise daha yüksek bir meblağdır ve eşler boşanmadığı
takdirde ödenmez. Suudi Arabistan’da ise, halkın yüksek ekonomik düzeyine bağlı
olarak mihir gelinin sosyal sınıfı ile damadın ekonomik gelir düzeyi göz önüne
alınarak belirlenir ve evlilik resmen gerçekleştiği zaman nakden ödenmesi gerekir.
12
Bölgede mihir sözleşmesi, genellikle erkeğin ve/veya kadının ailesi tarafından alınmış
olan malların dökümünü içeriyor. Şekil 1 ve 2’de araştırmamıza katılan kadınlardan
ikisinin yazılı Başka bir mihir sözleşmesi, kadına hiç kimsenin, hiçbir durumda geri
alamayacağı bir miktar para verilmiş olduğuna dair yazılı bir anlaşmayı içermektedir.
10
Homa Hoodfar, “Circumventing Legal Limitation: Mahr and Marriage Negotiation in Egyptian Low-
Income Communities”, Special Dossier: Shifting Boundaries in Marriage and Divorce in Muslim
Communities içinde. (Grabels: WLUML, 1997).
11
Sultana Kamal, “Mehr: An Advantage or Dependency Reinforced?” Dossier 19, 1997, 75-79.
12
Homa Hoodfar, a.g.e.
Page 7
7
Yukarıda anlatılan şartların dışında diğer sözleşme şartları da bulunmaktadır; (%
13.9); örneğin alınacağı vaat edilen iki inek, ev eşyası ya da bir ev, ya da nikah töreni
sırasında kadına hediye edilen altınların boşanma halinde kadında kalacağı gibi.
Sadece iki kadın dini nikah sözleşmesinde yer almış olan ‘manevi’ şartlardan söz
etmişlerdir: “Eşler iyi günde de kötü günde de beraber olmalıdır” ve “Eşler evliliğin
kurallarına riayet etmelidirler.” Kadınların %6.6’sı sözleşme şartlarını bilmemektedir.
Çokkarılı evlilikler
Çokkarılı evliliklerin üçte ikisinin Güneydoğu Anadolu’da, üçte birinin ise Doğu
Anadolu bölgesindedir. Güneydoğu Anadolu’da çokkarılı evlilik oranı % 64, Doğu
Anadolu’da % 36’dır. Çokkarılı evlilik içerisinde yaşayan kadınların eğitim düzeyi,
tekkarılı evlilikleri olan kadınlarınkinden çok daha düşüktür; ortaokul ya da daha üstü
bir eğitim almış hiçbir kadın çokkarılı evlilik düzenini kabul etmemiştir (Tablo 4).
TABLO 4: TEMEL ÖZELLİKLERE GÖRE ÇOKKARILI VE TEKKARILI EVLİLİKLER
(%)
Temel Özellikler
Çokkarılı
Evlilikler
Tekkarılı
evlilikler
Toplam
Toplam
100.0
100.0
100.0
Bölge
Güneydoğu Anadolu
64.0
48.3
50.0
Doğu Anadolu
36.0
51.7
50.0
Yerleşim yeri
Toplam
100.0
100.0
100.0
Kent
49.2
42.7
43.4
Kır
50.8
57.3
56.6
Kadının eğitim düzeyi
Toplam
100.0
100.0
100.0
Eğitimsiz
78.2
60.3
62.2
İlkokul
21.8
28.7
27.9
Ortaokul ve üstü
-
11.0
9.8
Buna dayanarak, kadının eğitim düzeyinin artmasına bağlı olarak, kadınların çokkarılı
bir evliliği kabul etme oranlarının azaldığını ve bu tür evliliklere karşı çıkabilme
şanslarının arttığı söylenebilir.
Çokkarılı evlilikler genellikle Sünni/Hanefi ya da Şafi mezhebinde görülmekle
birlikte, Alevilerde de % 5.6 oranında çokkarılı evlilik görülmektedir. Caferi
mezhebinden olanlarda çokkarılı evliliğe rastlanmamıştır.
Araştırmamızın örnekleminde, çokkarılı evlilik yaşayan her iki kadından birinin resmi
nikahı yoktur. Genelde resmi nikahlı eş ilk eştir, ikinci eşin, hatta üçüncü eşin resmi
nikahlı olduğu durumlar da vardır. İkinci ya da üçüncü eşin resmi nikahlı olduğu
durumlarda, genellikle ilk ya da ilk iki evliliğin görücü usulüyle yapılmış olduğunu ve
kocanın anlaşarak evlendiği eşle (“aşk evlililiği” diyebileceğimiz durumlar) resmi
nikah yaptığını görüyoruz. Böyle durumlarda kadın ikinci ya da üçüncü eş olmasına
rağmen, aile yaşamı üzerinde diğer kadınlara oranla daha fazla söz sahibi olmaktadır.
Çokkarılı evliliklerdeki eş sayısını incelediğimizde, bu evliliklerin çoğunlukla iki
karılı olduğunu, üç karılı evliliklerin % 11.6 ve dört karılı evliliklerin % 1.9 oranında
Page 8
8
olduğunu görüyoruz . Araştırmamızdaki kadınların % 50.4’ü ikinci eş, % 45.6’sı ilk
eş ve % 4.0’ü üçüncü eştir.
TABLO 5: ÇOKKARILI EVLİLİKLER (%)
Eş sayısı
Toplam
100.0
İki kadın
86.5
Üç kadın
11.6
Dört kadın
1.9
Tüm eşler aynı hanede yaşıyor
58.2
Araştırmaya katılan eş diğer eşlerle geçinemiyor
65.3
Çokkarılı evlilik yaşayan kadınların % 58.2’si diğer eşlerle aynı hanede yaşadıklarını
ve % 65.3’ü diğer eşlerle ciddi sorunlar yaşadıklarını belirtmişlerdir. Çokkarılı
evliliklerin kadınlara getirdiği tüm dezavantajlara rağmen, böyle bir evliliği olan
kadınların yaklaşık beşte biri kocalarıyla kendi istekleriyle kaçarak evlendiklerini
ifade etmişlerdir. Çokkarılı evliliğin bölgede kadınlar tarafından kabul edilmesinde,
dinin çokkarılı evliliğe izin vermesi ve bu tip evliliğin kültürel ortam tarafından
erkeğin doğal hakkı olarak görülmesi halen önemli bir rol oynamaktadır.
Evliliğin gerçekleşme şekli ve kadının rızası
Bölgede son derece yaygın olan akraba evlilikleri, tüm evliliklerin % 34.3’ünü
oluşturmakta olup bunların % 78.5’i birinci derece akraba evliliğidir. Türkiye’nin
batısında bu oran % 14’e düşmektedir.
13
Ortadoğu’ ülkelerinde yaygın bir ataerkil
gelenek olan akraba evliliklerinin amacı, mal ve toprağın ailede kalmasını sağlamak
ve erkeklerin ekonomik ve politik çıkarlarını korumaktır.
14
Bu gelenek, böldedeki
birçok kadının evliliğe ilişkin haklarını kullanma şansını daha en başından son derece
kısıtlamaktadır.
Kadının evliliğe ilişkin haklarının en somutlarından biri olan evliliğe rıza gösterme ya
da göstermeme hakkı, Türk Medeni Kanunu’nun bir çok maddesince garanti altına
alınmaya çalışılmıştır. Resmi yasalara göre, evlilikte hem kadının hem de erkeğin
rızası şarttır. Buna rağmen, kız/kadın çeşitli maddi veya manevi baskılarla
evlendirilmiş ise, evliliğin öngördüğü cinsel birleşmeyi reddedebilir. Birleşme zor
kullanılarak sağlanırsa, o zaman savcılığa başvurarak kendisine cebir ve şiddet
uygulanarak cinsel ilişkiye zorlandığı yolunda bir şikayette bulunabilir ve zorla
evlendirildiğinden bahisle, duruma göre TMK 116, 117 ya da 118 maddelerinden
birine dayanarak evliliğin feshi davası açabilir. Fesih davası, hak sahibinin fesih
nedenini öğrenmesinden veya tehdidin kalkmasından başlayarak altı ay ve her halde
evlenmeden itibaren beş yıl içinde açılmalıdır. Aksi takdirde zaman aşımına uğrar.
15
Ancak, Medeni Kanun’un bu maddeleri de yaygınlık kazanmamıştır. . Kadınların %
85.7’si, isteği dışında zorla evlendirilen bir kızın evliliğinin feshinin mümkün
olmadığını düşünmektedir
13
Kaynak: Toplumsal Cinsiyet İstatistikleri, Devlet İstatistik Enstitütüsü, 1998 (1993 Nüfus ve Sağlık
Araştırması ham verilerinden hesaplanmıştır.
14
Ortadoğu’da İslam öncesi zamanlarda da yaygın olan akraba evliliği gelenegi hakkında daha fazla
bilgi için Valentine M. Moghadam, Modernizing Women: Gender and Social Change in the Middle
East, (Boulder and London: Lynne Rienner Publishers, 1993).
15
TMK, madde 119.
Page 9
9
Bölgede evliliklerin çoğunluğu (% 61.5) aileler tarafından düzenlenmiş, yalnızca her
dört evlilikten biri çiftlerin kendilerinin anlaşması yoluyla (ailelerin de kabul
etmesiyle) gerçekleşmiştir. İki aileden birer kadının evlenmek üzere aileler arasında
değiş tokuşunu içeren berdel geleneği halen yaygınlığını korumaktadır (% 4.7).
Berdel geleneği, Güneydoğu Anadolu’da, Doğu Anadolu bölgesine oranla daha
yaygındır. Berdelle evlenen kadınların dörtte üçü Güneydoğu Anadolu’da
yaşamaktadır. Beşik kertmesi yaygın olmamakla birlikte halen uygulanan bir gelenek
olarak belirmiştir (% 0.9). Kadınlardan biri, ailesi tarafindan bir kan davasını bitirmek
için kocasının ailesine verilmiş olduğunu, diğer bir kadın ise vefat eden kocasının
kardeşiyle zorla evlendirildiğini belirtmiştir.(Tablo 6)
Kadınların % 5.0’ı eşleriyle kaçarak evlendiklerini ifade etmişlerdir. Kaçarak
evlenme, kadınların, ailelerinin kendi seçtikleri kişiyle evlenmelerine izin
vermedikleri durumlarda uyguladıkları bir strateji olarak belirmektedir.
16
TABLO 6 : EVLİLİĞİN GERÇEKLEŞME ŞEKLİ (%)
Evlilik nasıl gerçekleşti
Tekkarılı
evlilikler
Çokkarılı
evlilikler
Toplam
Toplam
100.0
100.0
100.0
Ailesi tarafından düzenlendi
60.9
66.2
61.5
Eşiyle anlaşarak evlendi
25.5
16.6
24.6
Kaçarak evlendi
5.3
2.3
5.0
Berdel
4.5
6.5
4.7
Zorla kaçırıldı
1.9
4.5
2.2
Beşik kertmesi
1.0
-
0.9
Diğer
0.5
4.0
0.9
Yanıt yok
0.3
-
0.2
Tekkarılı ve çokkarılı evliliklerin gerçekleşme şekillerini karşılaştırdığımızda, görücü
usulü, berdel ve zorla kaçırmanın çokkarılı evliliklerde daha yaygın olmakla birlikte,
oranlar arasındaki farkların nispeten küçük olduğu görülmektedir.
Eşlerin karşılıklı anlaşma yoluyla evlenmedikleri durumlarda, kadınların yarısından
fazlasının evliliğinin kendi arzularıyla gerçekleşmemiş olduğu ve % 45.4’ünün
fikrinin dahi sorulmamış olduğu görülmektedir. Kadınların % 51.3’ünün evlenmeden
önce kocalarıyla görüşme imkanı olmamıştır. Kendi arzusu dışında evlendirilen
kadınların % 54.5’i evlenmelerine babalarının, % 6.5’i ise diğer erkek akrabalarının
(dede, amca ya da erkek kardeş/ağabey gibi) karar verdiğini söylemişlerdir (Tablo 7).
TABLO 7: KARŞILIKLI ANLAŞMA YOLUYLA GERÇEKLEŞMEMİŞ OLAN EVLİLİKLER
(%)
Evliliğe rıza
Evlilik kendi arzusuyla gerçekleşmedi
50.3
Kadının fikri sorulmadı
45.4
Evlilikten önce kocasıyla tanışmadı
51.3
Kadının arzusu dışı evlendirildiği durumlarda
Kadının evlenmesine kim karar verdi
16
Kadınların göçer ve yarı-göçer toplumlarda kaçarak evlenmesinin olumlu ve olumsuz sonuçları
hakkında daha fazla bilgi için bkz. Lale Yalçın-Heckmann, “Aşiretli Kadın: Göçer ve Yarı-göçer
Toplumlarda Cinsiyet Rolleri ve Kadın Stratejileri”, 1980’ler Türkiye’sinde Kadın Bakış Açısından
Kadınlar , der Tekeli, Ş. İletişim Yayınları, İstanbul 1990.
Page 10
10
Toplam
100.0
Tek başına baba
54.5
Baba ve anne beraber
14.5
Tüm aile
10.0
Kadının baba hariç diğer erkek akrabaları
6.5
Tek başına anne
4.6
Diğer
7.8
Yanıt yok
2.2
Başlık parası
Kadını ekonomik bir metaya indirgeyen başlık parası geleneği, genelde kadının
üretime katkısının yüksek, ama evlilik konusundaki özerkliğinin kısıtlı olduğu
toplumlarda görülmektedir.
17
Örneklemimizde evli kadınların % 61.2’si başlık parası
karşılığında evlendirilmiş olduklarını belirtmişlerdir (tablo 8).
18
TABLO 8: KADINLAR AÇISINDAN BAŞLIK PARASI (%)
Başlık parası ödendi
61.2
Başlık parası sizce doğru bir uygulamama mı?
Toplam
100.0
Evet
19.3
Hayır
78.9
Bilmiyorum
1.5
Yanıt yok
0.2
Başlık parası yanlış bir uygulama çünkü...
Toplam
100.0
Kadınlar/insanlar satılacak mal değildir
50.4
Haramdır/günahtır
21.4
Kadınlar ve erkekler eşittir
1.6
Gereksiz bir şey
3.2
Kötü bir şey
3.2
Diğer
15.3
Yanıt yok
5.0
Başlık parası doğru bir uygulama çünkü...
Toplam
100.0
Kadın ve ailesi için maddi bir ihtiyaç
60.1
Kadının değerini gösterir
16.9
Töreler böyle
13.4
Babanın hakkıdır
5.5
Diğer
3.3
Yanıt yok
0.7
Cumhuriyet Türkiye’sinde başlık parası geleneği, çoğu erkek araştırmacı tarafından
köy ortamında kadınlara sosyal güvence sağladığı ya da erkeklerin boşanmalarına
engel bir işlevi olduğu gibi gerekçelerle sanki kadınların lehine bir uygulamaymış
gibi gösterilmiş, başlık parasının kadınların aleyhine olan yönleri yansıtılmamıştır.
19
17
Deniz Kandiyoti, “Cinsiyet Rolleri ve Toplumsal Değişim: Türkiyeli Kadınlara İlişkin
Karşılaştırılmalı Bir Değerlendirme”, Cariyeler, Bacılar ve Yurttaşlar: Kimlikler ve Toplumsal
Dönüşümler içinde (İstanbul: Metis, 1997)
18
Tüm örneklemle yapılan analizlerde, henüz bekar olan kadınlardan başlık parası karşılığı
evlendirileceklerini düşünenler bu oranın yarısı kadardır (% 27.6). Buna dayanarak, başlık parası
geleneğinin genç nesiller arasında giderek zayıflamakta olduğunu söyleyebiliriz.
19
Bkz. Emre Kongar, İmparatorluktan Günümüze Türkiye’nin Toplumsal Yapısı, (İstanbul: Remzi
Kitabevi, 1997).
Page 11
11
Oysa Tablo 8’de görüldüğü gibi, araştırmamıza katılan evli kadınların dörtte üçünden
fazlası başlık parasına karşı olduklarını belirtmişlerdir.
Başlık parasına karşı çıkan kadınların % 50,4ü, başlık parasına neden karşı çıktıkları
hakkındaki açık uçlu bir soruya, “Çünkü kadınların/insanların mal, hayvan ya da köle
gibi satılmalarına karşıyım” yönünde cevap vermişlerdir. Yaklaşık her 5-6 kadından
biri başlık parasına haram ya da günah olduğu için karşı çıktığını belirtmiştir.
Kadınların başlık parasına karşı olmalarının diğer nedenleri ekonomik unsurlar,
kadınla erkeğin eşit olması, başlık parasının gereksiz ya da kötü bir şey olduğu
şeklindedir.
Başlık parasını doğru bir uygulama olarak gören az sayıda evli kadının yarıdan fazlası
ekonomik nedenlerle, % 16.9’u “kadının değerini gösterdiği” için, % 13.4’ü bir töre
olduğu için, % 5.5.’i ise babasının hakkı olarak gördüğü için böyle düşündüklerini
söylemişlerdir. Başlık parasını doğru bir uygulama olarak gören kadınların kimi,
“başlık parası kadına çeyiz almak için gereklidir” ya da “kadının tek güvencesidir”
gibi nedenlerle başlık parasının kendilerine getirdiği ekonomik faydayı belirtirken,
daha çok sayıda kadın, başlık parasının kendilerine değil, ailelerine getirdiği faydadan
söz etmişlerdir: “Ailenin kız çocuğunu yetiştirmesine karşılık alınmalıdır”, “kızın
ailesi zordaysa başlık parası onlara yardımcı olabilir”, “başlık parası erkek kardeşimin
çocuklarını yetiştirmesinde faydalı oldu” gibi.
Orta Doğu’da başlık parasının boşanma durumunda, kadın ailesine geri döndüğü
zaman bir güvenlik aracı olarak kullanıldığı, dolayısıyla bir sosyal güvence
oluşturduğuna dikkat çekilmektedir.
20
Ancak kadın açısından bakıldığında, boşanma
sırasında her durumda babaya ya da aileye kalan bu paranın boşanma sırasında kadına
nasıl bir yarar sağlayacağı son derece belirsizdir. Son yıllarda yaygınlık kazanan bir
uygulama olan başlık parasıyla kızlara çeyiz alınması kadınlar açısından daha
avantajlı bir durum olarak görülmektedir. Ancak bu uygulama henüz kısıtlı sayıda
kadın için geçerlidir. Kadınların % 3.8’i başlık parasıyla çeyiz alındığını, bu nedenle
eşlerinin boşanmayı istemesi halinde ya kendilerinde kalacağını ya da eşler arasında
paylaşılacağını ifade etmişlerdir.
20
Deniz Kandiyoti, a.g.e.
Page 12
12
“Başlık parası sizce neden doğru bir uygulama degil?” sorusuna verilen bazı
cevaplar
• Kadına verilen değer malla, parayla ölçülmemeli.
• İnsanlar satılık mal değidir ve günahtır.
• Hayvan mı satıyorlar!
• Biz bir ev eşyası ya da meta değiliz.
• Kadınlar para karşılığında satılmamalıdırlar.
• Kocalara eşlerini satın almış olduklarını söyleme ve malıymış gibi davranma hakkı
veriyor. Kadının gururuna dokunuyor.
• Dinimize göre haramdır.
• Başlık parası alındığından kendimi satılmış gibi hissediyorum. Sonunda da erkek
sana bu kadar ödedim diye yüzüne vuruyor.
• Eğer başlık parası alınırsa kocam beni malıymışım gibi kullanır.
• O parayla bütün haklarım kocama satılıyor.
• Dinimize uygun degil, zira başlık parası sütümü satmış olduğum anlamına gelir.
• Gereksiz birşey çünkü erkek tarafı zaten herşeyi alıyor.
• Çiftin ihtiyaçlarına her iki taraf da katkıda bulunmalıdır.
• Başlık parası yüzünden fakir fukaralar birbirini sevince varamıyor. Mal satmış gibi
oluyor.
• Çünkü para kıza verilmiyor, babasına gidiyor.
• Erkek tarafına maddi zorluk getiriyor.
• Kız çocukların ne kadar değersiz olduğunu gösteriyor.
• Medeniyete uymayan ilkel birşey.
• Babam başlık parası aldığı için üstüme iki kuma geldi.
• Kadınlar koyun değil. Ama babam aldığı başlık parasını çeyiz olarak bana geri
veriyor. Buna mecbur.
• Evlat satılmaz.
• Mutluluk parayla satın alınamaz, kadın parayla satılamaz.
Son yıllarda bölgedeki yerel yönetimlerin başlık parası da dahil olmak üzere namus
cinayetleri, kan davaları gibi geleneksel yasalara ve uygulamalara bir son vermek
üzere çalışmalar yapmaya hevesli olduklarını görüyoruz. Örneğin, Urfa valisi, sözü
geçen geleneksel yasalara son vermek üzere aşiret liderleri, siyasi parti temsilcileri ve
sivil toplum kuruluşlarıyla bir toplantı düzenlemiştir.
21
Toplantıya çağrılan kişiler
arasında, bu geleneksel yasalardan en olumsuz şekilde etkilenen ve dolayısıyla onlara
karşı olma potansiyeli en yüksek olan kadınlar yer almazken, güçlerini halen bu tip
geleneksel yasaların biçimlendirdiği toplum yapısından alan aşiret liderlerinin olması
dikkat çekicidir. Bu örnekte de görüldüğü gibi, kadınların yaşamını derinden
etkileyen geleneksel yasalarla resmi yasalar ve merkezi devlet otoritesi arasındaki
çelışkiler, hala kadınları dışlayarak, devlet kurumları ve yerel güç odakları arasındaki
pazarlıklarla çözülmeye çalışmaktadır. Oysa kadınlar, arzulanan değişimleri harekete
geçirebilecek çok önemli bir potansiyele sahiptirler. Bu potansiyeli harekete geçirmek
21
“Urfa Valisi Yanlış Zamanlama Yaptı”. Radikal, 10.3.1998.
Page 13
13
için kadınları güçlendirmeyi amaçlayan geniş çaplı programlar ve çalışmalar yapmak
arzulandığı söylenen değişimleri gerçekleştirmenin en önemli adımı olacaktır.
BOŞANMA
Türkiye’de boşanma oranları çok düşüktür. 1990’larda kaba boşanma hızı binde beş -
altı arasında değişmektedir. Batı’da boşanmış kadın oranı % 1.2 iken Doğu’da bu
oran % 0.3’e düşmektedir.
22
Türk Medeni Kanunu’na göre Türkiye’de yalnızca
kayıtlı, resmi evlilikler geçerli olduğundan, yasal olarak boşanma da ancak bu şekilde
gerçekleşmiş evlilikler için söz konusudur. Kadınlar, boşanma sonrasında ekonomik
açıdan yaşamlarını sürdüremeyecekleri, ailelerinin ve yaşadıkları çevrenin baskısına
ve şiddete maruz kalacakları, çocuklarını bir daha göremeyecekleri gibi endişelerle,
evliliğin sürmesinin imkansızlaştığı ve/veya uzun süre yoğun şiddete maruz kaldıkları
durumlarda bile boşanmaktan korkmaktadırlar. Birçok kadın, boşanmanın onlara
getireceği olumsuz koşullar nedeniyle, boşanmayı değil boşanmamayı bir hak olarak
görmektedir. Araştırmaya katılan her on kadından birisi kocası ona ne yaparsa yapsın,
kesinlikle boşanmayacağını, sıkça tekrarlanan “Ölürüm de boşanmam,” cümlesiyle
ifade ederek belirtmiştir.
Dolayısıyla, Medeni Kanun’un boşanma konusunda kadın ve erkeğe tanıdığı eşit
haklara rağmen bu, gerçekte daha çok erkeklerin kullanabileceği bir hak olarak
kalmıştır. Kadınların boşanmayı istedikleri durumlarda dahi, erkeklerin gerek aile
içinde, gerekse toplumsal olarak egemen konumda olmaları nedeniyle, kocanın da
boşanmayı isteyip istemediği, aile ve çevreden gelen baskılar ve bunları destekleyen
geleneksel ve dini yasalar, kadınların Medeni Kanun’da öngörülen boşanma hakkını
kullanmalarını engellemektedir.
Kocalarından boşanmak için en az bir kez girişimde bulunan kadınların örneklemin %
8.3’ünü teşkil etmelerine rağmen, boşanmış olan kadınların oranı yalnızca % 0.8’dir.
araştırmaya katılan kadınların yalnızca % 15.9’u kocası istemese dahi boşanma
hakkını kullanabileceğini düşünüyor. Buna karşılık, kendisi istemese dahi kocasının
kendisini boşayabileceğini düşünenlerin oranı bunun dört katından fazla, % 67.4.
Boşanma hakkını kullanabileceğini düşünen kadınlar için kır ve kentteki oranlar
arasındaki farkın çok az olmasına rağmen, kendisi istemese dahi kocasının kendisini
boşayabileceğini düşünenlerin oranı kentte, kırda yaşayanlara oranla çok daha
yüksektir. Başka bir deyişle, kentte yaşamak erkeklere boşanma konusunda özgürlük
getirirken, kadınlar için kentte yaşamanın böyle bir faydası yoktur (Tablo 9).
22
Toplumsal Cinsiyet İstatistikleri, Devlet İstatistik Enstitütüsü, 1998 (1993 Nüfus ve Sağlık
Araştırması ham verilerinden hesaplanmıştır.
Page 14
14
TABLO 9: BOŞANMANIN MÜMKÜNLÜĞÜ (%)
Kadın isterse (eşi istemese bile) boşanabilir
Kır
Kent
Toplam
Toplam
100.0
100.0
100.0
Evet
14.9
17.2
15.9
Hayır
83.6
80.9
82.4
Bilmiyor
0.3
-
0.2
Yanıt yok
1.2
1.9
1.5
Kadın istemese bile eşi ondan boşanabilir
Toplam
100.0
100.0
100.0
Evet
75.6
56.3
67.4
Hayır
22.6
40.0
30.0
Bilmiyor
0.6
0.9
0.7
Yanıt yok
1.2
2.7
1.8
Kadınların büyük çoğunluğu (% 92.9) boşanmanın çevrelerinde kabul görmediğini ve
dörtte biri eşleriyle anlaşarak boşansalar bie ailelerinin buna karşı çıkacağını
belirtmişlerdir.
Boşanmada geçerli görülen yasalar ve başvurulacak otorite
Resmi nikahı olan ve olmayan evli kadınların boşanabilmek için geçerli olduğu
düşündükleri yasalar ve başvuracakları otoriteye ilişkin veriler ilginçtir . Resmi nikahı
olan kadınların dahi yalnızca % 54.1’i boşanmada geçerli olan yasanın Medeni Kanun
olacağını belirtirken dörtte biri geleneksel yasaları (töreleri) ve % 13.9’u dini yasaları
boşanmada geçerli olarak algılamaktadırlar. Buna paralel olarak, resmi nikahı olan
kadınların sadece % 50.8’i boşanabilmek için mahkemeye başvuracağını söylerken, %
29.8’i aile büyüklerine ve % 12.5’i bir din büyüğüne başvuracaklarını belirtmişlerdir
(Tablo 10).
TABLO 10: BOŞANMADA GEÇERLİ GÖRÜLEN YASALAR VE OTORİTE (%)
Boşanmada geçerli görülen yasalar
Resmi nikahlı
Yalnızca dini nikahlı
Toplam
Toplam
100.0
100.0
100.0
Türk Medeni Kanunu
54.1
8.1
45.1
Töreler
23.1
34.7
25.4
Dini kurallar
13.9
49.9
20.9
Diğer
7.5
6.3
7.2
Yanıt yok
1.4
1.0
1.3
Boşanmada başvurulacak otorite
Toplam
100.0
100.0
100.0
Mahkeme
50.8
7.2
42.3
Aile
29.8
46.4
33.1
Din yetkilileri
12.5
32.3
16.4
Diğer
5.4
13.0
6.9
Yanıt yok
1.4
1.0
1.3
Yalnızca dini nikahı olan kadınların ise yarısı boşanmanın dini yasalara göre, yaklaşık
üçte biri de törelere göre olacağını söylemiştir. Dini nikahla evli kadınların %
8.1’inin, yasal olarak mümkün olmadığı halde boşanmanın resmi yasalara göre
gerçekleşeceğini düşünmeleri de ilginç bir bulgudur. Boşanmanın dini yasalara göre
gerçekleşeceğini söyleyen kadınların sadece üçte biri din yetkililerinin, % 46.4’ü ise
ailelerinin boşanmadaki yetkili otorite olduğunu söylemişlerdir.
Page 15
15
Bölgede boşanmaya ilişkin dini ve geleneksel uygulamalar
Yalnızca dini nikahı olan kadınların % 34.5’i, resmi nikahı olan kadınların % 43.2’si
kocanın eşini annesine ya da kız kardeşine benzetmesini, (“anam bacımsın” demesini)
kendileri için geçerli bir boşanma nedeni olarak görmektedirler. Bu gerekçe, dini
nikahı olan kadınlar için en geçerli neden olarak görülürken, resmi nikahı olanlar için,
kocanın başka bir kadınla yaşamak istemesinin ardından ikinci en geçerli neden
olarak belirmektedir. Bölgede yaygın olarak bilinen bu deyim, bazı İslami yorumlara
göre kadına boşanma hakkı tanınan durumlardan biri olan ve ‘zihar’ olarak
tanımlanan dini bir yasaya dayanmaktadır.
23
Temelinde İslami bir yoruma dayanan bu
gerekçenin, resmi nikahlı kadınlar tarafından da böyle yüksek bir oranda geçerli bir
boşanma nedeni olarak görülmesi, bölgede dini, geleneksel ve resmi yasaların ne
denli karmaşık bir biçimde birbirinin içine geçmiş olduğunun çarpıcı bir örneğidir.
Başka konularda olduğu gibi boşanma konusunda da kadınların çoğunun resmi
haklarının yanısıra, dini haklarını da bilmemekte ve kullanamamaktadır. Bu durum,
din yetkililerine çok büyük bir güç tanımaktadır. Boşanmanın dini yasalara göre
gerçekleşeceğini belirten kadınların % 65.1’i bu yasaların ne olduğuna dair bir
soruya, bu yasaları tanımlamak yerine boşanmanın şartlarının imam tarafından
belirleneceği şeklinde cevap vermişlerdir. Kadınların % 5.4’üne göre, boşanmanın
dini olarak gerçekleşmesi, kocanın en az üç kez “boş ol” demesiyle olur.
Boşanmanın törelere göre gerçekleşeceğini belirten kadınların yarısından çoğu (%
63.2), boşanma kararının ve şartlarının aileleri tarafından belirleneceğini
söylemişlerdir. Bu durumda, boşanma girişimi çoğunlukla erkek tarafından
yapılmakta, son karar için aile büyüklerine danışılmaktadır. Törelere göre erkek aile
büyüklerinin onayı, boşanmanın gerçekleşmesi için en önemli unsurdur. Kocanın tek
başına aldığı boşanma kararının boşanmak için yeterli olduğunu belirten kadınların
oranı % 17.3’tür. Bunların ötesinde, çok az sayıda da olsa boşanmanın şahitler
huzurunda gerçekleşmesi gerektiği ya da boşanmanın kadının babasının evine
dönmesiyle gerçekleşeceği gibi geleneksel uygulamalardan söz edenler olmuştur. Bir
kadın boşanmanın nasıl gerçekleşeceği konusunda tek otoritenin eşi olduğunu,
“kocam beni boşamak isterse beni evden atar, boşanmış oluruz” diyerek belirtmiştir.
Boşanmanın kadınlar açısından bu denli olanaksız görülmesinin önemli bir nedeni,
kadınların çok azının çocukların velayeti, nafaka ya da mal bölüşümü gibi haklardan
faydalanabileceklerini düşünmeleridir. Kadınların yalnızca % 35.4’ü nafaka
alabileceğini, % 27.3’ü evlilik süresince edinilen malların bölüşümünün söz konusu
olabileceğini, % 26.9’u boşanmada daha fazla kusurlu eşin koca olduğu ispat
edebildikleri takdirde maddi tazminat alabileceklerini düşünmektedir. Resmi nikahı
olmayan kadınlar için, beklendiği gibi bu oranlar daha da düşüktür (Tablo 11) .
23
Cassandra Balchin, a.g.e.
Page 16
16
TABLO 11: BOŞANMADA OLASI HAKLAR (%)
Boşanmada nafaka, mal bölüşümü, maddi
tazminat ve ikamet
Resmi
nikahlı
Sadece
dini
nikahlı
Toplam
Kadın nafaka alabilir
39.4
19.0
35.4
Evlilikte edinilen malların bölüşümü olabilir
29.9
16.8
27.3
Kadın maddi tazminat alabilir
29.7
15.4
26.9
Bölgede çocuğa, özellikle erkek çocuğa ekonomik ve toplumsal bir güvence olarak
bakıldığından, olası bir boşanmada çocukların velayetini kimin alacağı sorusu daha da
önem kazanmaktadır. Türk Medeni Kanunu’nda ayrılık veya boşanma durumunda
velayetin koşullarının düzenlenmesinde çocuğun cinsiyetine ya da yaşına ilişkin
farklar öngörülmemiştir. Yargıç çocuğa kimin daha iyi bakabileceğine inanıyorsa
velayeti ona verir.
24
TABLO 12: BOŞANMA DURUMUNDA KADINLARIN VELAYET HAKLARI (%)
Bakıma muhtaç çocukların velayeti
Resmi
nikahlı
Yalnızca dini
nikahlı
Toplam
Toplam
100.0
100.0
100.0
Velayeti anne alır
56.7
34.8
52.9
Velayeti baba alır
29.0
50.4
32.7
Velayet her iki eşe verilir
5.5
-
4.5
Diğer
6.1
12.3
7.2
Yanıt yok
2.7
2.5
2.7
Bakıma muhtaç olmayan çocukların velayeti
Toplam
100.0
100.0
100.0
Velayeti anne alır
17.2
12.1
16.4
Velayeti baba alır
55.1
69.0
57.4
Velayet her iki eşe verilir
10.2
-
8.5
Çocuklar kendileri karar verirler
9.6
3.9
8.6
Diğer
1.7
8.2
2.8
Yanıt yok
6.3
6.8
6.4
Oysa Tablo 12’de görüldüğü gibi, kadınların algılamalarına göre, velayet konusunda
bakıma muhtaç olan ve olmayan çocuklar için farklı uygulamalar söz konusudur.
Çocuk bakımı kadının görevi olarak görüldüğünden, kadınlar olası bir boşanmada
bakıma muhtaç çocukların velayetini alma şanslarını (% 34.8), bakıma muhtaç
olmayan çocukların velayetini alma şanslarına (% 12.1) oranla daha yüksek
görmekteler. Burada dikkati çeken bir unsur, dini nikahlı kadınların hiçbirinin
velayetin iki eş tarafından paylaşılması olasılığını dile getirmemelerine karşın, resmi
nikahı olanların % 5.5’inin bakıma muhtaç çocukların ve % 10.2’sinin bakıma muhtaç
olmayan çocukların velayetini boşanma durumunda eşleriyle paylaşacaklarını
düşünmeleridir.
Kadınların % 13.2’si çocuğun cinsiyetinin, velayetin hangi ebeveyne verileceğine etki
edeceğini belirtmişlerdir. Bu şekilde düşünen kadınların yaklaşık yarısı kız
çocuklarının velayetinin annelere, erkek çocukların velayetinin ise babaya
verileceğini, % 37.3’ü ise bunun tam tersini, yani erkek çocukların anneye, kız
çocukların babaya verileceğini düşünmekteler.
24
TMK, madde 148.
Page 17
17
Kız çocuklarının anneye verileceğini söyleyenler, bunun nedenlerini, “Kız çocuk
yetiştirmek daha zordur, o nedenle kızlar anneye verilir,” “anneler kızlarına
babalardan daha iyi bakarlar ve kızlar da anneleriyle daha iyi anlaşırlar,” ya da
“babalar kızlarının velayetini almak istemezler” şeklinde ifade etmişlerdir. Erkek
çocuklarının annelere verileceğini düşünen kadınların hemen hemen tamamı bunun
nedeninin yasalar olduğunu düşünmektedir. İlginç olan noktalardan biri, kimi
kadınların bunun geleneksel, kimisinin dini, kimisinin ise resmi bir yasa olduğuna
inanmasıdır.
ZİNA
Bölgede kadın cinselliği üzerindeki toplumsal denetim mekanizmalarının çarpıcı
örneklerinden biri, kadınların kendileri için herhangi bir evlilik dışı ilişkinin
sonucunun ölüm olduğunu düşünmeleridir. Türk Medeni Kanunu boşanmaya gerekçe
olma açısından kadın ve erkeğin zinası açısından bir fark gözetmezken, Türk Ceza
Kanunu yakın zamana kadar zinanın bir suç unsuru oluşturması açısından kadın ve
erkeğin zinasını farklı tanımlamaktaydı. Evli bir erkeğin zina suçunun oluşması için
bir kadınla karı-koca gibi yaşaması şartı aranırken, kadının zinasının suç oluşturması
için başka bir erkekle tek bir kez cinsel ilişkiye girmiş olması yeterliydi. Anayasa
Mahkemesi, Aralık 1996’da Türk Ceza Kanununun erkeğin zinasına ilişkin 441.
maddesini, Haziran 1998’de ise kadının zinasına ilişkin 440. maddesini anayasanın
eşitlik ilkesine aykırı olduğu gerekçesiyle iptal etti. Böylece şu andaki haliyle zina bir
ceza unsuru olmaktan çıktı. Bu gelişmelere karşın, Doğu’daki kadınların çoğunluğu
için zina, geleneksel yasalara göre ölümle cezalandırılan bir suçtur.
Bölgede erkeklerin evlilik dışı ilişkileri büyük oranda toplumsal olarak kabul
görmekle kalmamakta, dini ve geleneksel yasalara göre düzenlenen çokkarılı
evlilikler sayesinde “yasal”laştırılmaktadır. Zina, resmi nikahı olan kadınların ancak
% 35.8’ine ve dini nikahı olan kadınların % 24.1’ine göre geçerli bir boşanma
gerekçesidir. Kadının eğitim düzeyi bu oranları etkileyen önemli bir unsur olarak
belirmiştir. Eğitim düzeyi ortaokul ve üstü olan kadınlarda bu oran % 68.5’e
çıkmaktadır. Kır/kent arasında bu konuda önemli farklılıklara rastlanmamıştır.
Kadınlar için evlilik dışı ilişkiler, törelere göre ölümle sonuçlanabilecek bir tabu
niteliğindedir. Resmi nikahı olanların % 62.6’sı ve olmayanların % 78.6’sı zinayla
suçlanmaları durumunda kocalarının kendilerini öldüreceğini ifade etmişlerdir.
Zinanın olası sonucunun boşanmak olacağını belirtenler ise dörtte bir oranındadır
(Tablo 13)
Kadının ve eşinin eğitim düzeyi yükseldikçe ve kent yaşamına geçildikçe zinayla
suçlanmanın sonucunu ölüm olarak gören kadınların oranı düşmektedir. Buna
rağmen, ortaokul ve üstü düzeyde eğitim almış kadınların % 46.9’u, eşleri en az
ortaokul eğitimi almış kadınların % 51.4’ü, kentte yaşayan kadınların % 56.5’i de
zinanın sonucunu ölüm olarak görmektedirler.
Page 18
18
TABLO 13: KADINLARA GÖRE ZİNANIN SONUÇLARI (%)
Kadın zina ile suçlanırsa eşi ne yapar
Resmi
nikahlı
Yalnızca dini
nikahlı
Toplam
Toplam
100.0
100.0
100.0
Onu öldürür
62.6
78.6
65.8
Onu boşar
29.8
17.0
27.3
Diğer
6.4
3.4
5.8
Yanıt yok
1.1
1.0
1.1
Kocamın bu suçlamayı ispat etmesi gerekir
78.3
76.5
77.9
Koca zinayı nasıl ispatlamalı
Toplam
100.0
100.0
100.0
Kendi gözleriyle görmeli
45.5
49.5
46.3
Şahitleri olmalı
17.8
22.3
18.6
Başkalarına kanıtlaması gerekir
18.2
11.7
17.0
Başkalarına sorup araştırması gerekir
11.3
5.9
10.3
Diğer
6.1
6.3
6.1
Bilmiyor
0.7
1.0
0.7
Yanıt yok
0.4
3.2
0.9
İki kadın zina durumunda kendi aileleri tarafından öldürüleceklerini, iki kadın ise
kocalarının hem kendini hem onu öldüreceğini söylemiştir. Kadınlara göre zinanın
diğer olası sonuçları, koca tarafından ölesiye dövülmek, ailesinin yanına geri
gönderilmek, kocası tarafından tüm köye rezil edilmek, ya da koca tarafından evden
atılmak gibi cevapları içermektedir. Tüm kadınlardan sadece ikisi böyle bir durumda,
eşlerinin tepkisinin kendileriyle konuşmak ve bir açıklama istemek olacağını
belirtmişlerdir.
Zina suçlamasının geleneksel yasalara göre ölümle sonuçlanabileceği bir ortamda
haliyle bu suçlamanın nasıl ispat edilmesi gerektiği konusundaki yasalar da son
derece önem taşıyor. Kadınların dörtte üçü kocasının suçlamayı ispat etmesi
gerektiğini belirtirken, dörtte biri ispata gerek olmadığını belirtmiştir. Zina
suçlamasının nasıl ispat edilmesi gerektiği sorusuna verilen en sık cevap, kadının zina
esnasında kocası tarafından görülmesi gerektiğidir. Birkaç kadına göre de erkeğin
ailesinden birinin kadını zina esnasında görmesi de yeterli kanıt sayılabilmektedir.
Kadınların % 18.6’sı eşinin şahit göstermesi gerektiğini, % 17.0’si çevreye
kanıtlaması gerektiğini, ve % 10.3’ü başkalarına sorarak araştırması gerektiğini
belirtmişlerdir. Kocanın kendi gözleriyle görmesi gerektiğini söyleyen kadınlar,
erkeklerin doğruyu söylemedikleri durumlarda da çevrenin erkeklerin sözünü doğru
olarak kabul ettiğine dikkat çekerek, bu uygulamayı son derece haksız bulduklarını
ifade etmişlerdir.
KADINA YÖNELİK AİLE İÇİ ŞİDDET
Kadınların aile içinde uğradıkları çeşitli hak ihlallerine karşı olmalarına rağmen
haklarını savunamamalarının önemli bir nedeni eşleri tarafından uygulanan şiddettir.
Kadınların dörtte üçü eşinin sözel şiddetine, yarısından fazlası ise fiziksel, manevi ve
cinsel şiddetine maruz kalmaktadır. Kırsal alanda yaşayan kadınlar kentte yaşayanlara
oranla daha fazla şiddete maruz kalmakta, fakat kır-kent arasındaki farklar hiçbir
şiddet türü için % 15’i geçmemektedir (Tablo 14). Kadının ve eşinin eğitim düzeyi
yükseldikçe maruz kalınan şiddet azalmaktadır. Buna rağmen, ortaokul ve üstü eğitim
almış kadınlarda dahi eşinin kendisine bağırdığını, hakaret ya da küfür ettiğini,
Page 19
19
aşağıladığını söyleyenlerin oranı % 66.4, manevi eziyete uğradığını söyleyenlerin
oranı % 32.5, dayak, tekme, yumruk, tokat gibi fiziksel şiddete maruz kalanların oranı
% 31.0, eşinin kendisine tecavüz ettiğini belirtenlerin oranı ise % 25.1’dir. Bu oranlar,
eşi en az ortaokul mezunu olanlar için sırasıyla % 66.1, % 42.2, % 40.3 ve %
32.7’dir. Görüldüğü gibi, yüksek eğitim guruplarında da önemli oranlarda şiddet
yaşanmaktadır ve şiddetin engellenmesi açısından kadının eğitim düzeyi, eşin eğitim
düzeyine göre daha etkindir.
TABLO 14: KADINLARIN EŞLERİ TARAFINDAN UYGULANAN ŞİDDET (%)
Şiddetin Türü
Sık sık
Nadiren
Hiçbir
zaman
Toplam
Sözel şiddet (bağırma, hakaret
Küfür, aşağılama)
25.9
50.8
23.3
100.0
Duygusal şiddet (manevi
Eziyet)
17.5
39.1
43.4
100.0
Fiziksel şiddet (dayak, tekme,
tokat, yumruk)
15.4
42.5
42.1
100.0
Cinsel şiddet (tecavüz)
16.3
35.6
48.1
100.0
Kadınların dörtte üçü eşinin şiddete yönelik davranışlarını hiçbir zaman haklı
görmediklerini belirtmişlerdir. Buna rağmen, kadını ayrımcılığa uğratan yasalar ve
uygulamalar, şiddeti doğal olarak gören kültürel ortam, ekonomik yoksunluk, kadının
boşanmasının kabul görmemesi, polise karşı duyulan korku ve çekingenlik gibi çeşitli
nedenlerden dolayı çoğu kadın kendilerini eşlerinin şiddetine karşı son derece
savunmasız hissetmektedir. Kadınların yalnızca % 22.1’i yaşadığı şiddet nedeniyle
evden bir süre için ayrılmış olduğunu, % 14.7’si ise ailesi, arkadaş ya da
komşularından yardım istediğini belirtmişlerdir. Evi tamamiyle terk edenlerin oranı %
2.9’da kalmaktadır. Karakola ya da bir sağlık kurumuna başvuranların ya da şikayet
dilekçesi verenlerin oranı yok denecek kadar azdır (sırasıyla % 1.2, % % 1.3, % 0.2).
Şekil 4’te, kadınların şiddete karşı başka ne yaptıkları konusundaki açık uçlu bir
soruya verdikleri yanıtlardan bazıları görülmektedir.
Şiddete bir şekilde karşı koymuş olan kadınların % 18.2’si bunun faydasını
gördüklerini ve % 6.2’si eşlerinin uyguladığı şiddet nedeniyle bir şekilde ceza görmüş
olduğunu belirtmişlerdir. Şiddeti engellemekte etkisi olan davranışlar, kadının evden
bir süre ayrılması, kadının veya eşin ailesinin eşe müdahelesi, kadının da karşılık
vermesi, kadının eşe küsmesi olarak sıralanıyor. Kadınların eşin ne şekilde ceza
görmüş olduğu sorusuna verdikleri yanıtlar şöyledir: “Toplum onu dışladı, kınadılar”,
“ailem bir süre kendisiyle konuşmadı”, “dayak yedi”, “uyardılar”, “kayınbabam
kendisine kızdı”, “yemek yapmam, aç kalır”, “konuşmayarak kendimce ceza verdim”,
“benim küsmem ona cezadır”. Bu yanıtlar erkeklerin, uyguladıkları şiddet nedeniyle,
kadınlara göre ceza gördükleri durumlarda bile, bu cezanın ne denli hafif
kalabileceğini gösteriyor. Oysa Türk Ceza Kanunu’na göre şiddet derecesine göre
şiddet uygulayan kişinin cezası hapistir, ve aile içi şiddet söz konusu olduğunda bu
ceza artırılır.
25
25
TCK’nun 456. Maddesine göre, her kim, öldürme kastı olmaksızın, bir kimseye cismen eza verir
veya sağlının bozulmasına veya akli melekelerinde karışıklığa neden olursa altı aydan bir yıla kadar
hapsolunur. Dolayısıyla evde ya da ev dışında bu tür şiddetle karsılaşan bir kadın bu maddeye
dayanarak cezalandırma isteyebilir. Bu tür şiddetin aile içinde yaşanması durumunda 457. Maddeye
göre ceza 1/3’ten yarıya kadar arttılır.
Page 20
20
Eşinizden gördüğünüz şiddet nedeniyle başka nasıl davranışlarda bulundunuz?
• Ben de bağırıp hakaret ediyorum.
• Karşılık verdim.
• Ben de bağırıp hakaret ediyorum. Bazen susuyorum.
• Konuşmaya çalıştım
• Ağlayıp sızlıyorum. Allah’tan yardım istiyorum.
• Ağlıyorum, küsüyorum. Ailemden yardım alamıyorum. Beni suçluyorlar.
• Dayağı yiyip evde oturuyorum. Yüz göz şiş olduğundan dışarı çıkamıyorum.
• Ağlamaktan başka birşey yapamam.
• Anneme bile söylemem, benim için yanar. Ailemi niye üzeyim. Kendim yaptım,
kendim çekiyorum. Gururum var, namusum var, bunları düşünüyorum. Millete
dedikodu malzemesi mi olayım.
• Kaçtım, beni Van’da yakaladılar.
• Evi birkaç kez terk ettim, sonra mecbur geldim.
• Küserdim, ağlardım, ne yapalım, mecbur barışırdım.
• Tavır takınıp konuşmadığım zamanlar oluyor.
• Ona küsüyordum.
Kadınlar eşleri haricinde, eşlerinin ailesindeki erkeklerin ya da kadınların, ya da
kumalarının şiddetine de maruz kalabiliyorlar. Evli kadınların % 5.5’i eşinin
ailesindeki erkeklerden en azından birinin, % 2.3’ü eşinin kadın akrabalarından en
azından birinin, % 0.8’i ise kumasının fiziksel şiddetine maruz kaldığını belirtmiştir.
Eşinin ailesindeki kişilerden ya da kumalarından manevi eziyet gördüğünü
söyleyenlerin oranı daha da yüksektir. Eşinin ailesindeki erkeklerin en azından
birinden manevi eziyet gördüğünü söyleyenlerin oranı % 6.7, eşinin kadın
akrabalarından manevi eziyet gördüğünü söyleyenlerin oranı % 11.9, kumasının
manevi eziyetinden şikayet edenlerin oranı ise % 3.7’dir.
Doğu’da kadınların eşlerinden gördükleri şiddete karşı koyamamalarının önemli
nedenleri arasında, yıllardır devam eden silahlı çatışma nedeniyle devlet kurumlarına
ve güvenlik güçlerine karşı duyulan korku ve güvensizlik de yer almaktadır.
Bölgedeki şiddet ortamı ve bundan kaynaklanan politik, ekonomik ve sosyal sorunlar
kadınların aile içinde yaşadıkları şiddeti konu etmelerini ve stratejiler üretmelerini
son derece güçleştirmektedir.
Sonuç
Kadının ailedeki statüsü, halen toplumsal statüsü için en belirleyici unsurlardan
biridir. Kadın ve erkek arasındaki aile içi güç dağılımının kadının aleyhine olması,
hem kadınların toplumdaki ikincil konumunu, hem de kadınların uğradıkları
ayrımcılıklara karşı stratejiler üretmelerindeki sınırları belirlemektedir. Dolayısıyla
aileye ilişkin yasalar kadınların hayatında son derece önemli bir rol oynamaktadır.
Modern aileyi hedef alan Medeni Kanun’un getirdiği en önemli yeniliklerden biri
Osmanlı İmparatorluğu’nda varolan paralel hukuk sistemlerine son vererek tek ve
standardize bir hukuk sistemi getirmesiydi. O güne kadar varolan ve bölgesel
koşullara, dinsel yorumlara, etnik yapılara göre değişiklik gösteren aileye ilişkin
Page 21
21
yasalar ve uygulamaların modernleşmeyle kendiliğinden ortadan kalkacağı varsayıldı.
Yukarıda sunduğumuz sonuçlar, Medeni Kanun’un kabulünden 72 yıl sonra, halen
birçok kadının gündelik yaşamını ve aile içindeki konumunu belirleyen yasaların
Medeni Kanun değil; geleneksel ve dini yasalar olduğunu gösteriyor.
Medeni Kanun’la çelişen geleneksel ya da dini yasalar ve uygulamalar, birçok kadın
için haklarını yaşama geçirmelerini engelleyen karmaşık pratikler oluşturmaktadır.
Örneğin resmi yasalara göre yasaklanmış olmasına rağmen, erkeklerin dini nikahla
birden fazla kadınla evlenmesinin mümkün olması, Doğu’da her on kadından birinin
çokkarılı bir evlilik içinde olmasını ve bu nedenle istedikleri halde resmi nikah
yaptıramamaları sonucunu getirmektedir. Resmi yasalara göre “olmaması” gereken,
dolayısıyla merkezi otoritelerce yok varsayılan bu pratiklerden etkilenen kadınların
isteseler bile evliliğe ilişkin haklarını savunmak için başvurabilecekleri hiç bir merci
yoktur. Resmi nikahı olan kadınların çoğunluğu için geleneksel yasalara göre
boşanma mümkün görülmediği gibi, dini temellere dayanan boşanma gerekçeleri,
Medeni Kanun’da sıralanan boşanma gerekçelerinden daha geçerli olarak
algılanmaktadır. Boşanmanın kadınlar açısından mümkün görülmemesinin önemli
nedenlerinden biri, çoğu kadının boşanma sırasında ve sonrasında haklarını yaşama
geçiremeyeceklerini düşünmeleridir.
Zinaya ilişkin geleneksel yasalar, kadın cinselliği üzerindeki toplumsal denetim
mekanizmalarının yargısız infaza kadar varan bir şiddet derecesine ulaşabileceğini
göstermektedir. Oysa erkeklerin zinası, çokkarılı
evlilikler yoluyla
“yasal”laştırılmaktadır. Kadınların yarıdan fazlası, eşlerinin sözel, duygusal ve cinsel
şiddetine maruz kalmaktadır. Gerek eşlerinden, gerekse diğer aile üyelerinden
gördükleri şiddete karşı çoğu kadın kendini tamamiyle yanlız hissetmektedirler.
kadınlara yönelik şiddetin yoğunluğu, kadınların uğradıkları ayrımcılığa karşı
stratejiler üretmelerini de engellemektedir.
Kadınların yaşamını belirleyen ve yoruma açık olan geleneksel ve dini yasalar, hemen
hemen her zaman gerek ailedeki, gerekse toplumdaki erkek egemenliğini koruma
işlevini görmektedirler. Medeni Kanun’un geçerliliği olan tek resmi yasa olması
nedeniyle, bu yasalar tamamiyle yerel toplulukların ve bu topluluklarda gücü elinde
tutan erkeklerin denetiminde kalmıştır. Paralel yasaların geçerli olduğu durumlarda,
genellikle kadını en ayrımcılığa uğratanı uygulanmaktadır. Örneğin, resmi nikahı
olmayan kadınlar için son derece önem taşıyabilecek dini nikah sözleşmesi, birçok
İslami yoruma göre şart olmasına rağmen, çok az kadının dini nikah sözleşmesi
vardır. Dini nikah sözleşmesi olanlarda da, genellikle kadının haklarını koruyan
maddeler yerine geleneksel bir yasa olan başlık parasına ait anlaşmaların söz konusu
olduğunu görüyoruz. Dolayısıyla sözüm ona dine dayandırılan uygulamalarla
kadınların resmi yasalarca tanınan hakları ihlal edildiği gibi, dinin tanıdığı haklardan
da faydalanmaları engellenmektedir.
Kadının eğitim düzeyi, kadınların resmi yasalarla da tanınan haklarını yaşama
geçirebilmelerinde önemli bir rol oynamaktadır. Ancak geleneksel ve dini yasalar,
yüksek eğitim gurubundaki birçok kadının yaşamında da önemli bir yer tutmaktadır.
Bu da sık sık varsayıldığı eğitimin tek başına kadının yaşamını değiştirecek sihirli bir
güç olmadığını göstermektedir.
Page 22
22
Resmi nikah isteyen ve başlık parasına bir insan hakları ihlali olarak karşı çıkan ve
eleştiren kadınların çoğunlukta olması, kadınların uğradıkları ayrımcılıkların
kökeninde kendi bilinçsizliklerinin değil, haklarını savunmalarını sağlayacak
mekanizmalara sahip olmamalarının yattığını göstermektedir.
Medeni Kanun’un modernleşmeyle kendiliğinden yaygınlık kazanmasını beklemek
yerine,bölgelere, etnik guruplara ya da mezheplere göre değişen dini ve geleneksel
yasaların ve uygulamaların incelenmesi, tartışılması ve kadınların bu tartışmanın
öznesi olabilmelerini sağlayacak mekanizmaların işlerliğe geçirilmesi gerek kadınlar,
gerekse demokrasinin gelişimi açısından son derece önem taşımaktadır. Özel alana
ilişkin bu pratiklerin kamu alanına taşınması ve onlardan en fazla etkilenen kadınların
bakış açısının esas alınması, 75 yıldır kağıt üstünde hedeflenen değişimlerin
gerçekleşmesi için şarttır