AMORAL.MLL.FI.

3 Şubat 2008 Pazar

NAMUS CİNAYETLERİNİN ÖNLENMESİNDE MEDYANIN ROLÜ

NAMUS CİNAYETLERİNİN ÖNLENMESİNDE
MEDYANIN ROLÜ



NAMUS ADINA İŞLENEN CİNAYETLERİ ÖNLEMEK TOPLUMUN HER KESİMİNE DÜŞÜYOR'

Tüm dünyada kadınların ekonomik, siyasi ve toplumsal olarak güçlenmeleri için çeşitli programlar yürüten Birleşmiş Milletler Nüfus Fonu ve Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı, kadına yönelik şiddet türlerinden en utanç vericisi, namus cinayetleri konusunda, Nüfusbilim Derneği'yle birlikte yürüttüğü "Türkiye'de Namus Cinayetlerinin Dinamikleri; Müdahale Olasılıkları" başlıklı araştırmanın raprunu yayımladı. Namus cinayetlerini de içeren kadına karşı her türlü şiddeti önleyecek politikaların, ancak bu eylemlerin ardındaki toplumsal yapının, yaşam tarzının ve zihniyet yapısının anlaşılması ile geliştirtirilebileceği düşüncesinden yola çıkılarak hazırlanan rapor, Türkiye'de bu konudaki toplumsal yapı ve anlayışa ışık tutuyor .

Türkiye'de Namus Cinayetlerinin Dinamikleri; Müdahale Olasılıkları araştırma raporunun Özet ve Değerlendirmesi

Toplumda namusa ilişkin yaygın bakış açıları, hangi davranışların 'namusa aykırı davranış' olarak değerlendirileceği ve cezalandırılacağını belirlemektedir. Namus cinayetleri de böyle bir zemin üzerinde meşruiyet kazanmaktadır. Namus cinayetlerine meşruiyet kazandıran ve dolayısıyla da onların devam etmesine yol açan koşulları daha iyi kavrayabilmek için bu araştırma esas olarak iki eksene dayalı yürütülmüştür. Bunların ilki farklı namus algıları ve onları etkileyen faktörler, ikincisi de 'namusa aykırı davranış' olarak nitelenen olaylarda bu davranışta bulunan kişilerin başlarına (cinayet dahil) neler geldiğidir.

Araştırma, Birleşmiş Milletler Nüfus Fonu'nun (UNFPA) 2004 yılında gerçekleştirdiği, son beş yıl içinde üç gazeteye yansıyan namus/töre cinayetleri taraması sonuçlarına göre, namus cinayetinin en fazla olduğu belirlenen kentler arasından seçilen dört kentte (İstanbul, Şanlıurfa, Adana ve Batman'da) yapılmıştır. Görüşme yapılan kişilere genelde kent merkezlerinde ulaşılmıştır. Niteliksel araştırma olarak planlanan projede, yukarıda sözünü ettiğimiz iki eksene yönelik bilgiler, sınırlı sayıda kişi ile derinlemesine görüşmeler ve doğal ortamlarında grup sohbetleri yapılarak elde edilmeye çalışılmış, görüşülecek kişiler rastlantısal örneklem kurallarına göre değil, amaca yönelik biçimde belirlenmiştir. Daha açık söylersek, bu araştırmanın sonuçlarından istatistiksel genellemelere gitmek mümkün değildir, zaten araştırmanın böyle bir hedefi de yoktur. Tercihi böyle yapmamızın nedeni, daha önce bu konuda yapılmış fazla çalışma olmaması, konunun hassasiyeti ve kesin kalıpları çizilmiş soru kağıtları aracılığı ile tam da istediklerimizi elde edemeyeceğimiz konusundaki kanaatimiz olmuştur. Amacımız, konuyu daha iyi anlamak, bu yöndeki eğilimler konusunda derinlemesine bilgi elde etmek, gözlem ve izlenimlerimizi derleyerek bazı sonuçlara ulaşmaktı. Hedeflediğimiz gruplar da her kentte, hem kentin yerlileri, hem de farklı bölgelerden göç ederek oraya gelmiş kişiler (cinsiyet ve yaş farklılıklarını da göz önünde bulundurarak), çeşitli mesleklerden kişiler (özellikle de konuya daha yakın olanlar), STK çalışanları ve mağdur ve mağdur yakınları olmuştur. Araştırma sırasında toplam 194 görüşme yapılmıştır ki, bunların 18'i grup görüşmeleridir ve çoğu kez ikiden fazla kişiyi içermektedir. Böylece, görüşülen kişi sayısı 250'ye yaklaşmıştır Yaygın Namus Algısı ve Büyük Gözaltı Namus, kişilerin toplumsal cinsiyeti, yaşı, yaşamını geçirdiği yerleşim yeri, eğitimi, aşiret ve akrabalık ilişkileri gibi çeşitli faktörlerin etkisi altında algılanıp, yaşamlarının bir yerine oturtulmaktadır. Özellikle kırsal kökenli, aşiret ve akrabalık ilişkileri güçlü, kente göç etmiş olsalar bile çevreleri fazla değişmemiş, ait oldukları aile ve topluluğun yaşamlarında öncelikli bir yere sahip olduğu gözlenen kişilerde namusun, insanların uğruna öldürülebileceği çok büyük bir şey, yaşamın anlamı ve amacı olarak tanımlandığı görülmüştür.

Öte yanda, tüm kentlerde, kişiler arasındaki farklı algılamalara karşın, en güçlü eğilimin namusu kadın, kadın bedeni, cinselliği ve kadınların kontrol edilmesi biçiminde ele alış olduğu söylenebilir. Bu çerçevede namus, bir erkeğin karısı, yani 'helal'idir, kız kardeşidir, annesidir, ailedeki diğer kadınlar, hatta yakın çevredeki kadınlardır. Erkek, bunların hepsine göz kulak olmak durumundadır. Böyle bir anlayış, kadınları, sadece kendi babaları, ağabeyleri ve evli oldukları durumda eşlerinin değil, ayni zamanda yakın çevredeki erkeklerin de gözetimi altına sokmaktadır. Erkeklerin sorumluluk alanları genişlerken, kadınlar üzerindeki baskı da artmış olmaktadır. Hele, aşiret ve akrabalık bağlarının güçlü olduğu koşullarda, ya da toplumsal baskının daha fazla hissedildiği daha dar ve yüz yüze ilişkiler içinde yaşanan çevrelerde bu baskı daha da yoğunlaşmaktadır.

Namus algısının kadın bedeni üzerinden kavrandığı durumlarda namus, kadınların gündelik yaşam pratikleri, eğitim görme, çalışma, evlenme, bekaretin önemi, sadakat, istediği kişi ile evlenebilme, sevdiğine kaçma, boşanma gibi konular üzerinden yürütülen bir söylem içinde dile getirilmiştir. Bu konudaki değerlendirmelerin çoğunluğunda, kadınların erkeklere göre, orta yaş ve üzeri erkeklerin ise genç erkeklere göre görece daha hoşgörülü tavırlara sahip oldukları izlenmiştir. Ancak, bu yaklaşımlar, kadınların ve erkeklerin köy veya kent kökenli oluşları, eğitimleri ve ne türlü bir çevrede yaşadıklarına da bağlıdır. Örneğin, köy kökenli, yaşlı, okuma-yazması olmayan kadınlar ile kapalı bir çevrede yaşayan, eğitimsiz ve yoğun aile baskısı altındaki genç kızların bağnazlık açısından erkeklerden farklı olmadıkları da gözlemlenmiştir. Öte yanda, kentte yaşadıkları ve belli bir düzeyde eğitim aldıkları halde genç erkeklerin namusla ilgili ifadelerindeki sertliği, değerler açısından yaşadıkları bazı çelişkilere bağlayabiliriz. Aileleri tarafından kız kardeşlerini veya akraba kızlarını denetlemek üzere bazı değerler ve beklentilerle yetiştirilmiş olan gençler, bir taraftan da yaşadıkları kentte, evinin dışında bir yaşamı olan, okula giden, çalışan, erkeklerin gittiği sosyal mekanları kullanan, belli özgürlük alanına sahip genç kadınları da tanımakta, onlarla arkadaşlık etmektedirler. Artık evlerinin dışında bir rolleri ve kadın-erkek ilişkileri konusunda farklı görüşleri olan bu kadınları, öğrendikleri değerler çerçevesinde kendilerine itaat ettirmenin çok da kolay olmayacağı ortadadır. Kadınları kontrol edebilmek için gerekli sınırları nasıl çizeceklerini bilemediklerinden üniversite öğrencisi erkekler bile, kişilerin töreye dayalı olarak öldürülmesine karşı çıkmakla birlikte, aile disiplini ve terbiyesi açısından törelere tümüyle uyulması konusunda zaman zaman aşırı hassasiyet göstermektedirler.

Kadın bedeni üzerinden kurulan, kadınlardan daha pasif, erkeklerden daha aktif bir rolün beklendiği namus anlayışının, ulusal gelenekler ve Islami prensipler ile de bağlanarak, "Türk ve Müslüman ailesinin temel normları" biçiminde genelleştirilmesi, bu toplumun kültürünün önemli bir unsuru olarak vurgulanması ve her kentte pek çok kişi tarafından çeşitli biçimlerde bir şekilde tekrarlanması, bu yaklaşımın oldukça geniş bir kesim tarafından onaylanan, yaygın bir kavrayış olduğuna işaret etmektedir. Bu ele alış tarzı kadının ve erkeğin toplum içindeki rollerinin tümüyle farklı olmasını bir anlamda meşru kılarken, bunun bir uzantısı olarak kadınlara ve erkeklere evlenme, boşanma, aldatma-aldatılma konularında da farklı standartlar uygulanabilmektedir. . Sonuçta, 'namusa aykırı olduğu' düşünülen bir davranış kadınlarda ve erkeklerde farklı uygulamalara ve sonuçlara yol açmakta, daha da kötüsü, 'namus' ve 'namusun korunması' adına işlenen cinayetlere de daha farklı bir gözle bakılıp, haklı görülmelerine yol açmaktadır.

Namusu daha geniş anlamda ve özellikle de bireyin kendisine bağlı olarak tanımlayanlar ise namus algısının kadın bedeni üzerinden kurulması yaklaşımından kendilerini olabildiğince uzak tutmaya çalışmışlardır. Yüksek öğrenimi ve belli bir toplumsal konumu olan meslek sahipleri, büyük kentlerde doğmuş ve büyümüş kişiler ve STK çalışanları arasında daha çok dile getirilen bu yaklaşım biçimi, kişilerin toplumun her alanında yaptıkları işlerde ve insanlara karşı davranışlarında dürüst olmaları, kendi istedikleri gibi bir yaşamı sürdürürken çocuklarını, toplumu, ülkeyi ve daha genel olarak insani değerleri de gözetmeleri gibi konularla açıklanmaya çalışılmıştır. Bu tür yaklaşımlara sahip olanlarda, kadın ve aile konusu, daha çok eşlerin birbirine bağlılığı, aileye ve çocuklara bağlılık gibi konular üzerinden tartışılmıştır.

Namusun kadına odaklandırılması ve onun bedeni üzerinden kurulmasına şiddetle karşı çıkan kişilere ise esas olarak bazı meslek sahipleri (özellikle de kadınlar), üniversite öğrencisi genç kadınlar, kadın örgütlerinde çalışan ya da bu tür kuruluşlarla ilişkisi olan bazı kadınlar arasında rastlanmıştır. Diğer eğilimlere kıyasla görece az sayıda kişi tarafından ifade edilmiş olsa da bu eğilim, namusun kadın bedeni üzerinden kurulması ve kadınların namusunun toplumun tüm erkeklerinin gözetimine verilmesinin özgürlükleri sınırlayıcı ve yıkıcı yönüne yaptığı vurgu nedeniyle bu çalışma açısından özellikle önemlidir.

Araştırma, namusun kadın bedeni üzerinden algılanmasının, daha geniş anlamda "Türk ve Müslüman ailenin temel normları" çerçevesinde de ifade edilerek, toplumda yaygınlaştırıldığını ve farklı ölçülerde de olsa sıklıkla kabul gören bir anlayış olarak ortaya çıktığını göstermiştir. Öyle ki, bu tür bir anlayış ile hiçbir ilişkileri olsun istemeyenler, bu konudaki rahatsızlıklarını dile getirenler bile bundan etkilenmekte ve davranışlarını toplumda böyle bir algının varlığını düşünerek ayarlamak durumunda kalabilmektedirler. Erkeklerin, özellikle de genç erkeklerin kendilerini belli ölçüde baskı altında hissetmelerine yol açan bu anlayışın, kadınların davranışlarının toplumca kontrolünü meşru kılan büyük bir göz altıya yol açtığını söyleyebiliriz. Namusa aykırı hareket ettiği düşünülen kadınlara (ve erkeklere) verilecek cezalara da meşru bir zemin böylece yaratılmaktadır. Namus Cinayetleri Nasıl Algılanıyor? Araştırma bulguları, toplumumuzda namusa dayalı cinayetlerin nasıl algılandığı, namus/töre cinayetlerinin farklılaştırılma biçimleri ve namus saiki ile işlenmiş cinayetlerin nedenleri konusunda da farklı görüşler olduğunu yansıtmıştır.

Namus cinayetlerinin algılanış biçimlerinde önemli bir eğilim kişilerin, namus saiki ile işlenmiş cinayetler ile aile meclislerinin toplanması ve karar almasıyla gerçekleşen cinayetleri birbirinden farklı görülmeleridir. Buna göre, özellikle aile meclisi kararlarının geçerli olduğu töre cinayetleri, bireysel bir eylem olduğu düşünülen diğer namus cinayetlerinden ayrı olarak ele alınmaktadır. Hatta, Istanbul'da görüştüğümüz kişiler, töre nedeniyle işlenmiş cinayetleri, kendilerinden oldukça uzakta ve başka birilerinin sorunu olarak ifade etmişlerdir. Bu tür değerlendirmeler sadece Istanbul'un yerlileri arasında değil, Istanbul'a göç etmiş kişilerde de izlenmiştir. Törelere dayalı namus cinayetlerini başkalarının sorunu olarak bir anlamda 'ötekileştirenlerin' bunları özellikle Türkiye'nin Doğu ve Güneydoğu Bölgesi, buradaki toplumsal yapının özellikleri, geri kalmışlık ve çeşitli yoksunluklar ile bağlantılı gördükleri, diğer namus cinayetlerini ise her yerde gerçekleşebilen, kaçınılmaz ve daha bireysel eylemler olarak değerlendirdikleri, hatta kendisini aldattığı için karısını kıskançlık sonucu öldüren bir erkeğin durumuna 'herkesin başına gelebilecek bir şey' olarak daha farklı bir anlayışla yaklaşanlar olduğu izlenmiştir. Bu durumda töre ve namus cinayetleri, nedenleri ve sonuçlarından çok, cinayetin işleniş biçimi temelinde birbirinden ayrılmış olmaktadır.

Öte yanda, bu tür olayların daha sık yaşanmış olduğu yerlerde, özellikle de bu olayların içinde yer almış ya da yakın tanığı olmuş kişiler, töreye dayalı namus cinayetleri ile diğerleri arasına pek bir farklılık koymadıkları gibi bu olaylara daha 'içeriden' bir bakış açısıyla yaklaşmışlardır. Burada, üzerinde daha çok durulan olayların altında yatan namus anlayışı olmuştur ki, kendi yaşadıkları bölgelerde namus ile ilgili değerlerin belirlenmesinde törelerin önemli bir rol oynadığından hareketle 'namus-töre fark etmez, zaten ikisi de ayni şey, namus' gibi ifadeler kullanılmıştır. Öte yanda, bu tür olayların sıklıkla gerçekleştiği yerlerde yaşamakla birlikte, töre cinayetlerinin sadece kırsal alanda varlığını sürdürdüğünü (o da gitgide azalarak) söyleyen ve onları kendi yaşantılarının çok dışında algılayan, kent merkezinde yaşayan, genç, eğitimli bir kesimin (özellikle üniversiteli genç kadınlar) olduğu da görülmüştür.

Namus/töre cinayetleri arasında bazı farklılıklar olduğunun görülmesi, her bir olayı daha iyi anlayabilmek ve çözüm yollarını tartışabilmek açısından sosyolojik bir anlam taşımaktadır. Öte yanda, farklılığa yapılan vurgunun, aile meclisi kararlarının önemli olduğu, töreye dayalı namus cinayetleri ile aile meclisi kararlarının olmadığı namus cinayetlerinin tümüyle ayrı bir kefeye konulmasına ve dolayısıyla da birinin diğerine göre (özellikle de ceza yasaları açısından) hafifletici gerekçelerinin olduğunun düşünülmesine yol açabileceği de hassasiyet gösterilmesi gereken bir konudur. Altını çizmemiz gereken nokta, bunların hepsinin 'namus' gerekçesi ile işlenen cinayetler olduğu ve insan canının alınması boyutuna vardırılmış şiddet olayları ile karşı karşıya olduğumuzdur. Sosyolojik açıdan aralarındaki farkı yadsımayan, ancak temel neden ve sonuç açısından benzerliğe vurgu yapan bir yaklaşım, namus/töre gerekçesiyle işlenen cinayetleri başkalarına ya da bazı bölgelere ait değil, hepimizin içinde yer aldığı topluma ait ve önlemleri üzerinde düşünmeyi bugünden yarına erteleyemeyeceğimiz şiddet olayları olarak algılamamızı kolaylaştırabilir.

Namus Cinayetlerinde Kaçınılmazlık Vurgusu Namus cinayetlerine nasıl yaklaşıldığı konusu kişilerin zihinlerindeki namus/töre cinayeti farklılıklarına ve bu tür olayların ne denli içinde/yakınında yaşadıklarına bağlı olarak farklılıklar göstermekle birlikte genelde namus cinayetlerine karşı tavırlarda aşağıdaki eğilimler izlenmiştir:
Namusa aykırı bir davranışta bulunmuş olan kişinin ölümü hak edeceği ve öldürmek durumunda kalanların da başka seçenekleri olmadığını söyleyerek, namus cinayetlerine açık destek verenler
Namus cinayetlerine koşullu destek veren, yani cinayet işlemeyi kimsenin istemeyeceğini, ancak kanıtlanmış bir aldatma durumunda ve/veya toplumdan gelen baskıya dayanamayan kişilerin böyle bir eyleme girişebileceğini söyleyenler

Kişilerin toplumsal baskı altında kaldıkları zaman, özellikle de yoksul, güçsüz ve eğitimsiz iseler bu onursuzluğu taşıyamayıp, kaçınılmaz olarak cinayeti işleyebileceğini söyleyenler
Farklı gerekçelerle de olsa kişilerin namusa aykırı bir davranışta bulunduğu gerekçesiyle öldürülemeyeceğini söyleyenler. Görüşlerini bu şekilde açıklayanların bir kısmı, namusa aykırı davranışın suç oluşturmayacağını, bunların cezalandırılmasının kadınlara karşı ağır bir şiddet uygulaması olduğunu söylerken, kimileri de ilkesel düzeyde ya da dini inançlarına dayanarak insan canının alınamayacağını belirtmişlerdir. Genelde değerlendirme farklılıklarının, kişilerin namus ile ilgili anlayışlarına dayandığı, namusun kişilerin yaşamlarının tek amacı olduğunun belirtildiği ve/veya esas olarak kadın bedeni üzerinden kurulduğu durumlarda, namus cinayetinin de "anlayış gösterilebilir" "onay verilebilir" bir eylem haline geldiği izlenmiştir. Yapılan açıklamalarda, namus cinayetlerini (en azından insanların namus adına öldürülmesini) kesinlikle doğru bulmadığını söyleyen kişiler (ki bunlar arasında farklı mesleklerden kişiler, kadınlar, STK çalışanları, üniversite öğrencisi genç kızlar, din görevlileri vardır) dışında çok sayıda kişi, bu tür cinayetlere açık destek vermeseler bile olayın, o kişi için kaçınılmaz olduğunu ifade etmektedirler. Kişinin ağır bir sosyal baskı altında olduğunu söyleyerek bir biçimde cinayeti işleyeni değil de, toplumu suçlayanlar arasında bu tür olayların yakın tanığı olmuş çeşitli mesleklerden kişilerin de (bazı avukat ve polisler dahil) yer aldığı görülmüştür.
Namus Cinayetlerinin Nedenleri Namus cinayetlerine yol açan nedenler konusunda kişilerin çoğu kez birden fazla faktör üzerinde durmalarına rağmen, çoğunlukla belirtilmiş olan konuları birkaç kategoride toplamak mümkündür.

Olayları ekonomik ve sosyal koşulların ve geri kalmışlığın yol açtığı yoksunluklara bağlayanlar:Bu tür görüşlere sahip olanların önemli bir kısmı namus cinayetlerini kendilerine daha uzak, belirli bölgelere (ya da kırsal alanlara) ve o bölgelerde yaşayan etnik gruplara ait bir sorun olarak görme eğilimindeki kişilerdir. Onlara göre, bu bölgelerin ekonomik ve sosyal koşullarının iyileşmesi ile bu tür olaylar da ortadan kalkacaktır.

Olayların ataerkil ilişkilere dayandığını, erkeklerin kadınlar üzerinde denetim kurmasının bir sonucu olduğunu söyleyenler:Özellikle eğitimli ve meslek sahibi bazı kadınlar ve kadın STK'larında çalışanlarca dile getirilen bu görüşte, yasal sistemin de güçlü olandan yana davrandığı ifade edilmiştir.

Olayları ailelerin çocuklarını yetiştirme biçimine bağlayanlar:Bu görüşü savunanlar arasında bazı meslek sahipleri çocuklara fazla baskı yapılarak, yanlış yönlendirildiklerini söylerken, diğerleri de (özellikle büyük kentlere göç etmiş ve çeşitli sorunlar yaşamış kişiler) çocukların iyi terbiye edilememesi, özellikle dini bir terbiye almamaları ve Allah korkusu verilmemesi gibi konulara değinmişlerdir.Bu nokta, daha çok namus cinayetlerini bireysel eylemler olarak töre cinayetlerinden farklı gören kişilerce belirtilmiştir. Bu nedenlerin yanı sıra, medyanın da bu konularda özellikle magazin programlarında yansıttığı olaylarla kışkırtıcı bir rol oynadığı da pek çok kişi tarafından dile getirilmiştir. Vurgulanan bir diğer nokta da mağdurlara yardımcı olacak, onları en azından geçici koruma altına alacak kuruluşların bulunmayışıdır. Bu yetersizliği belirtenler, çoğunlukla mağdurlara yardımcı olmaya çalışan kamu kuruluşları ve STK çalışanlarıdır. Bu açıklamalarda üzerinde durulan nokta, tehdit altındaki mağdurları koruyacak kurumların yeterli olmamasının da onların kaderini olumsuz yönde etkilediğidir.

Namus cinayetlerinin nedenleri olarak, ekonomik- sosyal koşullar ile toplumsal baskının üzerinde sıklıkla durulması, bir anlamda kişinin ya da kişilerin uyguladığı şiddetin göz ardı edilmesine, en azından hafife alınmasına ve onlara daha toleranslı yaklaşılmasına yol açabilir. Yukarıda kadınlar için sözünü ettiğimiz 'gözaltı durumu', toplumun beklentisine uygun biçimde onlara göz kulak olmadığı düşünülen erkeklere de bu görevlerini, onlar üzerinde ağır bir baskı kurarak hatırlatmaktadır. Ancak, kişinin/ kişilerin davranışını, kaçınılmaz bir durum olarak göstermenin ve çevre baskısını aşırı derecede vurgulamanın bu cinayetlerin meşruiyet zeminini güçlendirebileceği de gözden kaçırılmaması gereken bir noktadır. Toplumun baskısının, özellikle de kişilerin büyük aile ya da aşiret bağları içinde yaşadıkları durumlarda ne denli güçlü olduğu, bu baskının hangi mekanizmalarla kurulduğu, hangi amaçlar için kullanıldığı ve hangi durumlarda kişilerin sosyal baskıya rağmen farklı kararlar alabildiğinin bilinmesi alınacak önlemlerin saptanması açısından önemlidir. Öte yanda, cinayeti işlemiş kişinin kişisel sorumluluğunu ve dolayısıyla suçunu neredeyse ortadan kaldırıcı bir boyutta yorumlanmamalıdır.

Hepsi Cinayetle Sonuçlanmıyor ama… Bu araştırmada, mağdurların, tanıkların ya da bu tür olayları başkalarından duymuş olanların anlattığı 100'ün üzerinde öykünün değerlendirilmesi sonucunda "namusa aykırı davranış" olduğu düşünülen durumların belli bir bölümünün (ki bu araştırma sırasında aktarılmış olan olaylarda yaklaşık yarısının) cinayetle sonuçlanırken diğerlerinde başka çözümler bulunduğu görülmüştür. Ancak, bulunan çözümlerin çoğunluğu ölümden kurulmuş olsa da kadının(bazı durumlarda erkeğin de) çeşitli biçimlerde mağduriyetine yol açmaktadır. Sonuçta, cinayet kurbanı olanlar kadar, öldürülmeyenler de o toplulukta namusa aykırı olduğu kabul edilen bir davranışta bulunmanın cezasını ağır bir biçimde çekmektedirler. (Aile tarafından dışlanma veya reddedilme, yaşadığı yerden uzaklaştırıp, başka bir yerde yaşamaya mahkum edilme, sevmediği ve/veya uygun olmayan bir kişi ile evlendirilme, değiş-tokuş edilme, başkalarına ibret olsun diye, bir uzvunun örneğin burnunun kesilmesi gibi).
Hikayeler, esas olarak kadının evli olup, olmaması ve nasıl bir davranış içine girdiğinin bu tür olayların sonuçlarını etkilediğini, ancak her durumda olayın yaşandığı çevre ve ailenin koşullarının da işin akışını değiştirebileceğini göstermektedir. Buna göre de birbirine çok benzer gibi gözüken olayların farklı sonuçlara yol açabildiği izlenmiştir. Bu araştırmada, bize aktarılan olaylar, kadının medeni durumu ve namusa aykırı olduğu düşünülen olayın ne olduğuna göre belli kategorilere ayrılarak değerlendirilmiş, cinayet ile sonuçlanmayan olaylarda ne tür pazarlıklarla, hangi çözümlere ulaşılabildiğine dair bilgiler de edinilmiştir. Kişilerin aktardığı öyküler şunları göstermiştir:

Evli bir kadının bir başka erkekle ilişki kurması/ya da ilişkisi olduğunun düşünülmesi durumunda, kadın ve onunla ilişkiye giren erkek ölüm cezasını hak etmekte ve bu durumda hem kadının eşi, hem de ailesi ve ayrıca erkeğin ailesi bu cezayı yerine getirme sorumluluğunu taşımaktadır. Bu durumlarda olayın bir biçimde kanıtlanması önem taşımaktadır. Yine bu olaylarda, kadının ilişki kurduğu kişinin ailesi genelde olayın dışındadır ve oğulları öldürülse bile olayın üstünü örtmeyi tercih edebilirler. Kadının eşinin cinayeti işlemek istemediği veya bir şekilde ölümle sonuçlanmayan vakalarda tüm ailenin toplum tarafından dışlanması söz konusu olmaktadır. Böyle durumlarda STK veya diğer kuruluşların aileye verdiği destek çok önemlidir. Bazı olaylarda ise önemli bir kanıt olmadığı ve/veya eşinin kadına bir şey yapmak istemediği koşullarda, kocanın akrabalarının ona bir biçimde zarar verdiği durumlar da söz konusu olmaktadır.

Evli bir kadının bir başkası ile kaçtığı durumlarda da yine ölüm cezasının hak edildiği düşünülmektedir. Böyle durumlarda bazen, kadını kaçıran erkeğin ailesinin konumu, kadının arkasında duracak güce sahip olup olmamaları belli pazarlık kapılarını açabilmektedir. (Kadını kaçıran erkeğin ailesinden bekar kızların kadının ailesine verilmesi gibi)
Kadının boşanmak istemesi ya da eşinin evini terk edip gitmesi gibi durumlar, ya da boşanmış bir kadının bir başka erkekle ilişki kurması (ki evli bir kadının ilişki kurmasından farklı değerlendirilmemektedir) ölüm cezası ile sonuçlanabilmektedir. Kadının cezalandırılması eşi tarafından yapılabileceği gibi onu gözetim altında tutmakla kendisini yükümlü gören oğlu, kayınbiraderi ve diğer akrabaları tarafından da gerçekleştirilebilmektedir. Boşanma durumunda kadınlar genellikle daha geniş bir akraba topluluğunun, hatta akrabalık ilişkisi içinde olmadıkları bir çevrenin gözetimi altına girmektedirler.

Bekar bir kızın bir erkekle ilişkisinin olduğu /olduğunun düşünüldüğü durumda bu olayın kadının ve erkeğin, ya da sadece kadının veya erkeğin öldürülmesi ile sonuçlanması söz konusudur. Ancak, bu olayların bir bölümünde, özellikle de kadının birisiyle (bu, sevdiği erkek olmayabilir) evlendirilmesinin mümkün olduğu koşullarda bir cinayete yol açılmadan çözüme ulaşılmaktadır. Böylesi durumlarda, özellikle kızın ailesinin kararı önemlidir; sonucu olumsuz yönde etkileyen önemli faktörlerden biri kızın hamile kalmış olması, diğeri de olayın çevrede yaygın biçimde duyulmuş olmasıdır. Cinayetin işlenmediği bazı durumlarda da genç kızların intihar ettiği, hatta bazen aileleri tarafından intihara yönlendirildiği aktarılmıştır. Yine böyle vakalarda, annenin ve kız kardeşlerin öldürülme olayına şiddetle karşı çıkmaları durumunda hepsinin birlikte aileden(aşiretten) dışlanması söz konusu olabilmektedir.

Bekar bir kızın bir erkekle kaçma durumunda ise, sonucun ölüm olabileceği (kendisi ve birlikte kaçtığı erkek açısından) gibi çok çeşitli pazarlıkların da gündeme gelebileceği izlenmiştir. Bu tür olaylarda kızın kaçtığı erkeğin evli olup olmaması, ailesinin veya kendisinin sosyal -ekonomik konumu, kızın nişanlı olup olmaması, erkeğin ailesinin kızı isteyip istememesi gibi birçok faktör iç içe geçerek sonucu belirlemekte ve oldukça karmaşık, genellikle de kadın açısından onur kırıcı, ona takas edilen bir mal muamelesinin yapıldığı bir pazarlık süreci yaşanmaktadır. Olayları anlatanların ifadelerinde sıklıkla 'aldık, verdik, kaldırdık, götürdük, getirdik' gibi sözcüklerin yer aldığı, pazarlığın niteliğinin dilin kullanımına da yansıdığı bir süreçtir bu…Bu süreç içinde kaçan kıza karşılık, erkeğin ailesinden berdel yapılarak kızın ailesine gelin gelen kadınlar da bu değiş-tokuşun ister istemez parçaları haline gelmektedir. Olayın sonucunda kadının, öldürülmekten kurtulsa bile daha sonra intihara sürüklendiği, istemediği kişilerle evlendirildiği, yerleşim yerini terk etmeye zorlandığı, ailesi ve akrabaları tarafından dışlandığı çeşitli öykülerde izlenmiştir.
Saldırıya uğrama ve tecavüz edilme durumunda ise eğer tecavüz edilen kişi bekar bir genç kız ise çoğu kez tecavüzcüsü ile evlendirilmesi bir çözüm olarak görülmekte, tecavüzcü bunu istemediği ya da koşulları uygun olmadığı zaman, hem tecavüzcünün, hem de kızın öldürülmesi söz konusu olabilmektedir. Ayrıca, ailelerin ekonomik gücü de rol oynamakta, varlıklı bir aileden gelen erkeğin ailesi yoksul bir kızı istemediği gibi, oğullarının ceza görmemesi için kızın ailesi ile belli pazarlıklara da girişebilmektedir. Öte yanda, kızın hamile olduğu durumlarda öldürülmesi aile namusu açısından önemli görülmektedir. Genelde bu kategoride bazı koşullarda (özellikle kentte yaşayan ve STK'lar ile ilişkisi olan ailelerde) formel kurumlara başvurulduğu da izlenmiştir.(dava açmak, yardım istemek vs.) Öte yanda aileler, hangi koşulda olursa olsun, evli bir kadının uğradığı tecavüz olayında kadını da suçlu görme eğilimindedirler. Bu durumda ölüm tehdidi ile karşılan bazı kadınların kurumlardan yardım istedikleri de izlenmiştir. Yukarıda ele aldığımız grupların özellikleri ile ilgili değerlendirmeler, her kategoride en az beş, en fazla 29 olay üzerinden yapılmıştır. Her kategoride, kadının ve erkeğin ailelerinin toplumsal nitelikleri (toplumsal- ekonomik konumu, etnik kökeni, din-mezhep özellikleri, aile, akrabalık ve varsa aşiret yapısı gibi) ve karşılıklı güç ilişkileri ile olayın çevrede yaygın bir biçimde duyulmasının, olayın sonucunu ve yapılan pazarlıkları önemli ölçüde etkilediği de izlenmiştir.

Anlatılan olaylarda kadınlar (özellikle kızların anneleri) aile meclislerinin karar aldığı durumlarda orada bulunmamakta, ancak kararı bir şekilde onaylamaktadırlar. Hatta, bu tür olaylarda anneler kendilerini içinde yaşadıkları topluluğa karşı hesap verme konumunda görmektedirler, çünkü kadının toplumdaki başlıca rolü evinin dirliği ve çocuklarının terbiyesi olarak kabul edilmektedir. Anlatılan öykülerde, kadınların bu konumunun onları, kızlarına verilecek cezaları desteklemeye, hatta bazen kızlarını intihara teşvik etmeye yönelttiği konusunda bazı bilgiler de edinilmiştir. Öte yanda, öyküler arasında sadece cezaları onaylayan veya destekleyen değil, az sayıda da olsa topluluğundan dışlanmayı göze alıp, karşı çıkma cesaretini göstermiş birkaç örneğe rastlamış olmak kadınların belli koşullarda (özellikle de yaşlı ya da aile veya aşiret içinde güçlü bir konuma sahip olduklarında) farklı davranabileceklerinin işareti sayılabilir.
Bunun yanı sıra öykülerde yine az sayıda da olsa bu tür olaylarda eşlerini, akraba kızlarını topluluğun kararına karşın öldürmeyen ve bazı durumlarda kendileri mağdur olan, bulunduğu yeri terk eden, ailesinin (veya aşiretinin) dışladığı erkeklere de rastlanmıştır. Bu tür olaylarda da yine, mağdur durumuna düşmüş kişiye ya da aileye destek olacak kurumların varlığı önem taşımaktadır.

Namus Cinayetlerine Karşı Neler Yapılabilir?
Bu çalışmada hem görüşme yapılan kişilerden, hem de STK'lardan çözüm önerileri ile ilgili görüşleri alınmaya çalışılmıştır. Bunların genel bir değerlendirilmesi yapıldığında ilk göze çarpan unsur STK'lar, bazı meslek sahipleri ve siyasi partiler ya da STK'lar ile ilişkileri olan bazı kişiler dışında , namus/töre cinayetlerinin engellenmesi konusunda neler yapılabileceğini çok az sayıda kişinin düşünmüş oluşudur. Daha da önemlisi, bu tür şiddet olaylarının sıklıkla yaşandığı ortamlarda, olayların çok yakınında olanların, konuya oldukça karamsar yaklaşmaları, değişim konusunda umut taşımamalarıdır. Hatta bu umutsuzluğun Şanlıurfa ve Batman'da STK çalışanlarını bile belli ölçülerde etkilediği söylenebilir. Dolayısıyla, özellikle namus cinayetlerinin daha sık yaşandığı yerlerde bu olayların engellenebileceği yönündeki umutsuzluğun ortadan kaldırılması, herhangi bir eylem programının başarılı olması açısından önem taşımaktadır. Umutsuzluk ve çaresizlik atmosferini kırmak için çok sayıda kişinin ve kuruluşun bu konuda duyarlı olduklarını ve kendilerini sorunun sahibi olarak gördüklerini bir şekilde anlatmaları önem taşımaktadır. Kamu görevlileri, kamu kuruluşları, yerel yöneticiler, STK'lar ve medya, ayrı ayrı ve işbirliği içinde konuyla ilgili sorumluluklarını ortaya koyan faaliyetlere girişebilirler. Kendi bölgelerindeki bir namus cinayeti, ya da bir namus cinayeti mağdurunun risk altında yaşamak durumunda kalması, o bölgede yaşayan ve çalışan herkesi (en yetkili kamu görevlilerinden sıradan insanlara dek) rahatsız etmeye başladığında, kimse bu ayıbı taşımak istemediğinde çözüm yolları bulmak da daha kolay olacaktır.

Namus cinayetlerine yol açabilecek durumların engellenmesine yönelik çalışmalar iki grup veya aşama halinde düşünülebilir: Birincisi, kadının (ve erkeğin) bir cinayete kurban gitmesinin engellenmesine yönelik çalışmalar; ikincisi ise daha uzun dönemde, kişilerin ve kurumların çeşitli biçimlerde güçlendirilmesi ve dönüştürülmesine yönelik programlar.

Birinci aşama faaliyetleri arasında şimdiye dek kullanılmış arabuluculuk mekanizmalarının incelenip, bu mekanizmaların kadınların bir mal gibi değiş-tokuşu ve mağduriyetine yol açmadan uygulanabilme koşulları konusunda farklı görüşler geliştirilebilir. Aileler üzerinde saygınlığı olan toplum liderleri, din adamları ve bu konuda deneyimi olan kişiler ile görüşerek, STK'ların da bu tür pazarlık süreçlerinde söz sahibi olması sağlanabilir. Gerek STK'ların, gerekse kadınlara (ve mağdur durumdaki diğer aile fertlerine) bu konuda destek verecek kamu kuruluşlarının etkisinin artması için bu alanda güçlenmeleri, tehdit altındaki kadınları koruyacak, onlara psikolojik destek verecek, kendi ayakları üzerinde durabilen bireyler haline getirecek olanaklara sahip olmaları gerekmektedir. Burada sözü edilebilecek olanaklar ise en başta, kadınlara yönelik şiddetin ortadan kaldırılması konusunda yıllardır kadın kuruluşlarının üzerinde durduğu acil gereksinimler, yani bu durumdaki kadınlara yardımcı olabilecek 24 saat çalışan telefon hatları ve yeterli sayıda, donanımda ve uygun koşullarda kadın sığınaklarıdır. Bunların varlığı, namus cinayetine yol açan nedenleri ortadan kaldırmayacaktır ama yaşam tehdidi altındaki kadınların hayatının kurtulmasına yol açabilecektir. Araştırma sırasında tehdit altındaki kadınların acil bir durumda barınıp, psikolojik destek alabilecekleri istasyonlar ve daha uzun zaman kalabilecekleri sığınaklara olan gereksinim, STK'ların yanı sıra, kendilerine başvuran risk altındaki bazı kadınlara gerektiği gibi yardımcı olamadığını söyleyen bazı emniyet görevlileri tarafından da ifade edilmiştir. Bu tür kurumların ülke düzeyinde yaygınlaştırılıp, sürdürülebilirliği açısından devletin desteğine ve bu alanda devlet-STK işbirliğine gereksinim olduğu da açıktır.

Ikinci aşama faaliyetleri içinde düşünülmesi gerekenler, namus cinayetlerinin uzun dönemde ortadan kalkmasına zemin hazırlayabilecek zihinsel-davranışsal değişikliklere yönelik eğitim programları ve sosyal-kültürel etkinlikler ile bu tür olayların mağdurlarına destek oluşturacak programlardır. Bu çerçevede, gençler ve yetişkinler, çeşitli mesleklerden kişiler (öğretmenler, hukukçu, imam, polis, psikolog, sosyal hizmet uzmanı gibi), kamu görevlileri, yerel yönetim çalışanları ve STK çalışanlarının toplumsal cinsiyet ilişkileri, kadın hakları, kızların erken ve zorla evlendirilmesi, akrabalık evlilikler, aile-içi iletişim, şiddet ve şiddetin sonuçları ve özellikle de namus ve namus cinayetleri gibi konularda özel olarak hazırlanmış eğitim programlarına katılımlarının sağlanması önem taşımaktadır. Her kesime veya meslek grubuna yönelik eğitim programının o grubun ihtiyaçlarına ve çalışma alanına uygun biçimde hazırlanması ve uygulanması gerekmektedir.

STK'ların mahallelerde çalışmaya önem vermesi, mahallelerde ailenin tüm fertleri için faaliyetler içeren merkezlerin STK, kamu kuruluşları ve yerel yönetimlerin işbirliği ile her yerleşim biriminde oranın olanakları ve ihtiyaçları düşünülerek oluşturulması, STK çalışanları arasında çalışma yapılan bölgede konuşulan dilleri bilen kişilerin olması, STK'ların halk arasında güven kazanmasını sağlayarak aile fertlerinin, akrabalık ilişkileri dışında bir dayanışma ağı içine girmesinin yolunu açacaktır. Kurulacak merkezlerde de ailenin tüm fertleri için çeşitli konularda bilgilendirme, eğitim ve danışma faaliyetlerinin yanı sıra, toplumsal ve kültürel etkinlikler ve beceri edinme kursları organize edilebilir. Genç kadınların yanı sıra genç erkekler için de çeşitli sosyal faaliyetlerin düzenlenmesi bu alanda genel olarak varolan bir boşluğu doldurduğu gibi gençlerin arkadaş olmayı öğrenecekleri, farklı ortamlarda karşılaşmalarının yolunu açabilir.
Bu arada, kadınları ve özellikle de genç kızları güçlendirmeye yönelik faaliyetler, onların kendi kararlarının kendilerinin vereceği bireyler olması yönünde büyük önem taşımaktadır . Çeşitli kuruluşlarca düzenlenen, kızların okula gitmesini ve bir meslek edinmesini destekleyen kampanyalar yerel yöneticiler ve STK'larca da desteklenilmelidir. Eğitimi olma, meslek ve iş edinme konusunda kadınların güçlendirilmesi uzun dönemde onları, evleri dışında farklı işler de yapabilen bireyler olarak toplumda görünür kılacak, aile içindeki rollerinin ve toplumsal statülerinin değişmesinde rol oynayabilecektir.

Bu araştırma çerçevesinde görüştüğümüz kişilerin birçoğunun ceza yasasında yapılan değişikliklerin insanları bu tür cinayetlerden caydırabileceği konusuna olumsuz bakmalarına karşın, önemli bir bölümünün de ( bazı meslek sahipleri dahil) yasa değişikliklerinden haberdar olmadığı görülmüştür. Bu durum sadece ceza yasasıyla değil, kadının ve ailenin korunmasını ilgilendiren yasa değişiklikleri ile ilgili olarak da böyledir. O nedenle yasalar ve yasalarda yapılan değişiklikler ve hatta yasanın uygulanması ile ilgili gelişmeler çeşitli biçimlerde halk arasında yaygınlaştırılmalı, bunu yapanlar da sadece STK'lar değil, ayni zamanda kamu kuruluşları ve medya olmalıdır.

Medyanın , özellikle de yerel medyanın tüm bu faaliyetleri kesen ve her alanda varolan gelişmelerden halkı haberdar eden, onlara gerek STK'lar, gerekse diğer kuruluşlar hakkında doğru bilgiler veren; şiddetin ve namus uğruna öldürmenin, insan hakları ile bağdaşmadığını toplum önderleri, din görevlileri, o toplumun sevilen ve sayılan insanları, bilim- sanat-spor dünyasından popüler kişiler kanalıyla farklı boyutlarıyla yansıtmaya çalışan, şiddetle mücadele alanında, eğitim ve meslek edinme alanında, STK faaliyeti alanında iyi örnekleri tanıtan, bilgilendirici, eleştirel ve dönüştürücü bir rolü olmalıdır.

http://www.gencgazeteciler.org/m_rapor.asp

Hiç yorum yok: