AMORAL.MLL.FI.

4 Mayıs 2008 Pazar

Hollanda Türkler'i araştırdı

Hollanda Türkler'i araştırdı
Hollanda Türkler'i araştırdı
11 Mart 2008 Salı 13:40
Hollanda'da yaşayan Türkler araştırma konusu oldu. Ortaya çıkan tablo şu oldu;
Hollanda'da Türklerin en yoğun olarak yaşadığı Rotterdam'da yapılan bir araştırmada, Türklerin yaklaşık dörtte birinin akraba evliliği yaptığı belirlendi.

Sağlık Bakanlığına bağlı Devlet Halk Sağlığı ve Çevre Enstitüsü (RIVM) tarafından 653 Türk ailesinin katılımıyla yapılan araştırmaya göre, bu ailelerin yüzde 24'ünün çocukları, yakın akraba evliliği yaptı. Evlilikler daha çok dayı ve hala çocukları arasında oldu.

Araştırmada, 60 bin dolayında Türk vatandaşının yaşadığı Rotterdam'da ikinci büyük yabancı grubu oluşturan Faslılar arasında görülen akraba evliliği oranının ise yüzde 22 olduğu belirlendi.

Hollanda'da daha önce yapılan bir araştırmada, yabancıların yeni doğan çocuklarında ortaya çıkan, ölüm dahil sağlık sorunlarının, Hollandalı ailelerin çocuklarıyla karşılaştırıldığında altı kat yüksek olduğu ortaya çıkmıştı.


http://www.internethaber.com/news_detail.php?id=132226






Çingene düğünü Londra'yı karıştırdı

Çingene düğünü Londra'yı karıştırdı
Çingene düğünü Londra'yı karıştırdı
LONDRA
İngiltere'de 14 yaşındaki Roman bir erkek çocuğuyla 13 yaşındaki bir kızın evlendirilmesi, ülkede tartışma yarattı. Başkent Londra'nıngöbeğinde düzenlenen 15 saatlik bir düğünle evlenen Ricardo ve Sarah'nın evliliğiyle ilgili polis soruşturma başlattı.

04.05.2008

http://yenisafak.com.tr/aktuel/?t=04.05.2008&i=115026

Bir 'Hüseyin Üzmez' yazısı…

Nazmiye Yılmaz
nyilmaz@yenisafak.com.tr
04 Mayıs 2008 Pazar
Bir 'Hüseyin Üzmez' yazısı…

Lamı cimi yok!

Bu hadisenin 'ama' kaldıran yanı hiç yok…

Lafı eğip bükmeden Hüseyin Üzmez'i şiddetle kınadığımı kayıtlara geçmek istiyorum.

Seçtiğim hiçbir kelime, kurduğum hiçbir cümle olayın dehşet boyutunu ortaya koymayacak, hislerime tercüman olamayacak, biliyorum.

Kelimelerin kifayetsiz kaldığı 'vahim ötesi' bir durum neticede!

Mağdur 14 yaşında bir kız çocuğu, olay 'cinsel istismar', suçlanan neredeyse seksen yaşında bir adam olunca… ne söyleseniz boş!

Korkunç mu dersiniz, şoke edici mi, utanç verici mi?

Bakın… hiçbiri karşılamıyor!

Hal böyle iken; konuya 'hap-ilaç'tan dalmak, 'komplo'dan çıkmak, 'Ergenekon' sosuna bulamak, ne bileyim 'sizinkiler bizimkiler' denklemi yapmak düpedüz laf-ı güzaftır…

Hatta kocaman bir ayıptır!

Demek istediğim şu; ayıba başka bir ayıpla karşılık vermek, kara dipli tencerenin yanına benzer bir tencere koymak, olmaz!

Ne bu akıllara zarar iddia ortadan kalkar, ne vicdanlar rahatlar.

Beyefendinin yaptıklarını, 1970'lerde “Allah düşmanlarını” ortadan kaldırmak için ömür boyu hapse razı olan mücahit kimliği de aklamaz, 'İslam'ın ve Müslümanların gür sesi, kafirlerin korkulu rüyası' sloganı da...

Geçmiş olsun!

Zira 'insan'ın olmazsa olmazı ahlak, Müslüman için ayrıca dini bir görev, bağlayıcı bir durumdur.

Sonuçta ortada 'ahlaki zafiyet' varsa bu önce Müslümanların sorunudur.

Dahası sorgulanması gereken bir durumdur.

Yakıştıramayan, inanamayan, yaşadığı şaşkınlığı üzerinden atamayanları anlarım…

Ama bilesiniz, beyefendinin geçmişi, (art niyetliler bir yana) iyi niyetli savunma girişimlerini bile gölgeliyor.

Bu 'misyon abidesi, ekranların efendisi!' kendisinden 50 yaş küçük bir kızla evlendiğini duymayanınız var mı?

Bu tuhaf evlilik gerçekleşmeden önce de üniversiteli bir kıza aşık olduğunu, Ankara Kuğulu Park'ta kendi ifadesi ile yakınlaştıklarını, yıllarca aynı yastığa baş koyduğu eşi, duruma vakıf olanca evliliğinin noktalandığını…

Yani trendi tabiriyle beyefendi, azgın teke sendromunu bile yaya bırakmış!

Ortalama 70 yaşını sürerken üniversiteli aşkı için “Eşimden boşanmadan, onu nikahıma almadan; günaha, cehennemde yanmaya, sorulacak hesaba razı olurdum…” diyecek kadar yani…

Beklenen artık şudur;

Mahkemenin sonuçlanması ve adaletin çıkan sonuca göre tecelli etmesi…

Bu konuya nokta koyarken altını çizerek belirtmek isterim ki; evet bu korkunç bir iddia, vahim bir durumdur.

Unutulmaması gereken ise 'suçun şahsiliği' prensibidir.

Yani iddiaların odağındaki isim Hüseyin Üzmez'dir, sadece Hüseyin Üzmez…

İslami kesim diye adlandırdığınız muhafazakâr, mütedeyyin, dindar (nasıl buyurursanız artık) insanlar değil!

Bu insanların inandığı, ahlak kavramını kemale ermenin şartı sayan, naif inanç sistemi hiç değil!

Bir örnekten yola çıkarak inançlı insanların tümünü karalamak, çamur atmak için fırsat saymak…

Olmadı, müslümanların hepsini aynı kefeye koyup sonra da 'hadi konuşsanıza!' hinliği, cinliği, (af buyurun) zekasızlığını yapmak…

İşte bakın bu da bir başka ahlaki zafiyettir.

Çifte standarttır.

Düpedüz insafsızlıktır.

Ayıbın bin türlü yüzü, kostümü varsa, işte bu yapılan da bal gibi ayıptır.


http://yenisafak.com.tr/yazarlar/?i=10710&y=NazmiyeYilmazPazar

Kadınları saran korku: Tokofobi

Kadınları saran korku: Tokofobi


hurriyet.com.tr

Kadınları saran korku: Tokofobi
Kadınları, çağın korkusu sarıyor. Korkunun adı, Tokofobi ve Batı'da nüfus artışını tehdit ediyor.

Çağımızın hastalıkları dediğimiz, kanser, AIDS, Sars, kuş gribi, kronik yorgunluk bir yana, tokofobi bir yana.
Adı üzerinde tokofobi aslında bir fobi. Yani klostrofobi gibi bir korku. Ancak batı dünyasının kadınları arasında öyle bir hızla yayılıyor ki artık salgın halini almak üzere. İşte bu yüzden tokofobi bilim adamları tarafından mercek altına alındı.

Tokofobi, doğum yapma kokusu. Ve aynen diğer fobiler gibi hayatı kabusa çevirebiliyor. Ne var ki klostrofobi ya da kapalı yerde kalma korkusunun sadece kişiye zararı oluyor. Oysa tokofobi artık Batı ülkelerinde üfus artışını tehdit ediyor.

Tokofobi konusunda ilk kez araştıma yapıldı. Ortaya çıkan tablo da düşündürücü. Örneğin İngitere, Fransa ve Almanya gibi ülkelerde, ortalama olarak her 6 kadından biri tokofobik. Doğum yapma düşüncesini bir terör gibi hisseden ve aşırı korkan bu kadınlar, ya kürtaja başvuruyor, ya da cinsel yaşamlarını binbir önlem alarak ve mümkün olduğunca azaltarak kısıtlıyor.

Royal College of Obstretician and Gyneacologists Year Book adlı dergide yayınlanacak olan araştırmayla ilgili raporda 7 bin kadınla görüşüldüğü belirtiliyor. İngiltere'nin önde gelen uzmanlarından Dr. Kristine Hofberg, tokofıbinin, her ırktan ve her yaştan kadınlarda görülebildiğini söylüyor. Ancak bu kokunun Batılı kadınlarda artık çok yaygın bir hal aldığına da dikkat çekiyor.



Oscarlı oyncu Hellen Miren, tokofobik olduğunu saklamıyor ve gençlik yıllarını bu korkuyla yaşadığını itiraf ediyor. Onun gibi binlerce Batılı kadın da tokofobik. Uzmanlar, Batı ülkelerinde nüfus arışının sıfırlanmasında tokofobinin de artık azımsanmayacak bir etken olduğu konusunda uyarıyor.


http://www.hurriyet.com.tr/dunya/8755495.asp

Torununu çatıdan atacaktı

Torununu çatıdan atacaktı

4 Mayıs 2008

Sinan ATİK - Zafer KARAKOÇ / İSTANBUL DHA

Torununu çatıdan atacaktı
Cinnet getiren babaanne torununu alıp çatıya çıktı. İşte film gibi kurtarma operasyonu

KORKUNÇ OLAYDAN FOTOĞRAFLAR

SANİYE SANİYE KURTARMA OPERASYONU - VİDEO

İstanbul Esenler'de, yaklaşık dört ay önce Servet Kalafat ile evlenen Dursune M., kendisine resmi nikah sözü verilmesine karşın bir türlü bu sözünü yerine getirilmediğini iddia ederek, bu durumdan sorumlu tuttuğu gelini Birgül Kalafat ile tartıştıktan sonra 4 yaşındaki üvey torununu kucağına alarak çatıya çıktı.

Olay, Esenler'de 5 katlı bir binanın teras katında dün saat 19.30 sıralarında meydana geldi. Aynı binada yaşayan gelin-kaynananın tartışması büyüdü. Birgül Kalafat'ın kendisini dövmekle tehdit ettiğini öne süren 60 yaşlarındaki Dursune M., üvey torunu 4 yaşındaki Ilgın Kalafat'ı bir anda kucaklayarak evin çatısına çıktı. Başta koca Servet Kalafat olmak üzere aileninin ikna etme çabaları bir sonuç vermeyince, olay yerine itfaiye ve polis ekipleri çağırıldı.

BUNALIM ÇATIYA ÇIKARTTI

Beş katlı binanın altında önlem alarak kurtarma çadırı açan itfaiye ekipleri, bir yandan da cinnet getiren kadını ikna etmeye çalıştı. Üvey torunu Ilgın'ın belinden tutarak aşağıya sarkıtan yaşlı kadın sürekli olarak, Kalafat ailesinin kendisine çok kötü davrandığını haykırarak anlattı. Bir gazeteci, yaşlı kadını ikna etmeye çabalarken merdivenle olay yerine yaklaşan itfaiyeciler de bir anlık dalgınlığından yararlandıkları kadının üzerine atlayarak yakaladı. Olan biteni ağlamaklı bir şekilde izleyen küçük kız ise bir polis memuru tarafından yere düşmekten son anda kurtarıldı.

Olayın ardından polis merkezine götürülen Dursune M.'yi, vatandaşlar linç etmek istedi. Polis, öfkeli kalabalığı biber gazı kullanarak dağıttı. Olayın şokunu yaşayan küçük kız ise itfaiye erleri tarafından annesi Birgül ile babası Kenan Kalafat'a verildi. Üvey annesinin iddialarının asılsız olduğunu savunan Kenan Kalafat "Olan biteni anlamış değilim, ama çocuğum ölümden döndü ona kavuştuğum için çok mutluyum" diye konuştu.

Kenan ve Birgül çiftinin, 1990 yılında evlendikleri ve ilk çocukları olan Ilgın'ı da 4 yıl önce tüp bebek yöntemiyle dünyaya getirdikleri de öğrenildi.
Üvey babaanne Dursune M. polis tarafından gözaltına alınırken olayla ilgili soruşturma başlatıldı


http://www.hurriyet.com.tr/gundem/8854407.asp?gid=229&sz=82383

Malezyalı kadınlara yurtdışı gezisinde 'aile rızası' şartı

Malezyalı kadınlara yurtdışı gezisinde 'aile rızası' şartı


hurriyet.com.tr

Malezyalı kadınlara yurtdışı gezisinde 'aile rızası' şartı
Malezya, yurtdışına çıkacak kadın vatandaşlarına ’aile rızası’ şartı getirmeye hazırlanıyor.

22 Temmuz seçiminden sonra ortaya atılan "Malezya örneği" uzun süre tartışıldı. "Malezyalılaşıyor muyuz?" sorusu soruldu. "Ilımlı İslam modeli Malezya mı?" tartışması başladı. AKP'ye yakın medyada bir dizi Malezya güzellemesi yer aldı. "Gittik, gördük" röportajlarında, dini kurallarının geçerli olduğu bir Malezya'dan çok, gökdelenlerin gölgesinde mini etekli kızlarla çarşaflı kızların kol kola dolaştığı bir Malezya tanıttılar.

Malezya'den gelen yeni haber ise pek iç açıcı değil. Malezya Devlet Ajansı Bernama’nın haberine göre, dışişleri ve içişleri bakanlıkları, yasa tasarısını hükümete sundu. Her iki bakanlık da, tek başına seyahat eden kadın vatandaşlarının, uluslararası uyuşturucu kaçakçıları tarafından kullanıldığı görüşünde.

Dışişleri Bakanı Rais Yatim tasarıyla ilgili olarak, "Bunun vatandaşlarımızı korumak ve ülkemizin yurtdışındaki imajını korumak için gerekli bir ön adım olduğunu düşünüyoruz" açıklamasını yaptı. Rais ayrıca yasa tasarısının hükümetin gündemine de getirildiğini söyledi.

Yasa 'dinsel temelli' değilmiş ama din adamları savunmuştu

Bernama ajansının haberinde, yasa tasarısının ’dinsel’ temelli olmadığına vurgu yapıldı. Yasanın "dinsel temelli" olmadığı savunulsa da bazı din adamları, yasa için bastırırken tam da dini kuralları referans göstermişlerdi.

Haberde, "Tasarının amacı, aile tarafından kadının yurtdışına çıkışının denetlenmesi ve kadının kandırılmasına karşı bir önlem olduğu" görüşüne yer verildi. Malezya Dışişleri Bakanlığı, buna gerekçe olarak da, Malezya vatandaşı kadınlar hakkında yurtdışında yüzde 90’ı uyuşturucu ile ilintili 119 dava açılmasını gösterdi.

Kadın, profesör bile olsa kendi kendine karar veremeyecek

Ancak kadın haklarını savunanlar, bu yasayla kadının kendi kendini koruyamayacak kadar aciz gösterilerek aslında aşağlandığını savundu. Ayrıca bir insan hakkı olan seyahat özgürlüğünün de kısıtlandığını ve kadın-erkek eşitliğini tamamen ortadan kaldırıldığını bildirdi.

Böylece kadınlar, ister profesör olsun, ister işkadını, erkeklere daha da bağımlı hale getiriliyor. Yasanın "dinsel temelli" olmadığı savunulsa da bazı din adamları, yasa için bastırırken tam da dini kuralları referans göstermişlerdi.



http://www.hurriyet.com.tr/dunya/8852313.asp?gid=229&sz=82383

''Suomessa on kiire''

2002: SK 7/2002 aiheet

14.2.2002 10:19:17

''Suomessa on kiire''

Yakup Yilmaz on huolissaan. Hän pelkää, että joku tyttö Suomessakin kokee vielä saman kohtalon kuin ruotsalainen Fadime Sahindal.

"On kiire, sillä 'Suomen Fadimet' ovat nyt 7-14-vuotiaita", diplomi-insinööri Yakup Yilmaz sanoo.
Yilmaz on kotoisin Koillis-Turkista, josta hän muutti Suomeen opiskelemaan selluloosa- ja paperitekniikkaa vuonna 1990. Nyt hän tekee väitöskirjaa ja pyörittää omaa vientiyritystä.
Perheetön Yilmaz tuntee paljon Lähi-idästä ja Välimeren seudulta tulleita maahanmuuttajia, sillä hän on entinen Suomen turkkilaisen yhdistyksen puheenjohtaja ja käy aktiivisesti moskeijassa.
On siis kiire. Mitä pitäisi tehdä?
Ensinnäkin Yilmaz varoittaa siitä, mitä ei pitäisi tehdä. "Ruotsin media on osasyyllinen Fadime Sahindalin kuolemaan. Suomen median ei pitäisi tehdä samoja virheitä", hän sanoo.
Kun Fadime Sahindalin konflikti isän kanssa kärjistyi, Fadime tuli - tai tuotiin - asiansa kanssa julkisuuteen. Perinteistä kunniakäsitystä vaalivan isän kannalta se oli pahinta, mitä saattoi tapahtua. Perheasia tuli koko maailman tietoon. Fadime esiintyi poikaystävineen televisiossa ja lehdissä yhä uudestaan.
Yilmaz voi kuvitella, mitä isän päässä liikkui: isän silmissä tyttären häpeällinen "huoruus" laajeni järjettömiin mittasuhteisiin. Ei enää ollut kyse vain miehen omasta kunniasta vaan myös koko kotiseudun klaaniyhteisön kunniasta.
Yilmaz arvelee, että siinä vaiheessa isän mieli romahti eikä hänelle jäänyt omasta näkökulmastaan katsottuna muuta mahdollisuutta kuin tappaa tyttärensä.
Mitä Yilmaz sitten olisi tehnyt ruotsalaisen journalistin asemassa?
"Ongelmasta olisi tietysti pitänyt kertoa, mutta ilman nimiä ja kuvia."

Lue juttu kokonaisuudesssaan Suomen Kuvalehden sivulta 21

Ruotsi hautoo murhaa

2002: SK 7/2002 aiheet

19.2.2002 12:07:55

Ruotsi hautoo murhaa

Fadime Sahindalin murha järkytti ruotsalaisia valtavasti. Siirtolaisten arjesta keskustellaan nyt kaikkialla, myös ruotsinsuomalaisen Soili Huokuna-Görgün kodissa. Hänen kurdimiehensä Kemal hautoo murhaa - näyttämöllä.


Kemal Görgü raivostuu ja nostaa kätensä lyödäkseen nuorta naista. Ammattinäyttelijän tekee pahaa, sillä hän tietää eleensä olevan liiankin tosi, liiankin oikea. Kemal näyttelee Alia, perheenisää joka ei sopeudu Ruotsiin eikä salli lastensakaan sopeutua.
Vielä kuukausi sitten tukholmalainen teatteri Sandino harjoitteli sangen letkeästi. Marianne Goldmanin käsikirjoittama näytelmä Heder (Kunnia) perustuu tositapahtumiin, joista on jo etäisyyttä: kurdityttö Sara murhattiin Uumajassa 1996.
Tammikuun 21. päivän jälkeen harjoitukset eivät enää ole olleet entisellään. Tuolloin koko Ruotsin tuntema 26-vuotias Fadime Sahindal joutui isänsä ampumaksi. Näyttelijät, joilla kaikilla on siirtolaistausta, vakavoituivat. Maaliskuussa ensi-iltansa saava näytelmä tuli järkyttävän ajankohtaiseksi.
Näyttelijänä Kemalin on pakko ymmärtää roolihahmoaan: nöyryytettyä maahanmuuttajaa, joka ei pääse sisälle ruotsalaiseen yhteiskuntaan.
"Sano kuka on ystäväsi, niin sanon kuka olet", Kemal selittää ja eläytyy eristyneen siirtolaisen asemaan. Sellaisen ystäviä ovat vain toiset eristyneet siirtolaiset. Sellaisen on helppo tuomita oma tyttärensä häpeää tuovaksi huoraksi, joka on menetetty ulkomaailmalle.
Mutta henkilökohtaisesti Kemal ei ymmärrä kunniamurhaajia. Aina harjoitusten jälkeen hän suuntaa punaisen perheautonsa keulan pohjoiseen kohti rauhallista Kistan lähiötä, jossa tavallinen ruotsalainen perhe odottaa isää kotiin.

Kurdit
leimautuivat

Kerrostaloasunnossa tuoksuu ruoka. Kevin 5, ja Dan 9, peuhaavat lattialla. Soili Huokuna-Görgü tervehtii vieraita aurinkoisesti essussaan. On aina mukavaa, kun tulee kävijöitä Suomesta - lapsetkin saavat hyödyntää suomen taitojaan. Yhtä sujuvasti rupateltaisiin myös kurdiksi, jos tulisi kurdivieraita.
Soili tyrmistyi, kun Fadimen murha liitettiin tuoreeltaan kaikkiin kurdeihin, johonkin yhtenäiseen "kurdikulttuuriin".
Naisten alistaminen ei sopinut lainkaan yhteen hänen kokemustensa kanssa. Jokioisilta Ruotsiin muuttanut maalaistyttö rakastui Kemaliinsa jo vuonna 1978. Hän oli silloin 18-vuotias, mies 22. He vierailivat Itä-Turkissa kahdesti 1980-luvun alussa, jolloin Kemal, poliittinen pakolainen, pystyi käväisemään kotiseudullaan.
Kun Fadime Sahindal murhattiin, juuri kurdit leimautuivat kunniakulttuurin vaalijoiksi. Todellisuudessa kunniamurhat ovat kuuluneet tapoihin monilla saarekkeilla Lähi-idässä ja Välimeren seudulla, kansallisuuteen ja uskontoon katsomatta.

Lue juttu kokonaisuudessaan Suomen Kuvalehden sivuilta 16-21.