AMORAL.MLL.FI.

4 Şubat 2008 Pazartesi

Cinsellik - Ahlak - Biyoloji

Cinsellik - Ahlak - Biyoloji

Nietzsche, herkesin eşit olarak itaat edeceği evrensel ve mükemmel bir ahlak sistemi olduğu görüşünü reddeder. Ona göre, ahlakı evrensel olarak algılamak bireyler arasındaki temel farklılıkları ihmal etmek demektir. Öte yandan, Nietzsche, bütün insanları karakterize eden tek şeyin "çevreye hükmetme gücü/iktidarı ele geçirme isteği" olduğunu ve bunun insan doğasının merkezinde olduğunu söyler.

Nietzsche'nin bu söylediklerinin ne kadar doğru olduğunu, seksle ilgili ahlak kurallarının kadın ve erkeklerin cinsel davranışlarına uygulanışında görmek mümkündür. Bu ahlak kuralları ve yaptırımlar, her ne kadar toplumdan topluma, kültürden kültüre ve aynı toplum içerisinde bölge ve sınıf farklılıklarına göre değişse de, genelde kadınların girdiği evlilik öncesi veya evlilik harici cinsel ilişkiler negatif olarak görülmekte ve ailenin/kocanın namusunu kirletme olarak nitelendirilmekteyken, erkeklerin aynı davranışları pozitif bir davranışmış gibi çapkınlık olarak görülmektedir. Namus denilen kavram bile öncelikle kadına ait değildir.

Bu yazıda, erkeklerin bu çifte standartları, kadın ve erkekler arasındaki cinsel ilişkiye yaklaşım farklılıkları, erkeklerin eşleri tarafından aldatılmayı önlemek için ahlak kurallarının yaptırımlarının dışında kullandıkları yöntemler, seks satıldığında neden ilk alıcının ezici çoğunluğunun erkekler olduğu, tecavüzlerin neden çoğunlukla erkeklerce işlendiği, eşcinsel ve ensest ilişkilerin neden anormal olarak görüldüğü ele alınacaktır.Bütün bu konulara sosyobiyolojik açıdan yaklaşılacaktır. Buna girişmeden önce sosyobiyoloji ile ilgili kısa bir bilgi vermek faydalı olur. Sosyobiyolojinin babası Wilson, bu bilimi "bütün toplumsal davranışların biyolojik temelinin sistematik olarak incelenmesidir" diye tanımlamaktadır. Sosyobiyoloji, Darwin'in "Türlerin Kökeni" adlı kitabında belirttiği "en güçlünün hayatta kalacağı (neslinin devam edeceği), en zayıfın öleceği (neslinin yok olacağı)" ifadesini toplumsal davranışların en önemli kuralı olarak kabul eder. İnsan ve hayvanların davranışları, onların üreme ile genlerini gelecek kuşağa aktarma şanslarını en yüksek tutacak şekilde genetik olarak yönlendirilmektedir.

Seksin amacı, üreme ile türün neslinin devamlılığını sağlamaktır. Birey açısından ise, kendi taşıdığı genleri yaşatıp gelecek kuşaklara aktaracak ve böylece genlerin ölümsüzlüğünü sağlayacak yavrular üretmektir. Dawkins, canlıların sadece programlanmış hayatta kalma ve genleri gelecek kuşağa aktarma makineleri olduğunu ileri sürmektedir.

Kısacası, evrim kuramına göre, doğadaki bir türün başarısı, üretilen yavru sayısına ve gelecek nesillerde genetik olarak belirlenen karakterlerin/özelliklerin sürekli veya artan oranda temsil edilmesine bağlıdır.

Zinanın Bilimi

Dünyadaki değişik toplum ve kültürlerde kadınların ve erkeklerin cinsel ilişkiye yaklaşımlarındaki farkları ortaya koymak için yapılan araştırmalarda;

- Erkeklerin evlilik dışı ilişkiye girmeye kadınlardan çok daha istekli,

- Erkeklerin değişiklik olsun diye, farklı kadınlarla cinsel ilişkiye girmeye kadınlardan çok daha fazla istekli,

- Kadınların evlilik dışı ilişkiye girme nedenlerinin çoğunlukla evliliklerinde tatmin olamama ve/veya daha uzun süreceğinden emin oldukları yeni bir ilişkiye girme isteği,

- Erkeklerin plansız/tesadüfi (casual) cinsel ilişkilerinde, kadınlara göre çok daha az seçicioldukları ortaya konmuştur.

Bu farklılıkların temelinde, her iki seksin de kendi genlerini gelecek kuşağa aktarma şanslarını en yüksek kılmak için kullandıkları "stratejiler", biyolojik farklılıklar ve üremedeki roller yatmaktadır. Erkeğin bütün hayatı boyunca üretebileceği sperm sayısı milyon çarpı milyon iken kadının üretebileceği yumurta sayısı yaklasık 400 kadardır.

Pratik olarak erkeğin babası olabileceği (kendi genlerini taşıyacak) çocuk sayısı sınırsızdır. Erkeklerde en fazla çocuğa sahip olma rekoru (haremindeki karılarından) 1056 çocuk ile Fas Kralı İsmail'e aittir. Kadınlarda en fazla çocuğa sahip olma rekoru, 19. yy.da Moskova'da yaşamış ve üçüz doğuran bir kadına aittir ve bu rekor ise sadece 69'dur.

Üremede, kadın ve erkek, sperm ve yumurtaları aracılığıyla eşit sayıda gen verirken, üremenin kalan aşamaları kadının vücudunda, değerli gıda ve enerji kaynakları kullanılarak gerçekleşmektedir. Ayrıca, fetüsün gelişme ve büyümesi dokuz ay kadar sürdüğünden, kadının bu dokuz ay içerisinde genini taşıyacak yeni yavru üretmesi olanaksızdır ve doğum sırasında hayatını kaybetme riski de cabasıdır. Özetle, üreme kadının aleyhine dezavantajlar içermektedir.

Kadınların cinsel ilişkiye girmede daha nazlı ve seçici olmalarının nedeni, üremenin getireceği yükten dolayı doğuracağı ve kendi genini taşıyacak yavrunun yaşama şansını en yüksek kılacak gen ve imkânı sağlayabilecek eşi seçebilmek, bir başka deyişle en iyi yatırımı yapabilmektir. Yani, kadınlar için nazlı olmak ve en iyi genetik özellikleri görünceye kadar acele etmemek avantajlıdır.

Öte yandan, üremenin erkeklere olan biyolojik yükü fazla olmadığından, hızlı ve çapkın olmak erkekler için daha yararlıdır. Yani, "kadınları seveceksin sonra da terk edeceksin (love 'em leave 'em)" anlayışı avantajlıdır. Tecavüzlerin ezici çoğunlukla erkeklerce gerçekleştirilmesinin nedenini bu avantaj da görmek mümkündür.İran'da hayat kadınlığı yasaklanmıştır. Bunun yerini "signeh" denilen ve imam nikâhıyla gerçekleşen, bir kaç dakikadan yıllara kadar sürebilen evlilik almıştır. Kadın ve erkek bu tür evliliğe anlaşırken, erkek kadına para vermektedir. Şiiler, Hz. Muhammed'in signeh'i onayladığını ileri sürerken, Sünniler bunu reddetmektedirler. Görüldüğü gibi bu uygulama bile erkeğin genlerini en kolay yolla yaygınlaştırabilmek için dini kurallar içerisinde bulduğu bir yoldur.

Yaklaşık olarak bütün insan topluluklarının 3/4'ü erkeklerin birden fazla eş almasını yasa ve geleneklerle teşvik etmektedir. Tersine, kadının birden fazla kocayla evlenmesi, bütün toplulukların % 1'inde görülmektedir. Örneğin, Tibet ve Tibet'e komşu ülkelerde bir kaç erkek kardeşin bir tek kadınla evlendikleri görülmektedir. Hepsi birlikte yaşamaktadırlar ve kadınla cinsel ilişkiye girmeleri sırayla olmaktadır. Doğan çocuk ise en yaşlı erkek kardeşin dölünden kabul edilmektedir.

Güney Hindistan'ın Nayar toplumunda, eskiden kadınlar serbestçe aynı anda birden fazla sevgili veya kocaya sahip olabiliyordu. Erkekler karılarıyla birlikte yaşamıyorlar ve doğan çocukları kendilerinin olarak görmüyorlardı. Onun yerine kız kardeşlerinin çocuklarının büyütülmesine katkıda bulunuyorlardı. Bunu yaparken, kendi yeğenleriyle en azından 1/4 oranında gen ortaklığı olduğunu "biliyorlardı".Evlilik dışı cinsel ilişki arayan erkek çifte standartlıdır; kendisi başka erkeklerin karıları ile cinsel ilişkiye girmeyi isterken, karısının böyle bir şeyi yapmasına kesinlikle izin vermez. Erkeklerin bu boynuzlanma paranoyalarının da biyolojik bir nedeni vardır. Kadın, doğumu kendisi yaptığı ve yavruyu karnında taşıdığı için doğurduğu yavrunun kendisine ait olduğunu bilir. Oysa erkek bunu bilemediği için bu paranoyaya sahiptir.Erkekler bu biyolojik dezavantajı kendi lehlerine çevirmek için ahlak kurallarının yaptırıcılığının yanında, bazı fiziksel yollar kullanmaktadırlar. Örneğin kadın sünneti denilen uygulama bunlardan bir tanesidir. Bu uygulamada kadınların klitorisleri veya vajinanın harici kısmı kesilerek uzaklaştırılmaktadır. Bunda amaçlanan, kadınların cinsel isteklerini azaltarak "boynuzlanmayı" önlemektir.

Diğer bir uygulama "infibulation"dır. "Infibulation"da, kadının cinsel organı hemen hemen kapanacak şekilde dikilmekte ve böylece kadının cinsel ilişkiye girmesi imkânsızlaşmaktadır. Infibulation'a maruz kalmış kadının cinsel organı doğum için veya doğumun ardından çocuğun sütten kesilmesinden sonra tekrar çocuk yapmak için açılmaktadır.

Kadın sünneti taş devrinde Merkezi Afrika'da başlamış ve oradan Mısır, S. Arabistan, Pakistan, İndonezya, Birleşik Arap Emirliği vb. ülkelere yayılmıştır. Kadın sünneti ve "infibulation" bugün 23 ülkede uygulanmaktadır. Metal namus kemerleri de aynı amaçla kullanılmıştır. Bu metal kemerler, vücuttan atıkların atılmasına izin verecek, fakat cinsel ilişkiyi imkânsızlaştıracak şekilde yapılmaktaydı. Çok yakın zamanlarda bir erkeğin yaptığı uygulama ilginçtir. Bu erkek, karısının cinsel organını her cinsel birleşmenin ardından asma kilitle kilitlemiştir.

Hayvanlarda da benzer uygulamalar vardır. Örneğin, acantohocephalan kurtlarının erkekleri cinsel birleşmenin ardından, bir nevi çimento tıpa ile dişinin cinsel organını kapatıyor. Pek çok türde görülen bu çimento tıpanın iki işlevi var. Birincisi, cinsel birleşmenin ardından spermin dışarı sızmasını önleyerek döllenme şansını artırıyor. İkinci olarak ise, başka bir erkeğin aynı dişiyle cinsel birleşmeye girmesini önlüyor.

Erkeğin uyguladığı bütün bu yöntemlere rağmen çocuğun gerçek biyolojik babası olduğundan emin olamadığı zamanlarda, başvurduğu en son uygulamanın cinayet olduğu görülüyor. Amerikan şehirlerinde ve diğer ülkelerde yapılan araştırmalardan çıkan sonuçlar, cinsel kıskançlığın en yaygın cinayet nedeni olduğunu gösteriyor. Genellikle cinayeti işleyen koca, kurban ise zina yapan kadın ve aşığıdır. ABD ve İngiltere'deki savcılar, hâkimler ve jüriler, kocanın zina işleyen karısını veya aşığını öldürmesini en hafif şekilde cezalandırmakta veya tamamen beraat ettirmektedirler.

Son zamanlara kadar, İbrani, Mısır, Roman, Aztek, İslam, Afrika, Çin, Japon yasalarının hepsi, evli erkeğin çocuklarının gerçek biyolojik babası olmalarını sağlayacak yöndedir. Bu yasalar zinayı, zina yapan kadının evlilik durumuna göre (zina yapan erkeğin evlilik durumu göz önüne alınmaksızın) tanımlarlar.

Evli bir kadının yaptığı zina, kocasına karşı işlenmiş bir suç olarak görülmektedir ve koca, şiddet içeren saldırılar veya karısı için ödediği başlık parasının iadesiyle birlikte boşanmaya kadar haklara sahiptir. Evli bir erkeğin yaptığı karısına karşı işlenmiş bir suç olarak addedilmemektedir; bunun yerine, zina yaptığı kadın evli ise, bu onun kocasına karşı işlenmiş bir suç, kadın evli değilse babası veya erkek kardeşlerine karşı (çünkü kadının olası evlilik için değeri düşmüştür) işlenmiş bir suç olarak görülmektedir.

Eşcinsellik

Eşcinsellik eski Yunan medeniyetinde cinsel içgüdünün doğal ifadesi olarak kabul edilmenin yanında, heteroseksüel aşktan daha içten ve hassas olarak görülüp övülmekteydi. Romalılar arasında açık ve yaygın olarak görülmekteydi. Tarihin meşhur homoseksüel ve biseksüelleri arasında Sokrates, Platon, Sappho, Pindar, Büyük İskender, Virgil, Catullus, Julius Sezar gibileri vardı.

Eşcinsellik tek tanrılı ve peygamberli dinlerin hepsinde yasaklanmış ve böyle ilişkiye girenler ağır cezalara çarptırılmıştır. Örneğin, Tevrat bu konuda "Bir erkek diğer bir erkekle, kadınla yattığı gibi yatarsa, her iki erkek de günah (abomination) işlemiş olur; her ikisi de kanları üzerlerine akacak şekilde öldürülmelidir.

İncil'de ise "İşte Tanrı onları utanç verici tutkulara teslim etti. Onların kadınları bile doğal ilişkiler yerine doğal olmayanları yeğlediler. Aynı şekilde erkekler de kadınla doğal ilişkilerini bırakıp birbirlerine karşı tutkuyla yanıp tutuştular. Erkekler erkeklerle utanç verici ilişkilere girdiler ve kendi bedenlerinde sapıklıklarına yaraşan karşılığı aldılar (Romalılar 1/26–27)" demektedir.

Yukarıdaki ayette ifade edildiği gibi insanlar eşcinselliğin doğal olup olmadığını ve ortaya çıkmasında nelerin sebep olduğunu uzun süre düşündüler.

Eşcinsel davranışların nedenleri konusunda bilim adamları iki kampa ayrılmışlar. Birinci kampta, eşcinselliğin çevrenin etkisiyle oluştuğunu kabul eden bilim adamları var. İkinci kampta ise, insanların cinsel tercihlerini genlerinin yönlendirdiğini savunanlar var. Fakat her iki grubun da ortaya koyduğu bilimsel bulgular zayıf.

Bazı bilim adamları, erkek ve dişinin her ikisinde de karşı cinsiyete ait gizli özellikler taşındığını ileri sürmektedirler. Bazı hayvanlarla yapılan karşılaştırmalı çalışmalar, evrimin, gerektiğinde bu gizli özelliklerden birisinin "yanlış" cinsiyette ortaya çıkarabileceğini göstermiştir. Benzer şekilde, Freud da insanın doğasında her iki sekse ait özellikler olduğunu söylemektedir.

Bazı eşcinsel aktivistler, kendilerinin eziyet görmelerinin ve bu eziyetin meşrulaştırılmasının nedeni olarak evrim kuramını göstermektedirler. Buna karşılık, Smith, insanlardaki "garip" cinsel ilişkilerin bilimsel olarak henüz anlaşılmadığını, bir bilimsel kuramın (Darwinizm veya bir başkasının) bir insanın "değeri" hakkında hükme varmada kullanılmaması gerektiğini söylüyor.

Evrim kuramına göre, kendi türlerinin devamını sağlayacak cinsel ilişki içerisinde olmadıkları için, eşcinsellerin nesilleri tükenmeye adaydır. Buna göre, evrimin eşcinselleri neden halen yok edemediği sorulmaktadır. Sosyobiyolojinin kurucusu Wilson, eşcinselliğin türün nüfus artışının denetimi açısından faydalı olduğunu söylüyor. Çünkü eşcinseller çocuk üretemeyecekleri için nüfus artışının frenlenmesine katkıda bulunuyorlar. Bu durum farelerde gözlenmiştir. Fareler, aşırı kalabalıklaştıklarında eşcinsel davranış göstermektedirler.

Osmanlı sarayında, haremlik selamlıklarda kadın ve erkeklerin ayrı yerlerde tutulması nedeniyle eşcinselliğin yaygın olduğu ileri sürülmektedir. Morris'in, eşcinselliğin ortaya çıkma nedeni üzerine söyledikleri bunu doğrular görünüyor. Morris, eşcinselliğin ideal seks objesi olmadığı zamanlarda ortaya çıktığını ve bunun pek çok hayvanda gözlendiğini ve hayvanların, canlı olmayan nesnelerle dahi cinsel ilişkiye girdiğini söylemektedir. Ayrıca, hayvanlarla cinsel ilişkiye girmenin düşük oranlarda bile olsa insanlarda da mevcut olduğu bilinmektedir.

Pek çok insan hayvanların yaptıklarına bakarak eşcinselliğin doğal olup olmadığına karar vermenin önemli olduğuna inanır. Fakat eşcinsellik hayvanlar arasında da; boğa, inek, eşek, kedi, keçi, domuz, antilop, fil, maymun, tavşan, aslan, farelerde... gözlenmiştir.

Barash, bazı hayvanlarda eşcinselliğin dışında eşcinsel tecavüz olduğunu söylemektedir. Acanthocephalan kurtlarının erkekleri başka bir erkek kurtla karşılaştıklarında, bu erkeğin cinsel organını aynı çimento tıpa ile kapatıyorlar. Bu erkek kurdu hadım bırakarak, bir rakibini saf dışı bırakıyor. Tahtakurusu erkekleri kendi spermlerini başka erkeklere eşcinsel tecavüzün ardından, transfer ediyorlar. Tecavüz edilen erkek bir dişiyle cinsel birleşmeye girdiğinde tecavüz eden erkeğin spermini boşaltıyor ve böylece tecavüz eden erkeğin genleri yaygınlaşıyor.

Ensest

Ensest, yasayla yasaklanan derecede birbirine kan bağıyla akrabalığı olan kadın ve erkek arasındaki cinsel ilişkidir. Bazı toplumlarda kuzenler arasında evlilikler ensest olduğu gerekçesiyle yasaklanmışken, bazılarında serbesttir. Eski Mısır'da, krallar, İsis ve Osiris adlı tanrılarından cesaret alarak kendi kızları ve erkek kardeşleriyle evlendiler. Eski Farisilerde, Yunanlılarda ensest ilişkiler vardı ve Arabistan'da erkek evlat annesiyle evlenmekteydi. Merkez ve Güney Amerika'da yaşayan Kızılderililer kendi kızları ile ensest ilişkiye girerler. Kamboçya'da babalar kızlarıyla, anneler erkek çocuklarıyla, erkek kardeşler kız kardeşleriyle evlenmektedir.

Ensest ilişkiler, tarihte günümüzdekinden daha yaygınken, bugün yasalarca neden yasaklanmış? Neden ensest tabusu var? Bazı bilim adamları ensest tabusunun içgüdüsel olduğunu ileri sürerken bazıları da öğrenilmiş olduğunu ileri sürmekteler.Sosyobiyolojistler ensest ilişkilerden kaçınmanın genetik, yani içgüdüsel olduğunu söylüyorlar. Nedenlemeleri şöyle:

Yakın akraba evliliklerinde, bir tür genetik hastalığa sahip olarak doğan çocukların sayısı kan bağı olmayan evliliklere göre daha fazla. Çoğumuz genetik hastalığa yol açacak genler taşıyoruz; ancak bu hastalığın bizlerde bir belirtisi yok. Bunun nedeni, bu hastalık genlerinin çekinik olması. İlgili genin hastalığa yol açabilmesi için hem anneden hem de babadan birer tanesinin bir araya gelmesi gerekmektedir. Yakın akrabalar arasında taşınan gen ortaklığı fazla olduğundan, bu tür evliliklerde doğacak çocukların genetik bir hastalığa sahip olma şansı yüksektir.

Sonuç

Cinsellik, haz almanın ötesinde ahlak ve politikanın savaş alanı haline gelmiştir. Sosyobiyolojiye, evrim kuramına ister inanın ister inanmayın, seksle ilgili ahlak kuralları erkeklere hizmet ediyor veya onlara hizmet edecek şekilde "yazılmış" veya esnekleştirilmiş. İnsanların cinsel tercihlerini yapmalarında ya da böyle yönlendirilmelerinde genlerinin etkisi olsa da, benim kişisel görüşüm, bu konuda son söz insanın iki şeyinin arasındaki organına düşüyor:İki kulağının arasındaki "beyine".

Ümit Ünal

Cinsel Ahlak

Cinsel Ahlak denilince hemen aklımıza gelen kavramlardan biri de “namus”tur; öyle ki, günlük hayatta ahlak ve namus hemen hemen aynı anlamda kullanılır. Aslında namus kavramı daha çok cinsel ahlakla ilgilidir, yani ahlaki davranışın bütününü değil, ancak bir kısmını ifade eder.

Namus yanında bir de “iffet” kavramı vardır. Bazı kimseler namusu cinsel davranış dışındadaki ahlaki davranışlarımız için kullanırlar, ama iffet doğrudan doğruya cinsel davranışla ilgilidir. Cinsel ahlak bakımından doğru ve iyi davranışa “iffetli”, kötü davranışa “iffetsiz” diyerek hareket deriz. Yaptıkları davranışa göre, insanlar da iffetli veya iffetsiz sıfatını alırlar. Biz günlük hayatta iffetli veya namuslu adamlardan ziyade kadınlardan bahsediyoruz, ama iffet konusunda kadınlar üzerinde gösterilen hassasiyet sosyolojik gerçeklerle ilgili olduğu için, şimdi onun üzerinde durmayacağız.

Cinsel ahlak, insanların cinsel ihtiyaçlarıyla ilgili olarak yaptıkları davranışlara ait kaideleri ve değer yargılarını içine alır. Aslında cinsel davranış insan davranışlarının ancak bir bölümüdür, ahlak da cinsel ahlaktan ibaret değildir. Ama dikkat ederseniz, ahlak üzerine yapılan bütün tartışmaların çoğunluğu cinsel ahlak alanındadır, insan en çok bu noktada zıt görüşlerle karşılaşır. Toplumun ahlak sistemini beğenmeyenler, daha çok onun ahlakla ilgili standartlarına ve yargılarına karşı çıkarlar.Bazılarına göre, cinsel ahlak çok sert prensiplere bağlı kaldıkça, toplumun sağlıklı bir manevi gelişme göstermesine imkan kalmaz; bazıları da cinsel ahlaka ait kaidelerin gevşemesi halinde, toplumun ahlak bakımından çökeceğine veya hiç değilse sarsılacağına inanırlar.

Bu sert ve sürekli tartışmalar, bize her şeyden önce şu gerçeği göstermektedir: cinsel ahlak toplumun en fazla önem verdiği ve en çok düzenlemeye ihtiyaç gördüğü bir davranış alanıdır. Bazı kimseler, cinsel davranış bakımından, çok serbest olan ülkelere bakarak, onların bu meseleyi çözdüğünü sanırlar ve tam bir serbestliğin gerekli çözümü getireceğini iddia ederler. Psikolojik bakımdan, bu tür iddiaları ciddiye almak ve hak vermek hemen hemen imkansızdır; çünkü, cinsel serbestlik çok defa cinsel problemleri çözmek için bulunmuş bir yol olmaktan ziyade başka türlü bunalımları çözemediği için, cinsel serbestlikte tatmin arayanların insanların sıkıntısını yansıtır.

Toplum ahlakından şikayetçi olanlar, en çok cinsel kısıtlamalara hücum ettiklerine göre, toplum bu konuda çok hassas davranıyor demektir. Bu hassasiyetin gösterilmesi sadece yanlış inanışların değil, fakat ondan daha çok sosyal zorunlulukların eseridir.Cinsel konularda tam bir serbestlik isteyenler, işin bu sosyal yanını düşünmeyerek, sadece insanın cinsi ihtiyaçlarını hesaba katan, yani tıpkı kendi benlikleriyle dış dünyayı iyice ayırt edemediği için, her şeyi kendi istekleri çerçevesinde düşünen çocuklar gibi kimselerdir. Öbür taraftan, her türlü sosyal sarsıntıyı cinsel ahlaktaki değişmeye bağlayanlar da, ayni hatayı işlemekte, ahlakın sadece cinsi hayatı ilgilendirdiğini sanmaktadırlar.

Toplumun cinsel davranışları bir düzene sokması, son derece gereklidir; aksi halde insanlar cinsel ihtiyaçlarını doğrudan doğruya tatmin etmeye kalkışacaklar ve toplum hayatının çekirdeği olan aile ortadan kalkacak, cinsel davranışlarla birlikte toplum hayatının öbür sahalarında da tam bir kargaşalık hüküm sürecekti. Aslında toplum hayatı, insan içgüdülerini ve ihtiyaçlarını başkalarına zarar vermeyecek şekilde düzenlemek ve böylece huzur, güvenlik içinde bir arada yaşamalarını sağlamaktan ibarettir.

Bu düzenlemenin psikolojik bakımdan önemi iki noktada özellikle ortaya çıkıyor: bunlardan birincisi, insanın hem kendi benliğine hem de başkalarının benliğine saygı duymasıdır. Hiç kimse başkalarının cinsel ihtiyaçlarını karşılamaya yarayan bir eşya veya mal değildir. Başkalarını köle olarak çalıştırmak, onları dilediği gibi kullanmak nasıl insan haklarına ve haysiyetine bir tecavüz sayılıyorsa, başkalarını kendi cinsel arzuları yolunda kullanmak da insan haysiyetini çiğnemek anlamına gelir. Toplum bizi bu türlü saldırganlıktan koruduğuna göre, biz de başkaları için aynı sorumluluğu duyarız. Zaten kişiye karşı her türlü saldırganlık kanunla cezalandırılacak derecede yasaklanmaktadır.

Bir de genel ahlaka aykırı düştüğü için, toplum tarafından kınanan davranışlar vardır ki, bunların bir kısmı kanunlara göre suç sayılır, bir kısmı ise toplum gözünde “kötü ahlak” örnekleridir. İnsanlar böyle kötü davranış gösterenlerin, hiç değilse kınanmasını isterler, çünkü, bir hatanın karşılıksız kalması onları hem kendi benleri ve şahsiyetleri bakımından endişeye düşürür, hem de toplumun ahlak ve adalet anlayışı hakkında şüpheye kapılmamıza yol açar. İşte cinsel ahlakla ilgili konularda – örtünme, bekar insanların arasındaki yakınlığın belli sınırlar içinde kalması, evli kişilerin birbirlerine sadık kalmaları gibi- gösterilen aşırı titizlik, insanların kendilerine güvenlerini kaybetme korkusundan ileri gelmektedir, ya giderek herkes cinsel ahlak kaidelerine çiğnemeye kalkarsa, ya en yakınlarımız ve çocuklarımız da bu örnekleri benimsemeye kalkarsa, ahlak kaidelerini bu kadar hiçe sayanların çoğaldığı bir toplum nasıl ayakta kalır? Bu türlü korku ve şüpheler, ahlak kaidelerinin çiğnenmesi halinde çok defa duygusal tepkiler yapmamıza neden olmaktadır.

Bu tepkilerin temelinde, hiç şüphesiz, bize verilen eğitimin de büyük rolü vardır. Çocukluk çağımızda en şiddetli yasak ve cezalarla cinsel konularda karşılaşıyoruz. Toplum hayatındaki her değişme gibi ahlak kaidelerindeki değişeler de, insanların geleceğe güvenmelerini sarsar, sonucun nereye varacağını bilemedikleri için toplumdaki hızlı değişmelerin önlenmesini, hiç değilse yavaşlatılmasını isterler. Bu düşünce aslında toplumun ortak düşüncesidir, çoğunluğun tavrıdır. Kontrolsüz değişmelerin mutlaka güzel sonuçlar vereceğine kuvvetle inananlar, sadece delikanlılık çağındaki kimseler veya bazı hayalci kişilerdir. Bu demek değildir ki, cinsel ahlak hiç değişmez veya değişmemesi gerekir.

Cinsel ahlaka toplum içinde verilen büyük önem, insanlarda “iffet duygusu” dediğimiz bir duygunun yerleşmesine yol açar. Cinsel konularda takındığımız genel tutumu ifade eden bu duygu bizim kötü bulduğumuz davranışlar karşısında şiddetli tepkiler yapmamızı sağlar. Küçük çocuklardan yaşlı insanlara kadar herkeste bir utangaçlık, bir çekingenlik görürsünüz ki, bu onlardaki iffet duygusunun eseridir. Cinsel hayatı bakımından başıboşluk içinde bulunan kimselerde –cinsi sapıklarda, genel kadınlarda, bazı akıl hastalarında- bu duygu kaybolmuştur. İffetlilik daha çok duygusal tarafı ağır basan bir tutumdur; bize bu türlü davranışlarımızın nedeni sorulsa, belki bilgi ve mantık yoluyla kendimizi anlatmaya çalışırız, ama davranışta bulunurken, bize hakim olan şey bilgiden ziyade duygudur. Böylesi herhalde insan uyumu bakımından daha elverişli bir yoldur, çünkü karşılaştığımız her durumda bir satranç oyuncusu gibi saatlerce ihtimal hesabı yapmaya kalksaydık hayat yürümedi. Duygusal davranmak, ilk bakışa hiç de doğru gözükmeyebilir, ama biz bu duygu sayesinde kendimizi geriye çekerek düşünmeye imkan buluruz.

Toplumun cinsel hayatı düzenlemek yolunda en büyük icadı sayılabilecek evlilik, bireyin ihtiyaçlarıyla toplumun ilkelerini tam bir uyum haline getiren bir kurumdur. Bu bakımdan, evliliği sadece sosyal bir kurum değil, aynı zamanda çok elverişli bir psikolojik tatmin yolu olarak görüyoruz. Genellikle cinsel ihtiyaçlarının baskısı altında sıkılan gençler, evliliği her şeyden önce cinsel bakımdan değerlendirme eğilimindedirler, çokları da sevdikleri kimseyle bir arada olmanın en çıkar yolu olarak düşünürler. Fakat daha nişanlılık devresinden itibaren görürler ki, cinsel zevkler evlilik hayatının verdiği tatminin ancak bir parçasıdır. Evlilik insana cinsel ihtiyaçların sanıldığı gibi her şey demek olmadığını göstermekle kalmaz, bu ihtiyaçları karşılamak için güvenli bir ortam da yaratır.

Evlilik dışı cinsel ilişki kuran kişiler, evliliğin verdiği huzurdan mahrum kalmış, devamlı suçluluk duygusu veya güvensizlik içinde yaşayan insanlardır.Kişiye çok mutlu ve verimli bir hayat sağlayan evliliğin bazı hallerde istenen sonucu vermediği de görülür. Uyumsuz evlilikleri yaratan şartları veya evliliğe karşı saygı ve güveni azaltan sebepler daha ziyade sosyolojinin konusudur. Şunu hiçbir zaman unutmamalıyız ki, evlenmek her şeyden önce bir aile kurma demektir, aile ise, onu kuran erkekle kadının huzur içinde mutlu yaşamalarını sağladığı gibi onlardan sonra gelen nesiller için de en öneli eğitim yuvasıdır.

Çocuk eğiminde, ne okul ne de başka bir eğitim ocağı aile kadar önemlidir. Bu yüzden, ahlak anlayışları ve sosyal rejimleri birbirinden çok farklı olan ülkelerde bile aileye aynı derecede büyük önem verilmektedir.