AMORAL.MLL.FI.

15 Ağustos 2008 Cuma

Töre Cinayetleri Çözülür(!)

Töre Cinayetleri Çözülür(!)


Töre cinayetleri. Bir batılı için �ne kadar da acı� ibaresi ile düşünülen, Batılı olmam itibarı ile benim de bazen böyle düşünmekten kendimi alıkoyamadığım bir durumdur. Kaldı ki batı insanı doğu insanının bu uygulamasına daha da ileri giderek müthiş bir �insan dışılık� olarak bakmaktadır. Ceza�nın bir sözü var �hep çeken bilir demişler çekense susmuş
hep konuşmuş çekmeyen kim varsa� Hani bu söz konumuzu birebir ihtiva etmese de olaya baktığımız perspektif hep batının ve aydınının konuşması.
Bazı durumları ortaklaşa(genel) yöntemlere göre çözemezsiniz. Çözüm dedikleriniz çözümsüzlük getirebilir. Hal böyle olunca da sanki bir halt etmişiz gibi verileri beklemeden �olayın önüne böyle geçilir� diye kasılırız/kasılırlar. Başbakanlığın dün yayımladığı töre cinayetleri raporuna bakarsak durum hiç de kasılmayı gerektirir bir hal getirmemekte. Rapor 5 yılda 1000 kişinin yaşamını yitirdiğini belirtiyor. Raporda alınan önlemlere rağmen( bu önlemler batının görmediği doğu üzerine aldığı önlemler ne yazık ki) cinayetler artarak devam ediyor gibi ibareler dikkat çekmekte. 2003�te 150, 2004�te 175, 2005�te 175, 2006�da 216 ve 2007�de 220 cinayet işlendiğini belirten rapora baktığımızda alınan önlemler önlemden çok teşvik etmiş gibi gözükmekte. Bu elbette sadece bir paradoks deyimi. Rapor çok önemli bir noktaya ayak basıyor: Mevzuatta ilerleme var. Lakin ekonomik ve sosyal olgular bozulamayan çok katmanlı yapısallığın ihtivasında hiç de iç açıcı olmayan bu tabloları karşımıza getiriyor. Sonunda çözüme bir anlam kazandırıyorlar ve çözümün sistematik ve kapsamlı bir uzun yıllar içi çabalarla mümkün olabileceği sonucuna varıveriyorlar.
Sonuca varmadan raporun sosyolojik boyutlarını biraz daha irdeleyelim. En çok cinayeti kadının kendinden beklenen cinsel role uygun davranmaması sonucuyla bütünleşen �namus� kavramı oluşturuyor. Toplam cinayetlerin %30�u kadarlık büyük bir kısmını oluşturuyor ne yazık ki bu cinayetler. Yasak ilişki, cinsel taciz ve tecavüz de bu kapsamda değerlendirilmeye kalktığında cinayet oranı yarıya ulaşıyor ve oranı %50�lerin üzerine taşıyor. İllere göre baktığımızda doğunun en çok göç ettiği İstanbul, İzmir ve Ankara ilk üçte geliyor. Veriler veriler� sonu gelmez veriler. Eğer rapor bu bilinçli sonuca ulaşmasaydı buna sadece öylesine yapılmış bir rapor derdim.
Mevzuattaki önleme girişimlerini ağlayan çocuğun ağzına meme vermeye benzetiyorum. Oysa çocuğun günlerdir altı ıslaktır ve susturma metodu genel ve geçerdir. Ver memeyi, sussun. Bizim başbakanlığımız da aldığı önlemlerle memeyi verip susturmaya çalışıyor. Burası bir hukuk devleti de olsa almış olduğunuz önlemlerin özellikle hukuki boyutundaki bağlayıcılığını göz önüne alacakken toplumun ilgili yönünün kültürünü, örfünü, geleneğini hesaba katmalısınız. Özellikle yıllardır süre gelmiş bir olgunun bir anda mevzuattaki genel hükümlerle değiştirilebileceğini düşünmek büyük bir yanlıştır, nitekim yanlışın boyutları raporda yansımaktadır.
Naçizane bir yazar olarak çok bilmişlik havasında kimseye bu sorunun nasıl çözüleceği hakkında fikir verecek değilim, lakin devletin başbakanlık makamının sanırım �velevki�lerle uğraşmaktan daha kapsamlı sorunları durmakta!..

Töre cinayetleri konusunda dinimizin (Islam) hükmü nedir? Namus için adam öldürmek günah mı?


Sorularlaislamiyet.com © 2003 - 2008
Soru

Kullanıcı Adı zarok-
Sorulma Zamanı 04-Ağustos-2007 - 18:48:22

Soru
Töre cinayetleri konusunda dinimizin hükmü nedir?

Değerli Kardeşimiz;



Selam ve dua ile...
Sorularla İslamiyet Editör
http://www.sorularlaislamiyet.com/subpage.php?id=24777&s=show_qna

Cevap için

Cevabımız

Değerli Kardeşimiz;

Dört büyük mezheb imamı, öldürmenin mübah olduğu halleri şu şekilde sıralarlar: Bir kimse yabancı birisinin evine girdiğini; yabancı bir erkeği karısı veya yakın akrabası ile zina ederken görse onu öldürmesi helâldir. Katile kısas gerekmez. Zina, erkekle kadının rızası sonucu oluşmuşsa Hanefi ve Hanbelîlere göre kadının kocası onları suçüstü yakalaması halinde her ikisini de öldürebilir. Eğer erkek, kadını zinaya zorlamışsa kadının bu erkeği öldürmesi mübah görülmüştür.

Ancak sonradan zina ettiğini öğrenirse o takdirde öldüremez. Buna devlet yetkilileri ceza verir. Aksi halde mesul olur. Bu durumda erkek karısını boşayabilir.


Selam ve dua ile...
Sorularla İslamiyet Editör


Geniş bilgi için

Meşru müdafaa nedir? Meşru müdafaa halinde adam öldürmenin hükmü nedir?


Bir insanı öldürmek ve onun hayat hakkına son vermek yargının işidir.

Herhangi bir ferd, şahsi ölçü ve yargısıyla kimseyi öldüremez, ölüme layık olduğunu iddia ederek kişinin hayatına son veremez. Verirse, katil olur, cinayet cezasına müstehak olur. Dünyada ve ahirette katil kimse muamelesi görür. Öldürdüğü insanın hakkını, günahını yüklenir, ayrıca azabını da çekerek öder.

Ancak, bazı mecburi durumlar var ki, o durumlarda, karşılaşılan mecburiyet, gösterilen mukavemeti meşrulaştırıp, mübah hale getirir. Katili de cinayet suçundan muaf kılabilir.

Bu istisnai durumlardan bazılarını sıralayalım:

1- Bir kimseyi öldürmek üzere faaliyete geçilse, o da nefsini kurtarmak için bütün çarelere başvurduğu halde kurtulamasa da, mütecavizi öldürmek zorunda kalsa, ne kısas (öldürme suçuna karşı ölüm cezası), ne de diyet (kan bedeli) lazım gelir.

Zira maktul, onu öldürmek üzere harekete geçmiş, onu fiilinden vazgeçirmek için başka çare kalmamış, nefsi müdafaa zarureti doğmuştur. Ancak, bağırmak gibi herhangi bir çare ile etraftan insanları çağırıp da mütecavizi kaçırıp caydırmak mümkün ise, onu yapmadan öldürme fiiline başvurulmuşsa, olay nefis müdafaasından çıkar, cinayete girer.

2- Bir adam, dükkanına, evine, yahut malını muhafaza ettiği herhangi bir meskene girip de malını zorla gasbetmek isteyenle münakaşa ederken silahlı çatışma çıksa ve mal sahibi baskını yapan ve malını almak isteyen gasıbı öldürse, bu da malı müdafaa hakkıdır. Öldüren mal sahibi katil durumuna girmez, meşru mal müdafaasını yapmış olur. Ne kısas, ne de diyet gerekir. Ölen gasıbın kanı heder olmuş (boşa akmış) olur.

3- Bir kimse, evinde yahut herhangi bir yerde hıfzettiği namusuna tecavüz etme fiilinde olan birine karşı koysa, namusunu o mütecavizin elinden kurtarmak isterken, mütecavizi öldürmüş bulunsa, namus müdafaası meşru bir müdafaa olduğundan, katile kısas lazım gelmez, diyet de icabetmez.
Çünkü namusunu müdafaa etmek için o mütecaviz kişiyi öldürmekten başka bir çaresi kalmamıştır.

Demek ki, canını, malını, namusunu muhafaza etmek her insanın hiçbir suretle elinden alınmaz bir hakkıdır. Bunları müdafaa ederken mütecaviz kişiyi öldürmek zorunda kalsa, katil olmayacağı gibi, öldürülse şehid olur.

Okunma Sayısı : 1925

Töre Cinayetleri - İntiharlar

Ruh Sağlığı - 24.05.2008 - 22:38
Töre cinayetleri, taraflardan suç zanlısı yoksa kendi kendine töre baskısı ile idama karar veren genç insanların dramı, çoğunlukla fazla dikkat çekmemektedir. Bu blog da ki intihar konusu töre cinayetleri bağlamında, konu ile ilişkili intiharlar söz konusudur.

Bu tür can'a kastetmeler mahalli dedikoduyla, duyulmasıyla olduğu gibi; olabilir kaygısı ile de sır durumdayken de gönülsüz tecavüzlerin sonucunda görülebilmektedir.

Önemli bir ayrıntı da sadece gönül ilişkisi durumundayken, ailelerin ret baskısı sonucu intihar eylemleri olmaktadır.

Diğer bir neden, istenmeyen evlilikleri ret girişimi olarak bu davranışlar görülmektedir. Bu durumlar yaşlı erkeklere bedel karşılığı fakir aile kızlarınca yada berdel'e (değişim evlilikleri-takas) itirazdan kaynaklanan intiharlardır.

Önemli bir sosyolojik sonuç, çevrenin acılı aileye saygıyla örf adet gereği bu tür intihar ölümlerinin kamuoyuna basına yansımamasıdır. Bu girişimler diğer taraftan namus kirlenmesi olarak telakki edilmektedir. Bu nedenle de duyulması normal karşılanmamaktadır. Zaten intiharların bir çoğu aile baskısıyla namussun kirlendiği iddiası ve bunun temizlenmesinin tek çıkar yolu olarak kabul edilmesiyledir. Bu yanlış gelenek kız vaya kadın tarafından kendiliğinden yapılmaz ise, aile fertleri kendi içinde karar alarak bir şekilde (töre cinayetleri yöntemi ile) infaz yerine getirilmektedir.

Bu sonucun olabileceği korku psikolojisi içinde bulunan kadın, bunun kaosu ile bunalımdan (depresyon) biran önce kurtulmanın yolu olarak intiharı seçmektedir.

Bu intihar duyumları bazan, kol kırılır yen içinde kalır deyimi ile cinayet durumlarında da dışa yansıyan haberlerde intihar şekli veya haberi yayılmaktadır. Bu durumda ailenin diğer fertleri mağdur durumda olaydan zarar görmeyecektir düşüncesi hakim olabilmektedir. Ancak son yıllarda ki adli ve tıpbi gelişme bu gibi durumları tespit etmeleri kolaylaşmıştır.

Ancak gönüllü cinsel ilişkilerin mahalle - yöre baskısının kalktığı durumlar da ve metropol veya kentsel kültürün karışıklığında, bu defa engel olanlara şiddetin yöneldiği ortaya çıkmaktadır. Kırsal kesimde içe kapanıklık nedeniye kendine yaptığı intiharla kurtuluş çaresini bu kez ters yöne çevirerek Yakınların anne, babaların itirazı nedeniyele hayatlarından oldukları medya manşetlerine çıkmaktadır.

Yeni suç türleri katagorisinde, yeniden ismlendirilecek suçlar içinde de olabilen bu konuların sonucunda işlenen cinayetlerin bazan aile fertlerine bireysel olduğu gibi, toplu katliam şeklinde, cinayet işleme ve yakınlıkdercesi bakımından akla gelemeyecek şekilde olayların haberlerine tanık olunmaktadır.

Bu yön değiştiren töre intiharları ve töre cinayetlerinin sosya psikolojik ve sosyo ekonomik nedenleri de kültürel ortam ve çağdaş iletişim ve yayınlarla kütür değişiminin sindirilerek yeni ortama entegre olamamaktan kaynaklandığı da muhakkaktır.



Not:Töre cinayetleri blog: http://blog.milliyet.com.tr/Blog.aspx?BlogNo=80571



Nariçi; 25.05.08

Not: DİYARBAKIR Bağlar Belediyesi Kadın Kooperatifi Derneği, Namus Cinayetleri ve Kadın İntiharları Raporu'nda, geçen yıl 25 kadının yaşamını yitirdiğini açıkladı. Kadınlardan, 20'sinin intihar ettiği, 5'inin ise eşleri veya kardeşleri tarafından öldürüldükleri belirtildi. Raporda, intihar eden ve öldürülen 25 kadından 14'ünün bekár, 3'ünün nişanlı, 5'inin imam nikáhlı, 1'inin resmi nikáhlı, 2'sinin de dul oldukları belirtildi. Yaşamını yitiren kadınların 16'sının ilkokul mezunu ve ilkokul terk, diğerlerinin ise lise, üniversite terk veya okuma-yazma bilmedikleri kaydedildi. 05.07.2008 haberler.com

Korunması Gerekli En Önemli Nedir-2 (Töre Cinayetleri)

Gelenekler - 13.12.2007 - 21:29

( Bu blogdan önce, önceki blog okununca daha iyi anlam kazanacaktır.)

Töre cinayetleri, feodalite yaşam ve kültür yapısının bir sosyolojik bir yansımasıdır. Bu sosyo-ekonomik yaşam biçiminin kendine has egemenlik ağları vardır. Bu yapının devamının sağlanması için toplumsal düzen işleyişi için organları, yaptırımları , kültürel gelenek, topluma yerleşmiş ananevi değer yargıları vardır.

Bu binlerce yıllık yerleşik sosyo-kültürel ön yargılı değerler manzumesini modern hukuksal önlem ve ceza müeyyideleri ile önlemek kolaycılığı sosyal olaylarda mümkün değildir. Bu olaya sosyo-ekonomik altyapı desteği vermek birinci şarttır. Daha sonra ekonomik modern yaşamın görsel etkileşimini yöresel tutucu geleneklerine yansımasında ara eğitim ve çok yönlü sanatsal el işlerinden toplum-aile eğitimine kadar geniş yelpazede yapmak gerekmektedir.

Ama maalesef bu güne kadar yapılan bütün düzeltme ve önlem önerileri hukuk ve cezayi müeyyideler bağlamında olmuştur. Aslında bu hukuki ve yasal düzenlemeler elbette boşluk bırakmadan gerekli düzenleme ve yasama faaliyetleri kendine düşen işlevleri yerine getirecektir. Ancak diğer sosyo ekonomik ve psikolojik çalışmalar bu husustan daha önde ele alınması gerekli konulardır. Fakat hukuk düzenlemelerinde cinsler eşitliği sağlanmalıdır. Hukuksal düzenlemenin eksik tarafı budur.

Genel halk yığınlarında tecavüze ilişkin bir vaka da, zımni olarak erkeklerde bu olaylardan sorumlu tutulup, zımni olarak lanetlenmektedir. Ancak yaptırım adaletsizliği ve bir tarafa (kadınlara ) hem adaletsiz hem de altyapı olumsuzlukları ve eşitsizliği dezavantajı üstüne, maddi ve yaşam hakkına mal olan insanlık dışı bir müeyyide uygulanmaktadır. Bir konu veya eylem suçsa herkes için suçtur ölçüsü cinslere göre değişmez. Ölçü ve müeyyide kadın erkek herkes için eşit olmalıdır. Biri aşağılanıp diğeri nasıl onurlandırılır veya iltifata layık insan olabilir. Bu konuda herkesin cinsiyet egosuna esir olmadan objektif düşünmesi zorunludur.

Aksi halde mevcut yapıya zaman vermek değil, katliamlara izin vermektir. "Töre cinayetleri"ni lanetlemek, hukuken daha da ağırlaştırılmış cezalar talep etmek sorunun çözümüne çok az katkı sağlar gibi gözüküyor. Çünkü bunlar zaten 90'lı yılların sonundan beri yapılıyor. Kaldı ki hukuki bedeli en aza indirmek için cinayetler daha çok on sekiz yaşından küçük erkeklere havale ediliyor. Lanetleme, töre cinayetlerinin işlendiği sosyal iklimde muhtemelen "bir başka dünyaya ait, anlaşılması güç bir tutum olarak" değerlendiriliyordur. Hatta "namus" kavramına karşı duyarsızlığın bir ifadesi olarak görülüp, sessiz bir öfkeyle karşılanıyor olması muhtemeldir. Feminist okumayla oradaki iktidar ilişkilerini çözümleyip, kadının edilgen rolüne dayalı toplumsal ilişkiler sistemi üzerinden cinayetleri temellendirme yaklaşımı bazı haklı tespitlere sahip."

"Tanım yerindeyse tam bir kadın katliamı yaşanıyor. Kadınlar vahşice katlediliyor. Öfkelenmemek mümkün değil. Kadını şiddetten korumayı vaad edip uluslararası sözleşmeler imzalanıyor. Kadınlar hala vahşice katlediliyor. Kolluğa sığınan kadın sığınak olmadığından bir imama teslim ediliyor yeddiemin niyetine . Yeniden ,yeniden öldürülüyor. Gündüz saatinde,üstelik hastanede." Bu durum kimin sorumlu olduğu polemikleri ile geçiyor olan ölene canı korunamayana oluyor.

Bu konularda elbette yasal meslek örgütleri yasal yollardan mümkün olanı yapıp önerileri ile kamu oyu oluşturup yasamaya yol gösterecektir. Bu konuda dile gelen mağdura yönelik savunma önerileri ; "Baroların ve kadın örgütlenmelerinin açılacak ceza davalarında müdahale talebi olacak. Uygulamada azmettirenler aileden olduğu için çoğu kez müdahale talebi olmuyor. Sessizce yargılama devam ediyor.Bunun yolu açılabilirse çok yararlı olacak. Baroların müdahilliği konusundaki Avukatlık Kanunundaki düzenleme şöyle: Av. Kanunu Md./6" hukukun üstünlüğünü, insan haklarını savunmak ve korumak" Av. Kanunu Md.95/21 : hukukun üstünlüğünü,insan haklarını savunmak ve korumak ve bu kavramlara işlerlik kazandırmak" olarak bu görev yasada belirtilmiştir"

BM Genel Kurulu'nda 20 Aralık 1993 tarihinde kabul edilen
KADINLARA KARŞI ŞİDDETİN TASFİYE EDİLMESİNE DAİR BİLDİRİ.den

Madde 4
Devletler kadınlara karşı şiddeti yasaklar ve kadınlara karşı şiddetin tasfiye edilmesi konusundaki yükümlülüklerinden kaçınmak üzere herhangi bir ORF ve ADETI, GELENEGI veya DINSEL düşünceyi ileri süremez. Devletler her
türlü uygun araçla ve hiç gecikmesizin kadınlara karşı şiddeti tasfiye politikasını yürütür. Bu amaçla:

h) Kadınlara karşı şiddetin tasfiye edilmesi ile ilgili faaliyetler için
Hükümet bütçesine yeterli ODENEK koyar;

"Türk Ceza Kanunu'nun (TCK) namus cinayetlerine indirim öngören 51. maddesinin halen yürürlükte olduğunu vurgulayan kadınlar, TCK'da kadını ailenin ve erkeğin malı gibi gören hükümlerin kaldırılmasını, namus cinayetlerinin ağırlaştırıcı suç kapsamına alınmasını istediler.

Kadınlar ayrıca, uluslar arası sözleşmelerin gereklerinin yerine getirilmesini; kadınlara psikolojik ve hukuksal destek verecek danışma merkezleriyle sığınma evleri açılmasını, bağımsız kadın kuruluşlarının açtığı merkezlerle ve sığınma evlerine destek olunmasını istediler. (BB) "Devlet, kararlılığını göstermeli"

Türkiye Büyük Millet Meclisi (TBMM) Adalet Komisyonu Türk Ceza Kanunu (TCK) Alt Komisyonu'nda görüşülmekte olan TCK Tasarası'nda yapılan olumlu değişikliklerin önemli ancak yetersiz olduğunu vurgulayan kadınlar, taleplerini şöyle sıraladılar:

"TCK reformunun amacına ulaşması için, tasarıda, TCK Kadın Platformu'nun hazırladığı "Kadın Bakış Açısından TCK" başlıklı raporda da dile getirilen talepler doğrultusunda pek çok değişiklik yapılması gerekiyor.

"Haksız Tahrik" maddesinde yapılan olumlu değişikliğin hayata geçirilebilmesi için, maddenin gerekçesinde açıkça, namus cinayetlerine indirim uygulanmayacağını belirtmenizi ve böylece namus cinayetlerinin yasa eliyle meşrulaştırılmasına son vermenizi istiyoruz.

"Nitelikli İnsan Öldürme" maddesinde belirtilen ağırlaştırıcı sebeplere, "namus saikiyle" işlenen cinayetleri de eklemenizi bekliyoruz.

Bu taleplerimizin hayata geçirilmesiyle devlet, bazı Ortadoğu ülkelerinde olduğu gibi, Türkiye'de de kadınların insan haklarının belli başlı ihlallerinden olan namus cinayetlerine hiçbir şekilde müsamaha göstermeyeceğini açıkça ifade etmiş olacaktır.

Şahsınızda devletin göstereceği bu kararlılık, her biri toplumsal bir yara olan bu cinayetlerin önlenmesi açısından son derece önemlidir."

"uyum yasaları adı altında TCK'de yapılan düzenlemelerin, sorunu çözmekten uzak olduğu… "Namus cinayetlerinin nitelikli adam öldürme fiili olarak değerlendirilmemiş olması, aksine ceza yasasında yer alan çok sayıdaki madde ile adeta özendiriliyor oluşu, cinayetlerin içinde bulunduğumuz çağa rağmen giderek tırmanmasına neden olmaktadır" Yaşanılan acı deneyler dikkate alınarak konunun yeni TCK'nin görüşüldüğü TBMM Adalet Komisyonu ve Alt Komisyonda namus cinayetlerinin açıkça tanımlanması ve ağır yaptırımlara bağlanması istendi. ""Haksız Tahrik" maddesinin gerekçesinde "namus cinayeti failleri haksız fiil hükmünden yararlanamaz" şeklinde bir ifadeye açıkça yer verilmesi ve "Nitelikli İnsan Öldürme" maddesinde sayılan ağırlaştırıcı haller arasına "namus saikiyle" ifadesinin eklenmesi gerekmektedir.

"TCK Tasarısı'nda istediğimiz değişiklikler yapılmadığı takdirde, Türkiye Devleti vatandaşlarının en temel insan hakkı olan yaşam hakkını gerektiği gibi korumamaya ve kadınların "namus" adına öldürülmesini yasa eliyle meşrulaştırmaya devam edecektir.

Gerek yürürlükteki yasada, gerekse halen Meclis Adalet Alt Komisyonu'nda görüşülmekte olan TCK Yasa Tasarısı'nda, kan gütme amacıyla işlenen cinayetlere en ağır cezalar öngörülürken, konu namus cinayetleri olunca, yetkililerin sergilediği çekimser tavrı anlamak mümkün değildir. Yetkilileri, gerekli yasal düzenlemeleri yapmaya ikna etmek için daha kaç kadının öldürülmesi gerekmektedir?"

Hukukçularımız böyle feveran ederken bu düzenlemeleri yapmayı engelleyen hangi gaileler olabilir ki. Toplumu ikna edemiyorsanız o zaman hukuktan önce davranıp bu konuda düzenlemeler yapılırken, devlet diğer görevlerini tespit etmelidir. Bunun içinde yukarıda değindiğimiz sosyolojik tedbirlerin öne çıkması gerekmektedir.

"Türkiye'de en çok Güneydoğu'da töre cinayetleri işlendiği, büyük şehirlerde işlenen töre cinayetlerinin de yine bu bölgeden giden aileler tarafından gerçekleştirildiği. ''Bölgede namus bedende, beden de kadınla temsil ediliyor.'' Güneydoğu'da kabile anlayışı hakim olması nedeniyle aile ve akrabalık ilişkilerinin çok güçlü olduğunu ve ailenin çok kutsallaştırılması sonucu, bir kişinin işlediği bir suç veya hareketin aileye mal olmuş sayılmaktadır. Büyük kentlere yerleşen ailelerin de kentleşemediği, kendi gelenek ve göreneklerini yaşattığı.
Hukukun uyguladığı yaptırımlar vatandaşları tatmin etmediği için, bu ailelerin hukuku kendilerinin uygulamak istedikleri" ortadadır.

''Bu nedenle aile meclisleri oluşturuluyor ve bu mecliste alınan kararlar uygulanıyor. Bölgede birey, toplumda kendi başına bir varlık veya kişilik sahibi değildir. İçinde yaşadığı toplumla kendini var ediyor. dolayısıyla kendine göre değil, topluma göre kendini sınırlandırıyor ya da hareket ediyor. Bunlardan dolayı bireyin yaptığı bir şey, tüm aile veya akrabalara mal oluyor. Genç kız ve kadın gayri meşru bir ilişki yaşadığı zaman
da sanki bu ailenin alnına sürülen bir kara leke gibi görülüyor.''

"Terör yollarıyla birlikte kırsaldan kent merkezlerine göçen yurttaşlar kentlerin sosyal yaşamına uyum sağlamakta büyük güçlük çektiler. Burada uygar yaşamın araç ve gereçler, aşiret içinde büyüyen genç kızları kendine çekti. Kadın-erkek ilişkisini keşfeden aşiret kızları bir süre sonra törenin çizdiği çemberin dışına çıkınca aile meclislerinin aldığı infaz kararlarının kurbanı olmaya başladılar. Devlet açısından Güneydoğu'da önemli bir sorun var. Kızların okula gönderilmesi sağlanamadı. Oryantalist dönüşüm, prakmatik yaklaşım realiteyi bekide görmüyor ama toplumun;

"Aşiret, tarikat, cemaat??? Ne demek tüm bunlar? İnsan bir ulusun bireyidir, bir ulusa aittir ama, bir aşiret'e, bir tarikat'a ya da bir cemaat'e nasıl ait olabilir? Yarım yamalak, ya da hiç verilmeyen eğitim; sonuçta ancak böyle bir insan tipi çıkartıyor karşımıza. Düğünde bayramda, maç sonrasında silaha sarılan, erkek çocuğuna sünnetinde silah hediye eden insanlar sürüsü... Buna sürüden başka ne ad verilir? Okumuşumuz da, cahilimiz de hâlâ ve ısrarla aynı kafa yapısına sahip olduğu sürece de bu, ne acıdır ki devam edecektir" dedirte biliyor

"Madem ki sosyo-ekonomik yapıyla "töre cinayetleri" arasında yakın bir ilişki var, öyleyse bunları sona erdirmek için yapının değişmesini beklemek gerekir', şeklindeki zamana bırakılmış bir politikaya meşruluk kazandırmamalı. Bir başka dikkat çekici husus, töre cinayetlerinde gelenekle kutsallığın iç içe geçtiği, cinayetleri destekleyen değerlerin ve maddi otoritelerin bu iç içe geçmiş karma kültür üzerinde hayatiyet kazandığıdır. O zaman "töre cinayetleri"ne karşı mücadele edecek kamu otoritesinin ve sivil toplum kuruluşlarının bağlantı kuracağı öncelikli kesimler, bu toplumsal yapıda itibarlı konumlara sahip olan şeyh, ağa, aşiret önderleri, nihayet birkaç ailenin otoritesi durumundaki kişilerdir. Ancak burada da temel paradoks şu: Bu kişilerin otoriteleriyle, karşı çıkmaları istenilen değer ve tutumlar arasında canlı bir illiyet bağı var; bu insanlar otoritelerini önemli ölçüde zikredilen değer ve tutumlara ilişkin "olumlu" tavırlarından üretmekteler. Herhalde bu ilişkiler kuranlar, bu kişilerin otoritelerinin bir temel direğini ilga ederlerken, onun yerine bir başka direği sunmayı ihmal etmeyeceklerdir. Bütünüyle "modern bir toplum" oluşturmanın öncüsü gibi davranmak, oradaki rayiç değerleri ve ilişkileri aşağılamak, kamu otoritesine de yaslanarak bir moral çatışmaya girmek herhalde misyonerliğin zarif yöntemlerinden dahi yoksun ve tepki doğurucu bir yaklaşım olacaktır."

Bu yaklaşımlardan sonra yöresel eğitim ve çok yönlü sosyo-kültürel ve sosyo-ekonomik reform ve yapıcı ve yatırım destekli çalışmalara önem verilmelidir. Toplumun maddi ve manevi değerlerini ve inançlarını dışlayıp aşağılamadan bilinçlendirme eğitimleri yoğunlaşmalıdır.

" töre cinayetlerinin sona ermesi için ''bireyin kendi yaşamından ve yaptıklarından sorumlu olduğu'' bilincinin oluşması ve insanların, ''hukukun,mağduriyeti telafi ettiğine'' inanmaları gerektiğini" anlamalılardır.

Mevcut sosyolojik karmaşım içindeki popülasyonun her kademesine de ters düşmeden hatta onlara muhalefet dahi etmeden insanlık ve insanın değerini yaşamanın kıymet ve önemini öne çıkaran değer yargılarına hitap eden yoğun eğitim ve seminerler belli bir program ve planlanarak uzun vade de uygulanmalıdır. Suçun azmettiricinin tek Taraflı olamayacağı cinsel tahrik ve arzunun neticeci oluşan suç sayılan davranışların objektif değerlendirilmesi için iki tarafında cesaret ve haklarını kullanmada eşit olmalı gerektiği realitesi şuur altlarına işlenmeli yaşamın her şeyden çok daha önemli olduğunu öne çıkarmaları sağlanmalıdır.



nariçi .13.12.2007

http://blog.milliyet.com.tr/Blog.aspx?BlogNo=80571

İntiharlar: http://blog.milliyet.com.tr/Blog.aspx?BlogNo=81133

alıntılar:türkhukuksitesi.com
nedir.antoloji.com
form.seslisözlük.com

Korunması Gerekli En Önemli Nedir-1(Töre Cinayetleri) 1

Gelenekler - 13.12.2007 - 16:46

Bu kadar kemikleşmiş gelenek neden ? İnsan, kendinden doğan canlıya bu kadar mı acımasız olur. Kadınlarımıza yapılan bu vahşetten hepimiz suçluyuz. Yol ve yöntemlerin sonuç vermediğini biliyor ve görüyoruz zaten bu konuda sürdürülen bir yoğun eğitim çalışması da yok. Yinede hep susuyor ve tepki vermiyoruz suçladığımız hedefte belirsiz.

Kadınlarımız kızlarımız yıllarca ihmal edildi, eğitimlerini ciddiye almadık, namuslarını ırzlarını erkeklerden koruyamazlar diye, erkekler egoist davranıp kendileri her türlü eğitimi almaya talip olurken, onlar evlatlarını bu vatan korumasına gönderdiler, şehit olunca Vatan sağ olsun dediler. Fakat bu ülke sosyal gelişiminden tecrit edildiler. Her türlü sosyo-ekonomik alanda hep ihmal edildiler. Anamız, bacımız (kız kardeş), sevgilimiz, eşimiz (hanımımız-hayat arkadaşımız- iyi günde kötü günde bir yastığa baş koyduğumuz veya koyacağımız, çucuklarımızın yuvasını oluşturacak evlatlarımızı- gelinlerimizi-kızlarımızı) erkeklerden geride kalmalarını reva gördük. Öğretmenimiz, uğruna şiirler, ağıtlar, türküler, kitaplar yazdığımız . Gerektiğinde de uğruna ölümü seçtiğimiz kadınlarımızı, kızlarımızı nüfusumuzun yarısından çoğunu teşkil eden kadınlarımızı ihmal ede, ede bugünlere geldik. Arpa boyu ilerleyemedik.

Bugün şikayet ettiğimiz, yarın da şikayete devam edeceğimiz bir çok sorunumuzun altında, bu ihmalin yattığını bilmemiz gerekir. Buna rağmen bu önemli insanlık sorunu karşısında hala duyarsısız ve şikayetçi olmaya devam ediyoruz. Erkekler olarak suç işlendiğine karar verilmiş eylemlerin suç ortağının yine erkekler olduğunu hiç aklımıza getirmeyip fatura devamlı kadınlara kızlara kesilmektedir. Halbuki onların korkularını yaratan ihmallerin neticeleri ne kadar acıdır. Reva gördüğümüz ceza infazları neticesine yine aile bireyleri ağlamaktadır.

Erkeklerin ortak olduğu istemediğimiz eylemlerin oluş safhasına kadar gelmesine onlara verilen korku psikolojisidir. Oysa onların bu gönül ilgilerinde aile ile barışık olsalar gönüllü ve gönülsüz her ilişkilerini aile fertlerine başlangıçta açarlar. Oysa bu iletişimsizliğin sonucu ve daha da bağnaz kapalı, baskıcı aile iç yaşam biçimi neticesi ; “kadın intiharları; töre-namus cinayetleri; kız çocukların okutulmaması; çok eşli evlilik; oluru alınmadan tüplerin bağlanabilmesi; erken ve zorla evlendirilme; 20-30 yaş büyük erkeklerle 2. Veya 3. eş olarak evlendirilme çok çocuk doğurmaya zorlanma; kız çocuk doğurma veya çocuksuzluğun sorumluluğunu tek başına üstlenmek zorunda kalma; maaşına banka kartına ve takılara el konması; gözaltında çıplak bırakılmak; ailesi tarafından bekaret kontrolünden geçirilme; işyerinde cinsel taciz;”

Bu fiili ahlaksızlığın ve tecavüzün ilk müeyyidesi psikolojik ve tehdit baskısı. “Kadının kimseye anlatmaması için ölümle tehdit edilmesi; ailesi tarafından bir yere kapatılarak yemeksiz ve/veya bağlı tutularak cezalandırılma; burun kesme ile cezalandırılma; kayınbaba ve evdeki diğer erkeklerle konuşamama; kadın ticareti; pornografi, yoksulluk; işsizlik; sakat kadınlara yönelik hizmet ve destek oluşturmama; ekonomik göçle yerlerinden olan kadınlara yönelik destek oluşturulmaması; doğal afetlerden sonra ortaya çıkan şartlar vb. bu örnekler şunu göstermektedir”: Bu sorun çok boyutludur ve yöre örf ve adet geleneklerini de direk karşıya alınarak bu sorun çözülmez.

Bu sorunun çözümü elbette eğitimle doğru orantılıdır ancak bu sosyolojik ve felsefi boyutla özel seminer eğitimleri ve yöresel öğretim müfredatları gerektirmektedir. Öncelikle sorun analizinin de doğru yapılması gerekmektedir.

“B. Töre ve Namus Cinayeti: Konu ile ilgili uzmanlar, araştırmacılar, yasa koyucular veya faillerle mağdurların birbirlerinden çok farklı değerlendirme ve tanımlamalarda bulundukları töre veya namus gerekçesiyle kadınların öldürülmesi olayını tüm bu değerlendirmelerden hareketle;

Bazı ailelerin veya erkeklerin, duygu ve bedenleri üzerinde belirleyici hakka sahip olduklarına inandıkları aile üyesi kadın, kız, kardeş, eş ve hatta yakın akrabalarından birini, kendi iradesi veya iradesi dışında karşı cinsle yaşadığı bir olay veya ilişkiyi, ailenin veya bulunduğu toplumsal çevrenin egemen gelenek veya törel değerlerine aykırı sayarak, namus ve şereflerine leke sürüldüğü, gerekçesiyle aile meclisi kararı veya aile büyüklerinden birinin ya da bunlardan bağımsız olarak erkeğin (istisna durumlarda kadın akrabanın) karar vererek öldürmesi şeklinde tanımlayabiliriz”

“Söz konusu eylemlerdeki ortak unsurlara baktığımızda;
- Ailenin veya erkeğin, kadının duygu ve bedeni üzerinde kendini hak sahibi görmesi,
- Kadının isteyerek veya istemeyerek karşı cinsle yaşadığı bir ilişkiyi
- Aile veya erkeğin kendini kanun koyucu, kanun ve yargı yerine koyup kadını yargılaması
- Namus veya törel değerleri
- Çevre, toplum baskısı
- Kadının bir mal, köle gibi veya kirlenmiş bir eşya gibi görülmesi
- Bilinçli bir cinayetle namus ve şerefin temizleneceği inancı
- Kadının öldürülmesi ile failin toplum ve çevrede saygınlık kazanacağı inancını, görebiliriz.
Karşımıza çıkan bu cinayetlerin çeşitlerini, ana başlıklarıyla aşağıdaki gibi sıralamak mümkündür.”

"Töresel:
-Aile meclisi kararıyla işlenen cinayetler.
-Toplum baskısı yüzünden işlenmiş bireysel cinayetler,
-Toplum baskısı yüzünden kimi zaman bireysel kararla, kimi zamanda aile meclisi
kararıyla yeni doğan çocuğun öldürülmesi

Tepkisel:
-Namusu lekeleyen erkeğe karşı işlenen cinayetler (fail kadın veya erkek olabilir)
-Kıskançlık ve tutku cinayetleri (ani öfke ve kıskançlık)"

İletişim ve medya-görsel yayınların farklı kültürlerin yüzleştiği sanal da olsa oluşan etki tepki neticesi oluşan değişim karmaşıklığı sorunu acil kılmakta, batıda da meyda gelse böyle vukuatlar, çoğunlukla belli bölgelerde başlangıcı vardır. Modernleşmeye daha yakın konumda olmanın analizi :

“Töre cinayetlerinin yaygınlaşmasında bir başka neden, oradaki sosyo-ekonomik yapıya dışarıdan bir etki olarak, kitle iletişim araçları marifetiyle dolaşıma sokulan “yeni” değerler ve öne çıkartılan, onaylanan ilişki biçimleridir. Modern hayatın en merkezi temalarından birisini “aşk” oluşturmakta ve adeta bu kavram etrafında bir endüstri örgütlenmiş bulunmaktadır. Bunun kitle iletişim araçlarına yansıması, neredeyse her türden programda aşk ve erotizmin belli düzeylerde temsil edilmesi biçimindedir. Reklamlardan haberlere, nihayet dizilere ve yarışma programlarına kadar hemen hemen hepsinde kadın-erkek arasındaki gerilimli ilişki derinleştirilmekte, mistikleştirilmekte, neredeyse varoluşun en temel unsuru haline getirilmektedir. Unutmayalım ki namus cinayetleri bir aşk ilişkisinin ürünüdür. Zor şartlarda tabiatla mücadele ederek, ya da şehirlerin kıyısında tüm günlerini geçim mücadelesine harcayarak hayatlarını kazanan bu insanların, gerçek hayat şartlarının acımasız ve kaba hakikati karşısında, özellikle değerler çelişkisiyle baştan çıkartılmış bir aşk ilişkisine yelken açmaları şaşırtıcı değildir. "

"Kitle iletişim araçları ekonomik varoluşlarını köye değil şehre borçlu oldukları için, “Aman buradaki hassasiyetleri dikkate alın.” ifadesi beyhudedir. Ancak mevcut şartlarda şu söylenebilir: Televizyon kanallarında son yıllarda “kadın programları” çoğaldı. Bunlara yönelik kimi eleştiriler dile getirilse dahi, yaşanmış hayat hikayeleri üzerinden gitmeleri, doğrudan sorunun taraflarının kendilerini anlatmalarına aracılık etmeleri son derece olumlu. Her ne kadar televizyon dizilerinin hayali dünyasıyla bu programlarının gerçekliği acı -ve ironik- bir tezat teşkil etse de, mezrada yaşayan insanlar da dahil olmak üzere herkes bu kadın programlarından hayatın gerçek yüzüne, pırıltılı kavramların reel dünyadaki karşılığına dair sonuçlar çıkartabilir. “Töre cinayetleri”nin arka planındaki “kurtarıcı aşkın zehirli ışıltısı” muhtemelen bu türden programlarla çekiciliğini bir ölçüde de olsa yitirebilir ve insanların kendi gerçek hayatlarıyla yüzleşmelerine bir zemin hazırlayabilir."

Töre cinayetleri beslenme sosyo-kültürel yapıyı kendi özel yığılımı içinde analiz edip çözümü çok yönlü formüle edip uygulamayınca sonuç almak mümkün değildir.

Değeryargılarında kemikleşmiş, adeta düşünce genlerine yerleşmiş, önyargılı değer yargılarının yeniden yapılanması gerekmektedir.


(devamı II böl. yazılacak)

Nariçi. 13.12.2007

http://blog.milliyet.com.tr/Blog.aspx?BlogNo=80784



alıntılar:nedir.antoloji.com.-türkhukuksitesi.com
: form.seslisözlük.com

Sözde Töre temasını işleyen yerel dizilerin amacı nedir?

Sözde Töre temasını işleyen yerel dizilerin amacı nedir?

Hangi tv kanalının düğmesine basarsanız basın hemen karşınıza yerel kıyafetler içerisinde alınları çeneleri dövmeli,erkekleri şalvarlı tv.dizileri çıkmaktadır.5 dakika gibi kısa bir sürede bu dizilerde enaz 20 kez 'ağam' ve 'töre' kelimesi geçmektedir. Bu dizilerde yalan yanlış bir sürü tema,bilip bilmeden çok da araştırılmadan afaki yani aslında var olmadığı halde varmış gibi işlenen sayısız kuram ve kural işlenmektedir.Çoğunlukla izleyicinin içini kaldıran midesini bulandıran izlenmesi tahammül edilmeyen sahneler peşi sıra sıralanmaktadır.Adeta bu dizilerde kadına şiddet meşrulaştırılmakta hatta belki de kadına yönelik şiddet fikri pekiştirilmektedir.Bu dizilerde işlenen temaların %99 u sanaldır başka bir deyişle aslında yoktur.RTÜK ün en kısa sürede kadınlar açısından olumsuz mesajlar içeren ve günbegün artan dizilerin bu gidişatına müdahale etmesi ve dur demesi gerektiği toplumsal yarar gereğidir.Zira öncelikle bu dizilerin yayın amacıyla halk üzerinde bıraktığı etki ve izlenim konunun uzmanlarınca araştırılmalı,değerlendirmeye tabi tutulmalı ve böylelikle iyice ortaya çıkarılmalıdır.Bu halkın bir ferdi olarak ben bu tür dizilerin varlığına şiddetle karşıyım,bu dizilerin toplumumuza ve halkımıza verdiği olumlu bir mesaj asla bulunmamakta kadına yönelik şiddet pekiştirilmekte kısmen birtakım yerlerde var olan ağalık sistemi tekrar canlandırılmak istenmektedir.Kadına yönelik şiddet konusunun ülkemizin bir bölümüne hasredilmek suretiyle işlenmesi halkımızı kin ve düşmanlığa sevk etmek olarak da değerlendirilebilir ki bu durum da ceza kanunumuzda suç olarak düzenlenmiştir. Unutulmamalıdır ki Toplumsal cinsiyete dayalı şiddetin ekonomik, sosyal, coğrafi sınırı bulunmamaktadır. 4. Dünya Kadın Konferansında kabul edilen Pekin Deklarasyonu Eylem planında, “kadına Yönelik Şiddet” kadının fiziksel, cinsel veya psikolojik zarar görmesiyle veya acı çekmesi ile sonuçlanan veya sonuçlanması muhtemel olan bu tip hareketlerin tehdidini, baskıyı veya özgürlüğün keyfi engellenmesini de içeren ister toplum önünde ister özel hayatta meydana gelmiş olsun, cinsiyete dayalı her türlü şiddet anlamına gelmektedir 'denilmektedir.Bahse konu dizilerdeki sahneler ve töre namus temalarının işleyiş şekli ülkemizin tüm kadınları ve özellikle de tüm bölge kadınları için küçük düşürücüdür,inciticidir ve yok olması arzulanan şiddetin aslında hemen hemen hepimizin evine sokulmaya çalışılması ve hepimizin aslında travmatize edilmesi çabasından başka birşey değildir.Bu durum Pekin Deklarasyonu eylem planındaki şiddet tanımına da denk düşmektedir. Bu dizilerden haz alan kimse var mıdır? Ne dersiniz

..........................

Töre Nedir? Türkiyedeki Etkileri Nelerdir? Töre-namus cinayetleri, birçok yanlışlığın yanı sıra çok sayıda kara mizah ve çelişki örneğini de içinde b

Töre Nedir? Türkiyedeki Etkileri Nelerdir?

Töre-namus cinayetleri, birçok yanlışlığın yanı sıra çok sayıda kara mizah ve çelişki örneğini de içinde barındırıyor.

Türkiye’de töre cinayeti kisvesi altında yapılan ferdî infazlar, birçok çelişkiyi de içinde barındırıyor. Töreyi cinayetle özdeşleştiren zihniyet, “İslam dini de buna cevaz veriyor” türünden bir “demagojik dezenformasyon” yapıyor sürekli. Öte taraftan, bu cinayeti irtikâp edenler ise nedense çoğu kez erkeği unutarak kadını cezalandırma yoluna gidiyor; erkeğe ceza verilse bile genelde çok daha hafif oluyor. Erkek egemen toplumdaki bu cehalet, çuvaldızı kendine, yani erkeğe batırmaya yeterince yanaşmıyor.
Neden öldürülenlerin çocu kadınlar erkekleri öldürmemelerinin nedeni kandavasımı olması:unsure::unsure:

Bu konuyu biraz irdilemek istiyorum
TÖRE DİVANINDA BİR KADIN
Gerçek törede kadın için ‘ölüm’ kararının çok nadir verildiğini hatırlattıktan sonra ilginç bir anekdotu paylaşmak istiyorum bu noktada. Töre kararlarının çıktığı aşiret divanında aslında kadınlar da bulunuyormuş. Rusipi denilen aksakallı büyüğün onayından sonra bir kararın alınması için pirik denen yaşlı kadın âzânın da onayı gerekliymiş. Hatta çoğu zaman pirik’in söyleyeceği sözün, erkekler meclisinde alınmış bir kararı durdurduğundan bile bahsediliyor.

Törenin kadını ‘yok’ saydığı iddiası kadınların hayatın içinde bulunmasıyla bir ölçüde çelişiyor. Kimi kadınlar, egemen erkek erkini çoktan aşmışlar bile. Bize göre,doğuda kadın horlanıyor; ama batıda da aynısı geçerli ve meseleyi ‘bölge sorunu’ olarak ele almak yanlış. Konunu kadından ziyade bir toplum meselesi olduğu bence “Kadın güçsüz olduğu için şiddete maruz kalıyor. Erkek de şiddetten nasibini alıyordur; ancak bu çok nadirdir. ” Cinayetlerdeki doğu-batı ayrımıyla ilgili olarak .Bu tür hareketler kişinin kendisini bağlıyor. Batıdaki birisi de ‘töremize aykırı davranıyor’ deyip cinayet işleyebiliyor.

Benim bakış açımdan budur sizin bakış açınızdan nedir? ''Töre''olmalımı ''Töre'''ye toplumumuzun sizlerin bakış açısı nedir?

Töre Nedir ? 01



« : 06 Şubat 2008 »


Töre nedir?
Töre ya da diğer adıyla örf, bazı değer ve ilkelerin mutlak yaptırım kazanmış biçimidir. Kültür dünyamızdaki her ilke ve değer, belli bir yaptırım özelliğine sahiptir. Bunlardan bazılarının ihlalinde, bireye hafif yaptırım, bazılarının ihlalinde ise ağır yaptırım uygulanır. İşte bu ikinci kategoridekiler töre/örf diye adlandırılır. Toplum bireye böylece "mutlaka yapmalısın" ya da "uymalısın" diyerek, kendi değer ve ilkelerinin geçerliliğini sürdürmesini sağlar. Yani diğer sosyal kaideler gibi töre de sivil toplumun hukuku, yazısız hukuktur. Onda kesin bir emir formu vardır. İhlali halinde bireyler kendilerine uygulanan yaptırımın altından kalkamayacaklarını bilirler. En genel ve köklü değerler manzumesi olarak gelenek, insan ilişkilerini düzenleyen kurallar olarak adetler ya da bölgesel davranış biçimleri olarak görenekler de töre formuna dönüştürülebilir.

Törenin varlık nedeni, diğer ilkeler gibi toplumsal düzenin, ilişkilerin, ahlakın korunması ve düzenlenmesidir. Ancak toplumun varlığını sürdürmesi için hayatî önem taşıyan değerler töre formuna dönüşür. Özellikle de ahlak alanındaki bazı ilkeler töre/örf haline gelir. Mesela ahlaka aykırı eylemiyle ailesini rencide etmek ya da sosyal ahlaka apaçık aykırı davranmak gibi eylemlere karşı geliştirilen bir yaptırım biçimidir töre.

İlk başta töre, içine doğduğumuz toplumda hazır bulduğumuz "kesin" ilkedir. Onun varlığı, onu icat eden aklın toplum için iyi tasarımıyla vücut bulmuştur. Fakat bu, törenin kelle kesmeye hazır kılıç gibi insanların üzerinde tehditkâr şekilde var olma zorunluluğu anlamına gelmez. Toplumsal düzeni korumanın başka yöntemleri ve biçimleri ortaya çıktıkça, yani toplumsal yaşantı, insan ilişkileri gelişip değiştikçe, törelerin bazıları yerini başka kurallara terk etmek zorundadır. İşte toplumsal gelişmenin ya da zihniyet gelişmesinin göstergesi budur. Mesela kan davası bir töre olarak nitelendirilir. O muhtemelen devlet hukukunun geçerli olmadığı dönemlerde bir soyun ya da aşiretin kendini saldırılardan koruma biçimi olarak görülmüş olmalıdır. Ancak devlet otoritesinin egemenliği ve ceza yasalarının etkin biçimde uygulanması karşısında, artık bu türden bir eylem biçimi töre olmaktan çıkmalıydı. (Bu satırlardan kan davasının bir zamanlar haklı görülmesi gerektiği sonucu çıkarılmamalı; bu yargı sadece kurgusal bir tespit olarak okunmalıdır.) Nasıl ortak akıl toplumsal düzenin devamı için zorunlu olan bir ilkeyi bir zamanlar töre haline getirmişse, aynı ortak akıl, düzeni sağlayan yeni kurallar karşısında bu töreyi artık iptal etmeliydi. Akılcı yoldan bakarsak, törenin, toplumsal fonksiyonuna göre varlığını sürdürmesi ya da sürdürmemesi gerektiği sonucuna varırız. Çünkü her türden toplumsal kural toplumun düzenli ve dengeli devamına hizmet eder. Onların ontolojik temeli budur. Fakat toplumsal değişmenin donduğu kapalı toplum yapılarında, töreler sırf töre oldukları için muhafaza edilir. Onun fonksiyonu hesaba katılmdığı gibi, bu fonksiyonun yerini alabilecek yeni ve daha iyi bir ilke aranmaz. Dolayısıyla bu toplumlarda töre, -onun temelini kabul edelim ya da etmeyelim- artık akıldışı bir düzen sağlama biçimi halini alır.

Töre sadece ahlak alanında olmaz. İhlali kesinlikle istenmeyen ilkeler de yaşantımızda töre formunda yer alır ve mesela "töremiz böyle…" denir.
***
"Töre ihlali eşittir ölüm" ilkesi ilkel zihniyetin, feodal yapının, aşiret bilincinin kurduğu bir eşdeğerliliktir. Bu eşdeğerlilikte, toplumsal düzeni korumak için kişinin en değerli varlığı, hayatı tehdit altında tutulur. (Bazı siyasilerimizde rastladığımız "sallandıracaksın üçünü beşini" mantığı da ilkel zihniyetin açığa çıkışından başka bir şey değildir.) Halbuki toplumsal düzen, bireylerin kişiliğini geliştirerek onları bilinçli bir fert haline getirerek de korunabilir. Mesela toplumsal ahlakı, ortalığa ölüm tehdidi saçmak yerine ahlak bilincini güçlendirerek de korumak mümkündür. Günümüzdeki anlayış ve tabii "insanî olan" da budur; kişiliği ve bilinci güçlendirmek… Açık toplum yapısının gereği de budur. Ancak bu iş, çok zor ve zahmetlidir. Uzun soluklu ve bilinçli bir eğitim çabası gerektirir. Toplumun kanaat önderlerine ya da anne-babalara bu bağlamda büyük yük düşmektedir. Özellikle töreye dayalı trajedilerin yaşandığı Doğu ve Güneydoğu bölgelerimizdeki sorumlular (anne-babalar ya da geleneksel önderler) işi töreye havale ederek üzerlerinden yükü atmaktadırlar. Yani töre, kapsamlı bir eğitim yapmadan toplumsal düzenin temel ilkelerinin devamını sağlama yolu olarak yürürlüktedir.

Türkiye'nin batısı, en azından görünüşte de olsa açık toplum haline gelmiştir. Fakat yukarıda bahsedilen "sosyal düzeni ve toplumsal ahlakı koruma" işi yine yukarıda belirtildiği şekliyle gerçekleştirilebilmiş midir? Hayır… Nitekim sorumlular üzerine düşeni yapmadığı için, içine düştüğümüz yozlaşma çukurunun içinde debelenip durmaktayız. Gerçi batı bölgelerimizde töre tümüyle ortadan kalkmış değildir. Ancak ahlak alanındaki töreler deyim yerindeyse iptal olmuştur. Acaba bu "töre" denilen şey, ahlak alanında, açık toplum olma sürecinde varlığını sürdürseydi, şimdi yaşadığımız çöküş gerçekleşmez miydi? Bu soruya da olumlu cevap vermek mümkün görünmemektedir. Açık toplum yapısı, törelerin yaptırım gücünü aynı şekilde sürdürmesine engeldir. Yaptırım niteliği taşıyan kurallar, uygun toplumsal yapılarda rollerini ve fonksiyonlarını icra edebilir.
***
Açık toplum ortamında, kapalı toplumdaki kurallarla yaşanamaz. Sosyal düzeni ve değerleri koruyacak kurallar yeniden üretilmelidir. Görünen o ki, Doğu ve Güneydoğu'da aşiret yapısı çöktükçe, ahlak ve kişilik eğitiminin zafiyeti, yeni ahlaksız fiillere kapı aralayacak… O zaman dağa taşa mezar mı kazılacak? Dolayısıyla bu bölgelerde liderliğe soyunanlar, önce bu soruna bakışlarını çevirmelidir.

Diğer yandan bu çarpık töre uygulamaları, yanlışı düzeltme ve bilinci geliştirme amacıyla değil, bu trajik eylemlerden hareketle kültürel değerlerin yaptırım gücüne bir suikast düzenleme amaçlı olarak basına taşınmaktadır. Yani "töre" üzerinden kültürün özellikle ahlak değerlerine yumruk sallandığı görülmektedir. Başka bir deyişle, iş, ilkelerin yaptırım gücünü yok edecek şekilde magazinleştirilmektedir. Bu telkin ortamı sürdükçe, "kültür, örf, adet ve gelenek" denince insanların aklına sadece çarpık töre uygulamaları gelmektedir.

Töreye ilişkin yorumlar, kültürel değerlerdeki, özellikle de ahlak alanındaki kesin ilkelerin ve emir kipinin etkisini hafifletmektedir. Artık içeriği insanlık dışı hale gelmiş olan "töre uygulamaları"yla gerçekten var olması gereken töre ayırımı yapılmayıp genel anlamda töre kötülendikçe, bu kültür formu "sevimsiz" olarak; töre kavramı alaya alındıkça da "vıcık vıcık" bir form olarak algılanmaktadır.

Kültür değerleri veya onların gelenek, görenek, adet ya da örf/töre şeklinde kategorileşmiş biçimleri ne alay konusu yapılmalı, ne de bireyin tepesine asılmış kılıç bir kılıç olarak gösterilmelidir. Bir kültür dünyasına yapılacak en büyük ihanet ve kötülük, onların bu şekilde tanıtılmasıdır.

Töre Nedir Ne Değildir?

22.12.2006 12:55 tarihinde eklendi, 571 kişi tarafından okundu.
Konu: Töre Nedir Ne Değildir?

TÖRE EDEBİYATI
Televizyon ve gazetelerde sürekli töre ile ilgili haberler okuyoruz. İnsanların çıkarı veya cahilliliği ile yaptıkları her tür kötü haberi " Töre Cinayetiolarak verip, bu kötü olayları töre diye benimsetilmeye çalışılıyor. Bazı cahil kafalar da " bu töreymiş " diye kendi sosyal hayatında uyguluyor. Bu tip kötü olayların töre ile ilgilisi olmadığını, sadece çıkar ve cehaletten ibaret oluduğunu vurgulamamız gerekir. Bir Töre edebiyatıdır gidiyor.
Önce törenin tanıma bakalım: " Bir toplulukta benimsenmiş, yerleşmiş davranış ve yaşama biçimlerinin, kuralların, göre¬nek ve geleneklerin, ortaklaşa alışkanlıkların, tu¬tulan yolların bütünü, âdet". Başka bir tanıma göre de " Bir toplumdaki ahlaki davranış biçimleri, adaptır.
Törenin tanımı bu şekilde doğru aldığımıza göre, cehalet veya şahsi çıkarlarla " Töre böyle emrediyordiye yanlış sunulan cinayet ve davranışların önüne geçmek gerekir. Bir kere törenin kanuna, dini ve milli değerlere dayanması gerekir. Kanuna, dini ve milli değerlere uygun olmayan hiçbir şey töre olamaz.
Örnek vermek gerekirse, 14 yaşındaki bir kızı, 60 yaşındaki bir adamla evlendirmeye töre diyemeyiz. Resmen kızını başlık parası adı altında para karşılığı vermektedir. Bir aile kızını istemediği biriyle zorla evlendiriyor. Bu dinen veya kanunen nikah bile sayılmaz. Çünkü zorlama vardır. Bu da töreye uygun bir durum değildir. Ama cehalet ve insanların çıkarları, malesef istedikleri şeyleri töre diye kabule zorluyor. Kadın dövmeyi nasıl töre diye kabul ettirebilirsiniz? Bilakis acizliğin bir ifadesidir. Ağalık sistemi de böyledir. Dinimizde ve milli değerlerimizde " Kula kulluk olmadığına görenasıl ağalık töre olabilir?
Devletin, medyanın ve eğitim kurumlarının töre konusunu iyi vurgulamalıdır. Cehalletten ve insanların çıkarlarından meydana gelen olayların önüne ancak böyle geçilir. Roman, hikaye ve yazılarda töre konusu işlenirken de, bu duruma dikkat edilmelidir.
(Bu yazı Anayurt Gazetesinde pazar günü yayınlanacak olan EDEBİYAT DÜNYASI adlı köşe yazımdan alınmıştır)
Sizin görüşlerinizi de merak ediyorum :

Kullanıcı İmzası:
1961’ de Nevşehir’in Hacıbektaş İlçesi A.Barak Köyünde doğdu. İlkokulu köyünde,orta ve ticaret lisesini Kırşehir’de bitirdi. 2 yıl kur’an kursunda ve 3 yıl (Berlin) Almanya’da öğrenim gördü. Ankara Üniversitesi,Dil ve Tarih- Coğrafya Fakültesi,Eski Türk Edebiyatı Bölümü 3.Sınıftan ayrıldı. Fakülte yıllarında DTCF’nin felsefe,psikoloji,sosyoloji ve tarih derslerine fahri olarak devam etti. Asker dönüşü Anadolu Üniversitesi,İktisat Fakültesi, 4 yıllık iktisat bölümünden mezun olan Ali GÜNDÜZ, Almanca ve Arapça bilmektedir. Evli ve 2 çocuk babası olan Ali GÜNDÜZ, İslami ilimlerden edebiyata, felsefeden ekonomiye kadar çeşitli alanlarda kendini yetiştirdi. Sabah, Ufuk,Türkiye,Zafer İslamın Gazetesi, Anayurt Gazetesi ve Ahi Edebiyatı dergisi ile 20’ye yakın gazete ve dergilerde başyazı, makale,roman,şiir ve fıkraları yayınlandı. Çeşitli gazete ve dergilerde müdürlük ve sanat yönetmenliği yaptı. 1980 sonrası oligarşik ve ekonomik baskılara tepki olarak yayın hayatından çekildi. 3 yıl ücretli öğretmenlik yapan Ali GÜNDÜZ halen Mamak İlçe Milli Eğitim Müdürlüğünde yöneticilik yapmaktadır.Şairimiz ilesam üyesidir.Yeni kurulan SİVRİ KALEMLER şiir,edebiyat ve kültür derneğinin kurucusudur. 13 üncü kitabı olan “Hasret “ şiir kitabı ile sanat hayatına tekrar dönüş yapan Ali GÜNDÜZ’ ün en büyük ideali sermaye temin ederek, yeni bir ekip ile sanat -edebiyat ve hikmet dergisi Uyanış’ ı çıkarmaktır. Şairimiz Anayurt Gazetesinde pazar günleri EDEBİYAT DÜNYASI adı ile yazı yazmaktadır. anayurtgazetesi.com şair,GÜNDÜZ KİTABEVİ YAYINLARI editörlüğünü de yapmaktadır. gunduzkitabevi.com.tr Bize danışmadan kitap çıkarmayınız. Ali GÜNDÜZ, pazar günleri Edebiyat Dünyası köşesi ile Anayurt Gazetesinde... GÜNDÜZ KİTABEVİ – SAHAF- YAYINEVİ Demet7.Sokak no:7/b Y.MAH.ANK.03123465457 Şirket : Talatpaşa Bulvarı Çifteler Sk 7/A Doğumevi yanı cebeci/Hamamönü/Ank. 0312 3630994 Web : gunduzkitabevi.com.tr





Töre nedir?

Töre Üstüne

Bir Genel Düşünce


Toplumsal ve örgütsel varlık olarak biz insan­ları biçimleyen, bizleri nitelendiren içinde bulun­duğumuz sosyal yaşam koşullarıdır. Bu sosyal yaşam koşullarıyla doğrudan bağıntılı olarak bes­lenen kendimize özgü davranışlarımızı dışavurarak adına “yaşam” dediğimiz kavramı gerçekleştiririz. Bu yaşamımız, şeylerin (her şeyi kastediyorum) bizim için ne ifade ettiklerinin toplamıdır. Örneğin benim için “A” ifade eden bir şey, bir başkası için “B”, bir başkası için de “C” ifade edebilmektedir ve ben, benim için ne ifade ettiğini yansıtırım. Bu, bizim özel yaşamımızdır. Özel yaşamlarımızın toplamı ise, toplumsal yaşamı oluşturur.


Ünlü Alman filozofu Hegel, “Sarayda başka düşünülür, kulübede başka” derken aslında top­lumsal farklılaşmaya ve onun getirdikleri olan bu farklı anlayışlara dikkat çekiyordu. Bu ifade / anla­yış biçimleri “dış dünyaya” bizim somut davranış­larımız olarak yansır.


Toplumun yazılı olmayan yasalarının önemli bir bölümünü içeren töre, kültürün (Bkz. Kültür Nedir? isimli yazım) spesifik formlarından biri ola­rak her ülkede (kimi benzerlikler ve bazı aynılıklar olsa da) farklıdırlar. Aynı kültürel etkileşimde / değişimde olduğu gibi töresel etkileşimlerde / de­ğişimlerde de esas olarak birebir bir takip söz konu­su olamaz. Bu gibi özgül durumlarda kesin olarak “basitten karmaşığa” yolu izlenir...


İlkel Komünal Toplum döneminde oluşan ve insanlıkla birlikte yok olacak olan töre (doğrusu ve yanlışıyla, fazlası ve eksiğiyle), insanların başta toplumsal olaylar ve ilişkiler olmak üzere bireyle­rin birbirlerine karşı (isteyerek veya istemeyerek) izlemek zorunda oldukları davranışları yönlendiren sosyal bilinçlerden biri olarak yerini sağlama al­mıştır.


Töre cinayetlerine ya da dini nitelik taşıyan recm cinayetlerine istediğimiz kadar karşı çıkalım; bu karşı çıkış “bizim doğrumuz”dur; bunu uygula­yan ve uygulatanlar için doğru olan, “insan ve tanrı yararına” (!!) olan o cinayetlerdir.


İyi de nedir bu töre?

İşte törenin tanımlamalarından birkaç örnek:


“1 . Bir toplulukta benimsenmiş, yerleşmiş davranış ve yaşama biçimlerinin, kuralların, göre­nek ve geleneklerin, ortaklaşa alışkanlıkların, tu­tulan yolların bütünü, âdet:

2 . Bir toplumdaki ahlaki davranış biçimleri, adap.”


Törebilim ne demektir?

“Yarar, iyi, kötü vb. sorunları inceleyen, töre ile ilgili bir davranış yasası geliştirilen, neyin uğ­runda savaşılmaya değer, yaşama neyin anlam ka­zandırdığı, hangi davranışın iyi ve hangisinin kötü olduğu gibi sorunları kendine konu edinen bilim, ahlak bilimi, ilmiahlak, ahlakiyat, etik.”




Prof. Ünsal Oskay ise şöyle tanımlıyor:

“Töre, denenmiş belli bir hayat biçiminin iş­leyişini sağlamak için, geleneğin geçerli olduğu anlaşılmış kurallarını haklaştıran bir türü. Töre, değişmenin yavaş olduğu topluluğun ve o toplu­luğu kuşatan dış dünyayla ilişkilerinin muhafaza edilmesi için, içeride kutsanması gereken bir ma­nevi değerler manzumesini taşır. Bu, karı-koca ilişkisini kuşatan kayınvalide, kayınpeder, dayılar, amcalar, vs arasında olur çünkü, modern kapitalist dönemden önceki tüm maddi ve manevi değerlerin üretimini denetleyip gerçekleştiren en asli organi­zasyon biçimi hanedir.”

Bakınız: http://www.milliyet.com/2004/03/07/sanat/san07.html

Bu da bir başka tanımlama:


“İnsanların şu ya da bu alandaki yaşayış tarz­larını düzenleyen, çok uzun bir zamandan beri yerleşmiş bulunan değişmez davranış kuralları (Örneğin bir konuğun ağırlanması, evlenme, bay­ram şenlikleri, vb.). Töreler bir halkın tarihi, eko­nomik aktivite, doğal iklim koşulları, sosyal pozis­yon,. Dinsel görüşler, vs. tarafından etkilendirilir­ler. Sosyalist toplum kendi öz törelerini forme eder ve bazı eski töreleri korur. Geçmişin bütün töreleri ilerici olamaz. Sosyalist toplum, örneğin, feoda­lizm döneminde doğmuş olan, kadınların onurunu kırıcı törelerle mücadele etmek zorundadır. Töre bir sosyal alışkanlık gücüne sahiptir ve insanların davranışını etkiler. Sosyal bir karakter taşıdıklarına göre töreler sosyal bir evrime uğrarlar.”


Bakınız: M. Roshental, Felsefe Sözlüğü

Zaman verilmese de, belli bir tarihsel geçmişe sahip olma zorunluluğu çok açık belirtiliyor. Bir anlayışın, bur uygulamanın “töre” olabilmesi için geçerli bir zaman dilimidir bu... Bu zamanın ne kadar zaman olması gerektiği sorusunun yanıtını törebilimcilere bırakıp sohbetimize devam edelim:


Bizim gibi yarı sömürge, yarı-feodal bir nite­liğe sahip ülkelerin toplumlarında uygulanan töre­lerde bir çok şeyin yanı sıra ön plana çıkan birkaç konu var:


1. Cinsellikle ilgili töreler (fuhuş, nikahsız evlilik ve çocuk, zorla evlendirme, miras, vb.),

2. Yönetimle ilgili töreler ( Aşiret, dini veya siyasi örgütlenmeler ya da kısaca mülkiyetin ve beraberinde olanların yönetimi)

3. Ataerkillikle ilgili töreler

4. Kan davası, vb.vb...


Kuşkusuz bu maddeleri çoğaltabiliriz.


“Törelerimize sahip çıkalım”, “bizim töremiz bunu emretmez”, “törelerimize göre...”


Bu şiarları da istediğimiz kadar çoğaltabiliriz törelerimize sahip çıkma adına.. Ama tanımlama­lardan ve doğrudan pratik yaşamımızdan da anla­şılacağı üzere her töre iyi değildir. İyi olanlarla iyi olmayanlar arasında bir ayraç kullanmamız şarttır, çünkü töre genel bir kavramdır ve içinde irili ufaklı binlerce alışkanlık barındırır.


Bir başka ulusun erkeklerinin etek giymesi nasıl ki bizde “tuhaf” karşılanıyorsa örneğin bizim de gidip evliya oldukları söylenen kişilere ait me­zarlıklarda ya da yolun kenarındaki her hangi bir ağacı “dilek ağacı” haline çevirmemiz Suudi Ara­bistan halkınca “tuhaf” karşılanmakta ve “mezara tapanlar” olarak nitelemektedirler.


Her olgu, her davranış, her alışkanlık sadece ve sadece kendi zaman ve mekanı içinde yorum­lanmalı, öyle değerlendirilmelidir.


İlk paragrafımda da belirtmeye çalıştığım gibi aynı şey benim için “A” ifade ederken bir başkası için “B” ifade ettiğinden ve bunlar “bizim için doğru” olduğundan ne etek giyenler küçümsenebi­lir, ne de evliya mezarlarından medet uman bilinç­siz halk küçümsenebilir.. Küçümsemek, yapılan ilk büyük töresel yanlıştır. Ayrıca, şu an için doğru olan bir şey, bir başka zaman dilimi içinde tama­men yanlış hale de gelebilmektedir. Küçümsemek yerine dilimizin döndüğünce bu insanlara örneğin bir mezarlığın ya da çeşitli renklerde bez bağlanan “dilek ağacı”nın bizlere yardımcı olamayacağını, onun yerine bilimi kullanmamız gerektiğini anla­malı / anlatmalıyız.



20 Ekim 2005


http://www.siirevim.com/forum/f-52

ABde ve Türkiyede Kadının Sorunları Aynı

ABde ve Türkiyede Kadının Sorunları Aynı

Ka-Derin düzenlediği Türkiye ve ABde Kadınlar: Ortak Bir Anlayışa Doğru konulu uluslararası sempozyumda katılımcılar, kadının kadın olmaktan kaynaklanan sorunlarını tartıştılar; kadınlar arası dayanışmayı güçlendirmenin yollarını aradılar.

BİA Haber Merkezi - İstanbul

13 Eylül 2004, Pazartesi

Kadın Adayları Destekleme ve Eğitme Derneği'nin (Ka-Der) düzenlediği "Türkiye ve Avrupa Birliği'nde (AB) Kadınlar: Ortak Bir Anlayışa Doğru" konulu uluslararası sempozyum, Türkiye'den, AB'ye üye ve aday ülkelerden sivil toplum örgütü temsilcilerini, bürokrat, politikacı, araştırmacı, gazeteci ve yazarları biraraya getirdi.

Eczacıbaşı Topluluğu'nun girişimi ve sponsorluğunda düzenlenen sempozyum, Türkiye'nin AB ile müzakerelere başlaması sürecinde önemli tartışma konularından birisi olan "kadın sorunu"nu evrensel bir platformda tartışmayı hedefliyordu.

Boğaziçi Üniversitesi'nde gerçekleştirilen sempozyumun çıkış noktasını, İstanbul Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Siyaset Bilimi Anabilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Fatmagül Berktay editörlüğünde hazırlanan "Türkiye'de ve AB'de Kadının Konumu: Kazanımlar, Sorunlar, Umutlar" başlıklı çalışma oluşturdu.

Dicleli: "Kadın sorunu" Avrupa'da da sürüyor

Sempozyumun açılış konuşmalarını Ka-Der Genel Başkanı Ayşe Bilge Dicleli, Eczacıbaşı Holding Yönetim Kurulu Başkanı Bülent Eczacıbaşı ve Kadından Sorumlu Devlet Bakanı Güldal Akşit yaptı.

Dicleli konuşmasında Avrupa Birliği (AB) ülkelerinde de "kadın sorunu"nun varlığını koruduğunu söyledi:

"Elde edilen pek çok başarıya karşın, Avrupa Birliği (AB) ülkelerinde de 'kadın sorunu' varlığını koruyor. Avrupa'da kadınlar, yaşamlarını kolaylaştırmak ve yasalarda olsa bile, günlük hayatta uygulanmayan eşitlik anlayışını yerleştirmek için tıpkı bizim gibi ilginç mücadele, müdahale ve bilgilendirme yöntemleri uyguluyor."

Son iki yıldır AB üyeliğinin Türkiye kadınına getireceği olumlu etkiler ve AB'de kadın haklarının durumu konusunda çalışmalar yaptıklarını hatırlatan Dicleli, sempozyumun yola çıkış noktalarını anlatırken, amaçlarını da şöyle özetledi:

"Bu sempozyumu düzenlemekle, karşılıklı bilgi alışverişinde bulunarak, bu alandaki deneyimlerimizi paylaşmak, onlardan güç almak, onlara güç katmak, kısacası aramızdaki dayanışmayı güçlendirmek istedik."

Paneller, sunumlar

Ka-Der'in ilk başkanı siyasal bilimci-yazar Şirin Tekeli'nin "Türkiye'de Kadın Hareketi"ni aktardığı konuşmanın ardından, Prof. Berktay, "Türkiye'de ve AB'de Kadının Konumu: Kazanımlar, Sorunlar, Umutlar" başlığını taşıyan çalışmayı katılımcılara anlattı.

Sempozyumun ana oturum bölümünde, Avrupa Kadın Lobisi Başkanı Lydia la Riviere-Zijdel ve İsveç Eşit Fırsatlar Ombudsmanı Claes Borgström'ün de katılımıyla "Türkiye'de ve AB'de Kadınlar" konulu bir panel düzenlendi.

Moderatörlüğünü Prof. Dr. Fatmagül Berktay'ın yaptığı panelde, Türkiye ile AB üye ve aday ülkelerinde kadının konumu tartışıldı.

Panele, BM Kadına Karşı Ayrımcılığın Önlenmesi Sözleşmesi Komitesi Başkanı ve ODTÜ İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi Bölümü öğretim üyesi Prof. Dr. Feride Acar, BM İnsan Hakları Komisyonu Kadına Yönelik Şiddet Özel Raportörü ve ODTÜ Sosyoloji Bölümü öğretim üyesi Prof. Dr. Yakın Ertürk ve Ankara Üniversitesi Kadın Çalışmaları Anabilim Dalı Öğretim Görevlisi Dr. Selma Acuner katıldı.

Tartışmalar

Sempozyumun öğleden sonra yapılan serbest tartışma bölümünde ise, Türkiye'den, AB'ye üye ve aday ülkelerden katılımcılar fikir, deneyim ve önerilerini paylaştılar.

Tartışmalar, "Kadın-erkek eşitliğinin izlenmesi ve denetlenmesi", "Demokrasilerde yeni katılım mekanizmaları" ve "Kültürlerarası dayanışmanın sağlanması" başlıklı üç ayrı oturum halinde yapıldı.

Bu oturumlara katılan konuşmacılar arasında, Avrupa Parlamentosu Üyesi Barones Emma Nicholson Winterbourn, Avrupa Komisyonu Genişlemeden Sorumlu Genel Müdürlüğü Ana Koordinatörü Angela Marques De-Athayde, Türk Parlamenterler Birliği Kadın-Erkek Eşitliği Danışma Komisyonu Başkanı Gönül Saray, İsveç Şiddet Mağdurlarını Destekleme Kurumu'ndan Gudrun Nordborg, Diyarbakır KAMER Başkanı Nebahat Akkoç, Uçan Süpürge'den Prof. Dr. Yıldız Ecevit, Finlandiya Parlamentosu Yeşiller Partisi Üyesi Ulla Anttila ve Şanlıurfa Baro Başkanı Ferda Güllüoğlu gibi isimler yer aldı. (BB/EÜ)


http://www.bianet.org/bianet/kategori/kadin/43749/abde-ve-turkiyede-kadinin-sorunlari-ayni

Kızının 13 yaşındaki arkadaşına tecavüz etti

Kızının 13 yaşındaki arkadaşına tecavüz etti

Arkadaşının Babasının Tecavüz ettiği Ö.D’yi, tecavüzün ardından arkadaşı sakinleştirdi

16 Şubat 2007, Karaman'da 13 yaşında ilköğretim okulu öğrencisi, kız arkadaşının babasının tecavüzüne uğradığını iddia etti. Zanlı Osman K. çıkarıldığı mahkemece cinsel istismar, tecavüz ve küçük yaşta kızı alıkoymak suçlamalarıyla tutuklandı.


Karaman'da ilköğretim okulu öğrencisi 13 yaşındaki Ö.D. ve ailesinin şikayeti üzerine, Ö.D'ye tecavüz ettiği öne sürülen Osman K. (41) gözaltına alındı. Osman K. çıkarıldığı mahkemece tutuklandı.

Ö.D, yaptığı açıklamada, geçen ekim ayında komşuları ve aynı zamanda okuldan kız arkadaşı olan A.K'nin doğum gününü kutlamak için evlerine gittiğinde, arkadaşının babası Osman K. ile tanıştığını söyledi.

Arkadaşının babasının, çok önemli bir şey söyleyeceğini belirterek kendisinden ertesi gün yalnız olarak iş yerine gelmesini istediğini belirten Ö.D. kendisini çok iyi karşılayan Osman K'nın teklifi üzerine birlikte otomobille gezdiklerini anlattı.

HAPLA UYUTARAK TECAVÜZ ETTİ İDDİASI

Kendisinden sık sık hoşlandığını söyleyen Osman K. ile bu tarihten sonra buluşmaya devam ettiklerini ifade eden Ö.D. şunları söyledi:

“Bir gün yine gezmeye gittiğimizde bana ne olduğunu bilmediğim haplardan vererek canım sıkıldığımda bunlardan içmemi istedi. Onun isteği üzerine sarma sigaralardan da içtim. Bir akşam Osman K'nin arkadaşının iş yerinde kaldık ve başım ağrıdığı için bana daha önce verdiği haplardan içtim. Uyuyakalmışım. Kendime geldiğimde yatakta çıplaktım. Osman K. da yanımda yatıyordu. Benimle ilişkiye girdiğini anlayarak ağlamaya başladım. Bana ağlamamamı, karısından boşanıp benimle evleneceğini söyledi.”

OKULDA MEMUR ODASINDA ARKADAŞLIK TEKLİFİ İDDİASI

Osman K'nin bir esnaf arkadaşıyla birlikte okuluna gelerek kendisini okul memurunun odasına çağırttığını da öne süren Ö.D, “Bir kız arkadaşımı, yanında getirdiği esnaf arkadaşı ile tanıştırmamı ve aracılık yapmamı istedi. Ben de arkadaşımın bunu asla kabul etmeyeceğini söyledim. Bütün bu konuşmalarımızı memur da duydu” diye konuştu.

Çocukça duygular içinde arkadaşının babası Osman K'ye kandığını ve daha sonra durumundan şüphelenerek kendisini sıkıştıran ailesine her şeyi anlattığını ifade eden Ö.D. “Bana yaklaştığında ilgiye ihtiyacım vardı. Bundan yararlandı. İş ilerleyince korkudan bir şey söyleyemedim. Fakat bu olay ortaya çıktıktan sonra ailem bana sahip çıktı. Şimdi artık sadece okulumu düşünüyorum, yaşadıklarımı unutmak istiyorum” diye konuştu.

“YAKINLARI BİZİ TEHDİT EDİYOR”

Ö.D'nin annesi A.D. kızının sık sık ortadan kaybolduğunu ve bir süre sonra eve döndüğünü belirterek, “Karakola başvurdum. Osman K'den şüpheleniyordum. Kızım kaybolup eve geldiğinde kendinden geçmiş vaziyette oluyordu. Bize bir şey söylemiyordu. En sonunda Osman K'nin kendisini kandırarak ilişkiye girdiğini söyledi. Ben de savcılığa başvurdum” dedi.

Osman K'nin verdiği hapları kızının çantasında bulduklarını ve bunları da savcılığa teslim ettiğini anlatan Anne A.D, şunları kaydetti:

“Şimdi deliller toplanıyor. Şikayetçi olduğumuz için Osman K'nın yakınları bizi tehdit ediyor. Tehdit edildiğimizi de dilekçeyle savcılığa bildirdim. Tedirginlik içerisindeyiz. Çocuklarıma bir kötülük yapılmasından korkuyorum. Fakat ne olursa olsun ben bu davanın peşini bırakmayacağım.”

Grafik Saati

http://www.grafiksaati.com/Neler%20Oluyor%20Bize%20Haberleri/kizinin_13_yasindaki_arkadasina_tecavuz_etti.htm

Kadın satılıyor diye ev yaktılar

Kadın satılıyor diye ev yaktılar

22 Mayıs 2007- Yozgat’ın Sorgun İlçesi’nde galeyana gelen kalabalık bir grup, "kadın satıcılığı" ile suçladığı kişilere ait bir otomobil ile 4 evi ateşe verdi. Bu evlerde oturan kişilerin polise sığındıkları şüphesiyle İlçe Emniyet Müdürlüğü önünde toplanan öfkeli kalabalık, bir süre sonra ikna edilerek dağıldı. İlçede olaylar önceki gün saat 17.00 sıralarında kadın ticareti yaptığı ileri sürülen bir kişinin, alkollü bir şekilde çevredekilere küfür etmesiyle başladı. Bir anda çığ gibi büyüyen ve çoğunluğunu gençlerin oluşturduğu öfkeli kalabalık kadın satıcılarına ait olan bir otomobili ateşe verdi.

Sayıları bir süre sonra 2 bine yaklaşan kalabalık Agah Efendi ve Yenidoğan mahallelerinde fuhuş yapıldığı öne sürülen 4 eve taş ve sopalarla saldırdı. Bu evlerden av tüfeği ile açılan ateş sonucu, 6 kişi yaralandı. Evlerde oturanlar kaçtı. Kalabalık, biri 2 katlı 4 evi ateşe verdi. Yangını söndürmeye gelen itfaiye ekipleri engellendi. Grup, daha sonra sonra kadın satıcılarının polise sığındığı düşüncesiyle İlçe Emniyet Müdürlüğü binası önünde toplanıp bu kişilerin kendilerine verilmesini istedi. İçlerinden 2 kişi binaya girip, içeride kimsenin bulunmadığını söyleyince kalabalık saat 22.00 sıralarında dağıldı. Gözaltına alınan 33 kişiden 9’u tutuklandı.

YOZGAT SORGUN'DA GERGİNLİK DÜN DE SÜRDÜ

Olaylı geceden sonra Sorgun’da dün de öğlen saatlerinde büyük bölümü gençlerden oluşan yaklaşık 1000 kişilik grup, E- 88 Karayolu’nu trafiğe kapatıp, eylemde bulundu. Karayolunda bir kilometre boyunca polislerle birlikte yürüyen topluluk, İstiklâl Marşı okuyup, slogan attı. Bazı kişilerin polise sataşması üzerine arbede çıktı. Polisler bunun üzerine göz yaşartıcı bomba ve biber gazı sıktı. Grup mahalle aralarına kaçtı.

**********************************************

Takviye ekip sevk edildi

İlçede olayların tırmandığı saatlerde Yozgat merkez ile çevre iller Kırıkkale, Kayseri, Sivas ve Çorum’dan istenen takviye Emniyet güçleri gece yarısından itibaren gelmeye başladı. Kayseri Emniyet Müdürlüğü’nden takviye ekipleri taşıyan bir otobüsün camlarının kırık olması dikkati çekti. Olayların bastırılması için jandarmada polise destek verdi. Takviye ekiplerin gelmesiyle öncelikle İlçe Emniyet Müdürlüğü çevresinde önlemler artırılırken, güvenlik güçleri gece boyunca cadde ve sokaklarda devriye gezdi. İlçede sakin bir gece yaşandı.

Failler yakalandı

YOZGAT Valisi Amir Çiçek, olayların büyümesine neden olan provokatörlerin yakalandığını belirterek, “Yanan evler hemen söndürüldü. Olay sönmüştür, failleri yakalanmıştır” diye konuştu. Olayları bastırmak için Sorgun Belediye Başkanı Ahmet Şimşek ile Jandarma Alay Komutanı Kıdemli Albay Sezai Akgün de büyük gayret gösterdi.

Seyfettin METE / YOZGAT Akşam Gazetesi


M. SAK'IN ANNESİNDEN İTİRAF GİBİ İFADE

M. SAK'IN ANNESİNDEN İTİRAF GİBİ İFADE

Anne Anne H. S. nin İfadesi Dehşet Verdi...

“M. beyin üzerimizde emeği vardır…”

"M. bey bana da tokat atmıştı"

Mağdur M. S. nın işkence davası başladı. İşkence’ye katkı sağladığı ve göz yumduğu iddiasıyla yargılanan Mağdur M.’in annesi H. Sak, itiraf gibi ifade verdi.

HS. kızını zincire bağladığını söyledi…
M. K. ın kızının tırnaklarını çektiğini ve işkence yaptığını kabul eden Anne H. S. “M. beyin, bizim üzerimde emekleri vardır ” dedi.
Patronu tarafından aylarca işkenceye maruz kalan Mağdur M. Sak'a işkence yaptıkları iddiasıyla tutuklanan patron M. H. K., anne Anne H. S. ve kardeş A. S., 4'üncü Asliye Ceza Mahkemesi'nde hakim karşısına çıktı. Kıvrık ve A. Sak, soruları yanıtsız bıraktı. Anne Anne H. S. ise kızına yapılan işkenceyi anlattı.

"KIZIMIN M. BEY'LE İLİŞKİSİ VARDI"

Kızı Mağdur M. Sak’a işkence yapıldığını kabul eden, anne Anne H. S. "Kızım kötü yola düşmüştü, pavyonlarda çalışıyordu” dedi. “M. K. nın etkisi altında kalıyorum, ifademi ayrı alın” diyen Anne Anne H. Sak; “kızım; M. K ile sürekli tartışıyorlardı ama tartışmaları patron sekreter tartışmasına benzemiyordu, ilişkileri olduğundan kuşkulanıyordum, varmış” diye konuşmasına devam etti.
Mağdur M., M. H. K. ile olan ilişkisini hep inkar ediyordu dedikten sonra göz yaşlarına boğulan anne H.S; “ben ifade verirken M. K. burada olmasın, söylediklerimi duymasın” sözleri mahkeme heyetince kabul edilmedi.

"BEN ŞEFKATLİ BİR ANAYIM" “Mağdur M., TÜRLÜ İHTİYAÇLARI İÇİN SOKAĞA ÇIKMAK İSTERDİ”

Hakime "Ben şefkatli bir anne olduğunu belirten HS ; kızını suçladı... "Kızım bir gün eve geldiğinde yüzü gözü kan revan içindeydi, kasıklarında, bacaklarında, yaralar vardı. Sorduğumda ‘Anne beni fena yaptılar, kendimi tutamıyorum” dediğini iddia etti.
Kızının pavyonda çalıştığını söyleyen anne Anne H. S; M. Sak’ın, kıskançlık nedeniyle M. H. K. ile aralarının açıldığını belirtti.
“Sürekli tartışıyorlardı. Ben bu durumu kızıma sorduğumda bana, aralarında duygusal bir ilişkinin olmadığını söyledi. Ancak aralarındaki ilişki, patron sekreter gibi veya öğretmen öğrenci gibi değildi. Daha sonra kızım geceleri kaçıp pavyonlara gittiğini, borçlu olduğunu ve senet imzaladığını söyledi. Mağdur M.’in koluna zincir takıp, beraberce söylediği pavyona gittik. Adam bizi kovdu.

"KIZIM CİNSEL İHTİYAÇLARINI DIŞARIDA KARŞILIYORDU"

M.’nın Mağdur M.’i dövdüğünü biliyordum. Ama bunu kızımı kurtarabilmek için yapıyordu. Kızım, cinsel ihtiyaçları geldiğinde, dışarı çıktığını söylerdi M. onu, bu yüzden dövüyordu. O dövdükten sonra beraberce kızımın kanlarını temizler, A.'in söylediği ilaçlarlı yaralarına sürerdik.

"ANNE BENİ ZİNCİRE BAĞLA"
“680 Milyar liram var demişti

Kızının "Anne ben kötü yola düşmek istemiyorum. Beni zincire vur" dediğini ifade eden anne Sak, evdeki kasadan bir kere 10, bir kere de 5 milyar olmak üzere iki defa para çalındığını söyledi.

Kızının sürekli yalan söylediğini belirten Anne H. Sak; Kızım M.; Milli Piyango'dan para çıktığını ve bankada 680 milyar lirası olduğunu söylemişti, parayı çekmek için hemen M. H. Kıvrık ve oğlum bankaya gitti ancak bankada para yoktu. Meğer yalan söylemiş” dedi
Bunun üzerine Kıvrık'ın kızını dövdüğünü söyleyen Sak, Kızı M. nin işkence gördüğünü ve tırnaklarının çekildiğini kabul etti.


Anne H. S.: “Mağdur M. BANA, ANNE BEN İKİ RUHLUYUM SOKAKTA İHTİYACIMI KARŞILAYIP GELİYORUM” DİYORDU

Bana ‘Anne ben iki ruhluyum. Yapacağım şeyi ben 5 dakikada yapıp geliyorum. Cinsel ihtiyaç duyduğumda kendimi zapt edemiyorum’ diyordu. Hatta kızım ile M. Kıvrık arasındaki hissi ilişki, eşiyle arasında zaman zaman tartışma konusu oluyordu” diye konuştu.

“AMA KIVRIK BENİ DE HAFİFÇE DÖVERDİ”


Mahkeme Başkanı Özsoy, anne Anne H. S. “Yani sen kızını döveceğini bildiğin halde çıktın mı evden?” diye sorması üzerine. Anne Sak, “A.'e haber vermeye gittim ben” yanıtını verdi.
Mahkeme Başkanı Faris Özsoy'un, dayak olayı sırasında kimseye neden haber vermediğini ısrarla sorduğu anne Anne H. S., “M. H. Kıvrık'ın hem benim, hem çocukların üzerinde emekleri vardı. Ben ise kızıma bu güne kadar sadece 3 tokat vurdum. O da bana kötü yola düştüğünü söylediği gündü. Mağdur M., bizim bu sırrımızı kimsenin bilmesini istemiyordu.
Anne H. S., Kıvrık'ın kendisini de dövdüğünü belirterek, “6 yıl önce Antalya'ya geldiğimiz günlerde dövdü. Daha sonraları da birkaç defa tekrarlandı ama benim yediğim dayaklar kızım M.'ninki gibi ağır değildi” dedi.

Mağdur M.'NİN İFADESİ ALINACAK

Mustafa Huseyin Kivrik Hatice Meryem Ahmet Sak LiluferKütahya'da bulunan M. Sak, duruşmaya katılmadı. Mağdur M. S.'ı avukatı Yıldız temsil etti. Mağdur M. Sak’ın, daha önce avukatlığını yapan Köseoğlu'nu azlettiği ortaya çıktı.
Mahkeme, tanık olarak dinlenmesi için M. H. Kıvrık'ın eşi L. K. ve kızları K. A. ile Anne H. E. K. nın adresinin tespit edilmesine, Mağdur M. S nin ifadesinin alınmasına, tam teşekküllü bir hastanede vücudundaki yaraların hangi aletle yapıldığına dair rapor istenmesine, Mağdur M. S. nin davalılardan ayrı ayrı şikayetçi olup olmadığının sorulmasına, hangi pavyona gittiğinin araştırılmasına, tanıkların dinlenmesine, sanıkların ise delilleri karartma ihtimaline karşılık tutukluluk hallerinin devamına karar verildi.

TÖRE CİNAYETLERİ AYRINTILI ARAŞTIRMASI

TÖRE CİNAYETLERİ AYRINTILI ARAŞTIRMASI

İstanbul Valiliği'nin verilerine göre, 2006'da il genelinde, sadece polis sorumluluk bölgesinde 25 kadın töre ve namus cinayetine kurban gitti. Yani geçen yıl töre ve namus yüzünden iki haftada bir kadının cenazesi kalktı

Baba Zoruyla Gerdek

Baba Zoruyla Gerdek

Harun IŞIK/PATNOS(Ağrı), 10 Ocak 2007

Ağrı'nın Patnos ilçesinin Doğansu Köyü’nde 23 yaşındaki P.B., amcasının oğlu 25 yaşındaki D.B. ile zorla evlendirilince isyan etti. Düğünlerinin yapıldığı gece gerdeğe girmeden evden kaçan genç kız, Patnos Kaymakamı Nevzat Şengök’e sığındı. Kaymakam Şengök’ün girişimleri sonucu Ağrı Huzurevi’ne yerleştirilen B., babası ve askerdeki kardeşi tarafından ikna edilerek tekrar köyüne götürüldü ve iddiaya göre burada amcasının oğlu ile zorla gerdeğe sokuldu.

Baba Zoruyla Gerdeğe SokulduYine kaçıp yardım isteyen P.B., bu kez adı açıklanmayan bir kadın sığınmaevine yerleştirildi.

Annesini iki yıl önce kaybeden P.B., Gebze’de bulunan akrabalarının yanına gitti. Gebze’den Patnos’un Doğansu Köyü'ne dönen P.B., 16 Aralık 2006 günü iddiaya göre babası A.R.B. tarafından amcasının oğlu D.B. ile zorla evlendirildi.

Düğünlerinin yapıldığı gece gerdeğe girmeden evden kaçan genç kız, Patnos Cumhuriyet Savcısı Bülent Baki’nin yanına giderek zorla evlendirilmek istendiğini ileri sürdü.

Bunun üzerine Cumhuriyet Savcısı Baki, yaşanan töre cinayetlerine bir yenisinin eklenmemesi için genç kızı Kaymakam Nevzat Şengök’e gönderdi.

BABA KAPIYI TUTARAK GERDEĞE SOKTU

Kaymakam Şengök’e makamında durumunu anlatan P.B., bu evliliği istemediğini belirterek devlet koruması altına alınmak istediğini söyledi. Bunun üzerine Kaymakam Nevzat Şengök, P.B. bir kadın polis eşliğinde Ağrı Huzurevi’ne gönderdi. Daha sonra babası A.R.B. Kaymakam Nevzat Şengök’e çıkarak, kızını çok sevdiğini, evine dönmesi halinde onu istemediği kişi ile evlendirmeyeceğini anlattı. Ağrı Huzurevinde kalan kızını ikna ederek Doğansu’ya götüren baba, iddiaya göre askerden izinli gelen oğlu M.B. ile birlikte kapıyı tuttu ve kızını D.B. ile gerdeğe soktu.

Bu gelişmeden sonra evden tekrar kaçan P.B., bu kez Doğansu Jandarma Karakol Komutanlığı'na sığındı. Olayın haber verildiği Kaymakam Nevzat Şengök, yine bir polis eşliğinde genç kızı Ağrı’ya göndererek tekrar Huzurevine yerleştirdi. Daha önceleri birkaç kez evden kaçan ve bir kez de intihara teşebbüs ettiği belirtilen P.B.’yle P.B., Babası A.E.B izin Verince Amca oğlu damat D.B. Tecavüz Ettiilgili soruşturmayı sürdüren Cumhuriyet Savcılığınca mahkemeye sevkedilen, damadın babası A.E.B. ile damat D.B.’yi tutuklandı. Savcılık, Kocaeli’nin Gebze ilçesinde yaşayan P.B.'nin babası A.R.B. ile ağabeyi M.B. hakkında da yakalama emri çıkardı. Gebze’de yaşadığı dönemde bir gence aşık olduğu öne sürülen P.B., Ağrı’dan kadın sığınmaevi olan açıklanmayan bir ile gönderildi.

DEVLET KORUMASINA ALINDI

Patnos Kaymakamı Nevzat Şengök, P'nin başından geçenlerin töre cinayetine dönüşmemesi için devlet koruması altına almaya karar verdiklerini söyedi. Kaymakam Şengök, Ağrı’da sığınmaevi olmadığı için genç kızı önce Yetiştirme Yurdu’na, daha sonra yaşı büyük olduğu için Huzurevine yerleştirdiklerini belirtti. Kaymakam Şengök, “Ama birkaç gün sonra kızın babası yine yanıma geldi. Çok pişman olduğunu, bundan sonra kızına sahip çıkacağını ve istemediği kişi ile evlendirmeyeceğini söyledi. Ben de kıza telefon açarak durumu anlattım. Ancak kız ısrarla babasıyla görüşmek ve eve dönmek istemediğini ifade etti. Şimdi kız, devlet koruması altında” diye konuştu.

Haber: Harun IŞIK, PATNOS, Ağrı


http://www.grafiksaati.com/baba_zoruyla_gerdek.htm