AMORAL.MLL.FI.

21 Şubat 2008 Perşembe

Almanya'daki Türkler arada kaldı...

Almanya'daki Türkler arada kaldı...

Almanya'daki Türkler arada kaldı...

Almanya'daki Türklerin 'Türk kimliğini kaybetmemeleri gerektiği'ni söyleyince Alman sağını kızdıran Erdoğan, bir yabancı Türkiye'deki Kürtler için aynı şeyi dile getirse ne tepki verirdi bilinmez. Ancak, giderek çokkültürlü hale gelen Avrupa da şunu anlamalı: Entegrasyon politikaları çeşitlilikleri bastırmak yerine, onları herkesin yararına olacak biçimde idare etmeli

21/02/2008

Halid Diad (The Guardian)

Almanya Başbakanı Merkel'le Türk meslektaşı Erdoğan Almanya'daki Türklerin entegrasyonuna ilişkin münakaşa etti. Erdoğan kısa süre önceki Almanya ziyaretinde Köln'deki 20 bin Türk'e seslenirken Alman meslektaşı ve Alman sağın kızdırdı. Türkiye başbakanı, Türklerin Alman toplumuna entegre olması ve kendilerini Almanya'nın bir parçası gibi görmeleri gerektiğinden bahsetse de, diğer yandan Türk kültürel kimliğini kaybetmemelerini istedi. Türk lider sözü, zorunlu asimilasyonu 'insanlığa karşı suç' diye nitelemeye kadar vardırdı. Bazı Alman yorumcular Erdoğan'ın, Türkiye'nin gelecekteki AB üyeliğine karşı çekincelerini dile getiren Merkel ve Fransa Cumhurbaşkanı Sarkozy tarafından reddedildiği hissiyatı nedeniyle bu şekilde konuştuğuna dair yorumda bulundu.

Türkiye de az baskıcı değil...
Almanya'daki Türklere ilişkin yorumları, Erdoğan'ın ülkesinin AB bünyesindeki yeri hakkında neler düşündüğüne dair bir kıyaslama gibi de görülebilir; kültürel kimliği ve tarihinden vazgeçmek zorundan kalmadan Türkiye'nin AB'ye tam üye olmasına izin verilmeli, Merkel'in gündeme getirdiği 'imtiyazlı ortaklığa' itibar edilmemeli. Şahsen ben asırlardır Avrupa sahnesindeki önemli oyunculardan biri olan Türkiye'nin AB üyeliğinden yanayım, özellikle de mevcut reform hızını sürdürmesi halinde.
Belki de Erdoğan'ın bu kadar çok sayıda 'Alman-Türkü'nü toplama yetisi karşısında canı sıkıldığından, Merkel nükte yaparak "Üçüncü ya da dördüncü nesil olarak Almanya'da büyüyorsanız, Alman vatandaşıysanız, o zaman sizin başbakanınız benim" dedi.
Merkel'in sorunu şu ki, Almanya'nın sıkı vatandaşlık yasalarından dolayı ülkedeki pek çok Türk onun tanımlamasına pek uymuyor. Almanya'da yaşayan 2,7 milyon Türk'ten tahminen sadece 500 bini Alman vatandaşı. Merkel Türk nüfusunun daha fazla 'Alman' hissetmesini istiyorsa, belki de vatandaşlık elde etmelerini kolaylaştırıp onlara daha fazla yer açmalı.
Elbette, Türkiye Almanya'ya söz söylecek konumda değil, özellikle de kendi azınlıklarına karşı muamelesine ve Atatürk tarafından kurulan cumhuriyetin alâmetifarikası olan belli bir 'Türklük' tanımına uymaları için vatandaşlarına uyguladığı milliyetçi baskıya bakarsak...
Alman bir arkadaşım "Erdoğan'ın söylediklerinin çoğuna karşı değilim" dedi. Ancak ardından "Eğer Merkel Türkiye'ye gidip Kürtçe eğitim veren okullar istese ve Kürtlere Türk toplumuna entegre olmaları gerektiğini söylese nasıl tepkiler gelirdi? Türk muhafazakârlar ve milliyetçiler böylesi bir konuşmaya, Almanya'daki muadillerinden çok daha sert tepki verirdi" diye ekledi.
1. Dünya Savaşı sonrası Osmanlı İmparatorluğu dağılınca Kürtler yüzyıllardır faydalandıkları özerkliği büyük ölçüde yitirdi ve anayurtlarının dört ülke arasında bölündüğüne şahit oldu. Her ne kadar Türkiye'de teoride eşit haklara sahip olsalar da, onyıllar boyunca medeni ve kültürel haklarının kısıtlanmasına katlandılar.
Neyse ki, Almanya'daki Türkler, Türkiye'de Kürtlerin gördüğü baskıya
maruz kalmıyor; Erdoğan verdiği tavsiyeleri kendi ülkesine taşır ve Kürtlerle devlet arasındaki yüzyıllık çatışmaya son vermek için onlara hak ettikleri kültürel ve siyasi hakları verirse iyi eder.
Erdoğan-Merkel tartışmasının ateşli geçmesine rağmen, iki muhafazakâr lider temel bir konuda anlaşmış görünüyor. Merkel "Erdoğan'ın bizzat entegrasyon ve Almanca'nın öğrenilmesinden yana tavır almasından memnun oldum" dedi. Fakat yine de bir 'ama'sı vardı; "Bir ülkedeki uzun vadeli yaşam oranın adetlerinin daha güçlü benimsenmesini de içerir" dedi. Bu, entegrasyonun zarar vermeden nereye kadar ileri götürülebileceği, asimilasyonun mu yoksa çeşitliliğin mi daha faydalı olduğu, bir toplumun ne kadar kültürel farklılığı hoş görebileceği gibi tartışmalı soruları gündeme getiriyor.
Avrupa'daki liberal demokrasilerin bireyciliğe verdiği önemle bu tarz bir konformist baskı arasında temel bir çelişki var. Sözgelimi, Almanya Başbakanı Türklerin tam olarak hangi 'adetleri' daha fazla benimsemesini istiyor? 'Benimseme' anlama ve bu adetleri göz önünde bulundurma mı, yoksa onları yerine getirme mi manasına geliyor?
Yerine getirme manasına geliyorsa, o halde doğuştan Alman olup, aynı gelenekleri reddedenleri ne yapacağız? Çevreciler, komünistler ve diğer dinleri kabul edenler gibi doğma büyüme Alman kültürel azınlıklar bazı 'adetleri' benimsemedikleri için dışlanmalı veya cezalandırılmalı mı?
Böyle bir durum, köklü bir 'dış merkezli' bireycilik geleneği bulunan Almanya için büyük sorun yaratır. Mesela, iki dünya savaşı arasındaki dönemde 'oryantalist' hayat tarzı Bohem yığınlar arasında o kadar modaydı ki, bunlar arasında Baron 'Ömer' Rolf von Ehrenfels ve karısı Elfriede'yle kendine Esad Bey ve Kurban Said takma isimlerini seçen Lev Nussimbaum da vardı.

Batılılar da entegre olmuyor
Bunun yanında entegrasyona ilişkin tüm bu sözler, Avrupalılar talep ettikleri şeyleri kendileri yurtdışında yaşarken yerine getirirse daha inandırıcı olur. Ancak Batılıların genel adeti, ister Dubai, ister Kahire, ister Pekin, isterse Singapur olsun, yerleştikleri her yerde yurtlarının benzeri 'küçük adalar' oluşturmak.
Belli başlı istisnalar dışında, bu kişilerin çoğu kendilerini 'gurbetçi' diye niteliyor, hem de hayatlarının büyük bölümünü yabancı bir ülkede geçirmelerine, hatta bazılarının bunu kuşaklardır sürdürmesine rağmen. Kahire'de yaşı kemâle ermiş olup tek bir Arapça cümleyi bile zorlukla kuran, gurbetçi çevrenin kozasında yaşayan Britanyalılar, İtalyanlar ve diğer Avrupalılarla karşılaşmıştım.
Bu noktada Merkel'in ilgisini çekebilecek bir örnek Helenendorf köyü ki,
söz konusu Alman köyü Almanya'da değil, tuhaf biçimde Azerbaycan'daki
çölle Kafkaslar'ın etekleri arasında. İslam diyârının kalbinde Alman göçmenler tipik bir Alman köyü inşa etmişler, Almanya'daki en son modaya ayak uydurup, Alman öğretmenler getirtmişler ve Azerbaycan'daki yegâne konyak ve şarap sanayini kurmuşlar. Asimile olmadıkları için husumetle karşılaşmak yerine yerel aşiretler onlara genellikle hayranlık ve büyülenmişlikle bakmış ve onları bölgenin kültürel karışımına tuhaf bir
eklenti olarak kabul görmüşler.

Müslümanlar şeytanlaştırılıyor
Diğer yandan Avrupa tarihinin en karanlık sayfalarından birine göz atarsak, asimilasyon Alman Yahudilerine ne fayda getirdi? 'Bildung'a, Goethe'ye, Kant'a inançları, hatta Hırıstiyanlığı kabul etmeleri bile onları Nazilerin öfkesinden kurtaramadı. Bu korkuç dönemi mevcut durumla kıyaslamıyorum ama Müslümanlar söz konusu olduğunda bazı gruplar içinde son derece popülerleşen iftira ve şeytanlaştırmaların tehlikelerine karşı uyanık davranmak zorundayız.
'İçten çökerten' Müslümanlara dair komplo teorileri, Yahudi karşıtlığının, kapitalizm ve komünizmin hâkimiyet sağlamaya çalışan Yahudi komplolorı
gibi gösterildiği dönemlerde çıktığı paranoyakça zirvelere henüz ulaşmadı. Ancak, halihazırdaki küresel 'cihat' komplosu ve 'İslamofaşizm'in yükselişine dair söylemlerin olası bir trajediye dönüşmemesi için dikkatli davranmalıyız.
Liberal ve ilerici eğilimli insanlar siyasi söylemi dini ve etnik çizgiler dahilinde beliren mücadeleden başka bir yöne çevirmeli, siyasi mevzulara odaklanmasını sağlamalı. Müslümanların siyasi görüşlerinin tıpkı toplumun kalanı kadar çeşitlilik sergilediğini kabul etmeliyiz. Muhafazakâr Müslümanların azınlık haklarını korumalıyız ama bunun kadınlar ve eşcinseller gibi olası tehlike altındaki diğer grupların haklarını ihlal etmesine izin vermemeliyiz.
Almanya, Türkiye ve giderek çok kültürlü olsa da hâlâ kutuplaşmış haldeki Avrupa'nın anlaması gereken şey, çeşitlilikleri bastırmanın değil, onları herkesin yararına olacak biçimde idare etmenin ileriye doğru atılacak en doğru adım olduğu. Bunun üstesinden geldiğimiz zaman liberal, çok kültürlü ama aynı zamanda Müslüman bir Türkiye'nin AB üyeliği o kadar radikal bir fikir gibi görünmeyecek.
(18 Şubat 2008)

Hiç yorum yok: