AMORAL.MLL.FI.

4 Şubat 2008 Pazartesi

Cinsel Ahlak

Cinsel Ahlak denilince hemen aklımıza gelen kavramlardan biri de “namus”tur; öyle ki, günlük hayatta ahlak ve namus hemen hemen aynı anlamda kullanılır. Aslında namus kavramı daha çok cinsel ahlakla ilgilidir, yani ahlaki davranışın bütününü değil, ancak bir kısmını ifade eder.

Namus yanında bir de “iffet” kavramı vardır. Bazı kimseler namusu cinsel davranış dışındadaki ahlaki davranışlarımız için kullanırlar, ama iffet doğrudan doğruya cinsel davranışla ilgilidir. Cinsel ahlak bakımından doğru ve iyi davranışa “iffetli”, kötü davranışa “iffetsiz” diyerek hareket deriz. Yaptıkları davranışa göre, insanlar da iffetli veya iffetsiz sıfatını alırlar. Biz günlük hayatta iffetli veya namuslu adamlardan ziyade kadınlardan bahsediyoruz, ama iffet konusunda kadınlar üzerinde gösterilen hassasiyet sosyolojik gerçeklerle ilgili olduğu için, şimdi onun üzerinde durmayacağız.

Cinsel ahlak, insanların cinsel ihtiyaçlarıyla ilgili olarak yaptıkları davranışlara ait kaideleri ve değer yargılarını içine alır. Aslında cinsel davranış insan davranışlarının ancak bir bölümüdür, ahlak da cinsel ahlaktan ibaret değildir. Ama dikkat ederseniz, ahlak üzerine yapılan bütün tartışmaların çoğunluğu cinsel ahlak alanındadır, insan en çok bu noktada zıt görüşlerle karşılaşır. Toplumun ahlak sistemini beğenmeyenler, daha çok onun ahlakla ilgili standartlarına ve yargılarına karşı çıkarlar.Bazılarına göre, cinsel ahlak çok sert prensiplere bağlı kaldıkça, toplumun sağlıklı bir manevi gelişme göstermesine imkan kalmaz; bazıları da cinsel ahlaka ait kaidelerin gevşemesi halinde, toplumun ahlak bakımından çökeceğine veya hiç değilse sarsılacağına inanırlar.

Bu sert ve sürekli tartışmalar, bize her şeyden önce şu gerçeği göstermektedir: cinsel ahlak toplumun en fazla önem verdiği ve en çok düzenlemeye ihtiyaç gördüğü bir davranış alanıdır. Bazı kimseler, cinsel davranış bakımından, çok serbest olan ülkelere bakarak, onların bu meseleyi çözdüğünü sanırlar ve tam bir serbestliğin gerekli çözümü getireceğini iddia ederler. Psikolojik bakımdan, bu tür iddiaları ciddiye almak ve hak vermek hemen hemen imkansızdır; çünkü, cinsel serbestlik çok defa cinsel problemleri çözmek için bulunmuş bir yol olmaktan ziyade başka türlü bunalımları çözemediği için, cinsel serbestlikte tatmin arayanların insanların sıkıntısını yansıtır.

Toplum ahlakından şikayetçi olanlar, en çok cinsel kısıtlamalara hücum ettiklerine göre, toplum bu konuda çok hassas davranıyor demektir. Bu hassasiyetin gösterilmesi sadece yanlış inanışların değil, fakat ondan daha çok sosyal zorunlulukların eseridir.Cinsel konularda tam bir serbestlik isteyenler, işin bu sosyal yanını düşünmeyerek, sadece insanın cinsi ihtiyaçlarını hesaba katan, yani tıpkı kendi benlikleriyle dış dünyayı iyice ayırt edemediği için, her şeyi kendi istekleri çerçevesinde düşünen çocuklar gibi kimselerdir. Öbür taraftan, her türlü sosyal sarsıntıyı cinsel ahlaktaki değişmeye bağlayanlar da, ayni hatayı işlemekte, ahlakın sadece cinsi hayatı ilgilendirdiğini sanmaktadırlar.

Toplumun cinsel davranışları bir düzene sokması, son derece gereklidir; aksi halde insanlar cinsel ihtiyaçlarını doğrudan doğruya tatmin etmeye kalkışacaklar ve toplum hayatının çekirdeği olan aile ortadan kalkacak, cinsel davranışlarla birlikte toplum hayatının öbür sahalarında da tam bir kargaşalık hüküm sürecekti. Aslında toplum hayatı, insan içgüdülerini ve ihtiyaçlarını başkalarına zarar vermeyecek şekilde düzenlemek ve böylece huzur, güvenlik içinde bir arada yaşamalarını sağlamaktan ibarettir.

Bu düzenlemenin psikolojik bakımdan önemi iki noktada özellikle ortaya çıkıyor: bunlardan birincisi, insanın hem kendi benliğine hem de başkalarının benliğine saygı duymasıdır. Hiç kimse başkalarının cinsel ihtiyaçlarını karşılamaya yarayan bir eşya veya mal değildir. Başkalarını köle olarak çalıştırmak, onları dilediği gibi kullanmak nasıl insan haklarına ve haysiyetine bir tecavüz sayılıyorsa, başkalarını kendi cinsel arzuları yolunda kullanmak da insan haysiyetini çiğnemek anlamına gelir. Toplum bizi bu türlü saldırganlıktan koruduğuna göre, biz de başkaları için aynı sorumluluğu duyarız. Zaten kişiye karşı her türlü saldırganlık kanunla cezalandırılacak derecede yasaklanmaktadır.

Bir de genel ahlaka aykırı düştüğü için, toplum tarafından kınanan davranışlar vardır ki, bunların bir kısmı kanunlara göre suç sayılır, bir kısmı ise toplum gözünde “kötü ahlak” örnekleridir. İnsanlar böyle kötü davranış gösterenlerin, hiç değilse kınanmasını isterler, çünkü, bir hatanın karşılıksız kalması onları hem kendi benleri ve şahsiyetleri bakımından endişeye düşürür, hem de toplumun ahlak ve adalet anlayışı hakkında şüpheye kapılmamıza yol açar. İşte cinsel ahlakla ilgili konularda – örtünme, bekar insanların arasındaki yakınlığın belli sınırlar içinde kalması, evli kişilerin birbirlerine sadık kalmaları gibi- gösterilen aşırı titizlik, insanların kendilerine güvenlerini kaybetme korkusundan ileri gelmektedir, ya giderek herkes cinsel ahlak kaidelerine çiğnemeye kalkarsa, ya en yakınlarımız ve çocuklarımız da bu örnekleri benimsemeye kalkarsa, ahlak kaidelerini bu kadar hiçe sayanların çoğaldığı bir toplum nasıl ayakta kalır? Bu türlü korku ve şüpheler, ahlak kaidelerinin çiğnenmesi halinde çok defa duygusal tepkiler yapmamıza neden olmaktadır.

Bu tepkilerin temelinde, hiç şüphesiz, bize verilen eğitimin de büyük rolü vardır. Çocukluk çağımızda en şiddetli yasak ve cezalarla cinsel konularda karşılaşıyoruz. Toplum hayatındaki her değişme gibi ahlak kaidelerindeki değişeler de, insanların geleceğe güvenmelerini sarsar, sonucun nereye varacağını bilemedikleri için toplumdaki hızlı değişmelerin önlenmesini, hiç değilse yavaşlatılmasını isterler. Bu düşünce aslında toplumun ortak düşüncesidir, çoğunluğun tavrıdır. Kontrolsüz değişmelerin mutlaka güzel sonuçlar vereceğine kuvvetle inananlar, sadece delikanlılık çağındaki kimseler veya bazı hayalci kişilerdir. Bu demek değildir ki, cinsel ahlak hiç değişmez veya değişmemesi gerekir.

Cinsel ahlaka toplum içinde verilen büyük önem, insanlarda “iffet duygusu” dediğimiz bir duygunun yerleşmesine yol açar. Cinsel konularda takındığımız genel tutumu ifade eden bu duygu bizim kötü bulduğumuz davranışlar karşısında şiddetli tepkiler yapmamızı sağlar. Küçük çocuklardan yaşlı insanlara kadar herkeste bir utangaçlık, bir çekingenlik görürsünüz ki, bu onlardaki iffet duygusunun eseridir. Cinsel hayatı bakımından başıboşluk içinde bulunan kimselerde –cinsi sapıklarda, genel kadınlarda, bazı akıl hastalarında- bu duygu kaybolmuştur. İffetlilik daha çok duygusal tarafı ağır basan bir tutumdur; bize bu türlü davranışlarımızın nedeni sorulsa, belki bilgi ve mantık yoluyla kendimizi anlatmaya çalışırız, ama davranışta bulunurken, bize hakim olan şey bilgiden ziyade duygudur. Böylesi herhalde insan uyumu bakımından daha elverişli bir yoldur, çünkü karşılaştığımız her durumda bir satranç oyuncusu gibi saatlerce ihtimal hesabı yapmaya kalksaydık hayat yürümedi. Duygusal davranmak, ilk bakışa hiç de doğru gözükmeyebilir, ama biz bu duygu sayesinde kendimizi geriye çekerek düşünmeye imkan buluruz.

Toplumun cinsel hayatı düzenlemek yolunda en büyük icadı sayılabilecek evlilik, bireyin ihtiyaçlarıyla toplumun ilkelerini tam bir uyum haline getiren bir kurumdur. Bu bakımdan, evliliği sadece sosyal bir kurum değil, aynı zamanda çok elverişli bir psikolojik tatmin yolu olarak görüyoruz. Genellikle cinsel ihtiyaçlarının baskısı altında sıkılan gençler, evliliği her şeyden önce cinsel bakımdan değerlendirme eğilimindedirler, çokları da sevdikleri kimseyle bir arada olmanın en çıkar yolu olarak düşünürler. Fakat daha nişanlılık devresinden itibaren görürler ki, cinsel zevkler evlilik hayatının verdiği tatminin ancak bir parçasıdır. Evlilik insana cinsel ihtiyaçların sanıldığı gibi her şey demek olmadığını göstermekle kalmaz, bu ihtiyaçları karşılamak için güvenli bir ortam da yaratır.

Evlilik dışı cinsel ilişki kuran kişiler, evliliğin verdiği huzurdan mahrum kalmış, devamlı suçluluk duygusu veya güvensizlik içinde yaşayan insanlardır.Kişiye çok mutlu ve verimli bir hayat sağlayan evliliğin bazı hallerde istenen sonucu vermediği de görülür. Uyumsuz evlilikleri yaratan şartları veya evliliğe karşı saygı ve güveni azaltan sebepler daha ziyade sosyolojinin konusudur. Şunu hiçbir zaman unutmamalıyız ki, evlenmek her şeyden önce bir aile kurma demektir, aile ise, onu kuran erkekle kadının huzur içinde mutlu yaşamalarını sağladığı gibi onlardan sonra gelen nesiller için de en öneli eğitim yuvasıdır.

Çocuk eğiminde, ne okul ne de başka bir eğitim ocağı aile kadar önemlidir. Bu yüzden, ahlak anlayışları ve sosyal rejimleri birbirinden çok farklı olan ülkelerde bile aileye aynı derecede büyük önem verilmektedir.

Hiç yorum yok: